Sosyalist İşçi 264 (2 Aralık 2006)

 

Sayfa 5 :


Sendika ne demek, öğrenci kim?
Bir süredir öğrencilerin sendikalaşması üzerine bir tartışma var. Tartışma diyorsam, yanlış anlaşılmasın. Kampuslerde, üniversite ve lise koridorlarında veya atölye ve fabrikalarda gençler tarafından tartışılan bir şey yok. Sol içinde birkaç grubun yürüttüğü tartışma dışında esas olarak kimsenin ne bu tartışmadan ne de öğrenci sendikasından haberi var.
Bir sol grubun "devrimci öğrenci sendikası girişimi" uzun zamandır devam ediyor. Öte yandan biraz daha tartışılabilir olan bir girişim de bizzat bir sendikadan, DİSK'ten geldi. Öneri DİSK'ten gelince kısmi de olsa basında yer aldı. DİSK, Genç-Sen isimli bir sendika kurma arifesinde.

Dünya'da bir
hayalet dolaşıyor: Antikapitalizm!
Bu tartışmaların yapıldığı iki toplantıya katıldım. Biri Barışarock'ta, ikincisi ise Türkiye Sosyal Forumu'nda yapıldı. Burada öğrenci sendikası fikrini savunanların hep söze aynı sözcüklerle başlaması dikkatimi çekti. "Türkiye'de muhalefetin son derece düşük olduğu bu günlerde" mealinde başlayan konuşmalarla sendikanın bu soruna bir panzehir olabileceği anlatıyorlardı. Öğrenci sendikası fikrinin birçok yanlışından önce bu tespitle yola çıkmanın getireceği hatalara bir göz atmak gerek. Öncelikle ne Türkiye'de ne şu günlerde dünyanın hemen hiçbir yerinde muhalefet düşük değil. Henüz Türkiye'de kitlesel grev dalgaları görmedik ama 1 Mart zaferini; bizzat üniversitelerde, sokaklarda büyüyen savaş karşıtı öfkeyi muhalefetten saymayacak mıyız? Dünyada yeni liberal politikalara karşı kitlesel bir dalga yaşanırken, Fransa'da CPE'ye, Yunanistan'da eğitimde özelleştirmeye, İngiltere'de emeklilik maaşlarına karşı kitlesel grevler, işgaller, boykotlar, yürüyüşler yaşanırken Türkiye'nin toprağının farklı olduğu gibi milliyetçi bir fikre mi kapılacağız? Bizzat Barışarock'ta, 80.000 gencin buluştuğu bir antikapitalist festivalde ya da TSF gibi 3.000 insanın sabah akşam antikapitalist hareketin sorunlarını tartıştığı bir forumda bu sözleri duymak, dünyada olup bitenlerden habersiz insanlar için bile oldukça gülünç. Üstelik, belki de en önemlisi Barışarock da, TSF de yeni döneme ait alanlar, antikapitalist hareketin içinden doğdular.
Barışarock'ta ilginçtir, Fransa'dan gelen ve bizzat işgal hareketinde yer almış bir öğrenci vardı. Yoldaş, Fransa'da yürüttükleri mücadelenin tek konulu kampanya biçiminde yapıldığını ve bu sayede kitleselleştiğini anlatırken, sendika fikrini anlatan arkadaşlar "sendikacı değil galiba arkadaş" diyerek Fransa deneyimlerini es geçip, "muhalefetin dibe vurduğunu, öğrenci gençlik muhalefetini yeniden örgütlemek gerektiğini" anlattılar. Gerçekte ise, küresel antikapitalist hareket gün geçtikçe büyüyor, işte Fransa, İngiltere, Yunanistan, Latin Amerika, Irak direnişi…
Dünya'da gerçekten bambaşka şeyler olurken bunları anlamamak çok büyük bir hata. Türkiye de dahil olmak üzere dibe vuran bir şey olduğu doğru. O da, gelişen antikapitalist hareket karşısında tutucu, milliyetçi davranan sol. Savaş karşıtı yüzbinleri, Barışarock'taki onbinleri, savaş karşıtı gösterilerde "biz antikapitalistiz" diyenleri beğenmeyen sol. Oysaki her mücadele dönemi kendi aygıtlarını mücadelenin düzeyine göre üstelik önceki kuşakların mirasından öğrenerek geliştirir.

Mücadele içinden gelişen aygıtlar
Sendikalar ya da "bütünü kapsayan" mücadele aygıtları birkaç devrimcinin masa başında yaptıkları toplantılarla kurulamaz. Ne 70'lerin DİSK'i ne de 90'ların KESK'i bu şekilde kurulmadı. DİSK, dönemin radikalleşen koşullarında bizzat işçiler tarafından bir zorunluluk olarak kuruldu. KESK ise, yeni liberalizmin saldırılarının yoğunlaştığı bir dönemde, kamu e-mekçilerin mücadele aygıtı olarak ortaya çıktı. Bütün bu koşullarda elbette solcular, sosyalistler başı çekti. Ancak, iki örgütü de yaratan güç işçi sınıfının ihtiyaçlarının basıncıyla ve bizzat sınıf tarafından kurulmuş olmalarıydı.
Dünyada yepyeni, mücadeleci, neşeli, umutlu ve yenilgi yaşamamış bir kuşak ortaya çıkıyor. Sendika fikrini anlatanlarsa kafalarındaki yenilgi hayaletine bakarak, belki de mücadele içinde gelişebilecek bir aracın doğumunu yapmak istiyorlar. Ancak, dünyanın içinde bulunduğu durumda, bir avuç solcunun öğrencilere sendika kurması yalnızca bunun bir ölü doğum olacağını değil, aynı zamanda yanlış fikirleri ve mücadele anlayışı nedeniyle müca-dele etmek isteyen yığınlar önünde engel oluşturacağını da gösteriyor.
Bütün bunlara rağmen, yeni liberal politikalara karşı, yenilgi yaşamamış bu yepyeni kuşağın enerjisini bir araya getirmek gerekiyor. Genç-Sen'in "klasik sol" söylemleri yüzünden 24 maddesinde kendine yer edinemeyen medikolarımızın kapatılmasına karşı, kitleleri barındıran bir kampanya inşa etmekle bunun ilk adımını atabiliriz. Bütün üniversitelerde yerel "Medikomu Vermiyorum" kampanyaları inşa ederek, sağlık emekçileri ile beraber, muhalefeti geliştirmeyi değil, somut hedefini kazanmayı hedefleyen bir hareketi inşa edebiliriz. İşte böylesine yığınsal ve bu saldırıyı püskürtebilecek güçte bir kampanya inşa edersek; yığınlar, mücadele içinde, kendi ihtiyaçları doğrultusunda, kendi öz örgütlerini de yaratacaklardır.
Saim GÜREL



YORUM
Kazanmak için mi,
protesto etmek için mi?
Türkiye’de sendikal hareketin durumu iyi değil. Bunu söylemek herhalde pek de önemli bir tesbit değil. Sendikalı üye sayısı düşüyor, sol sendikalar ise çokkötü bir biçimde geriliyorlar. DİSK giderek etkisizleşiyor, KESK ise son olarak eğitim işkolunda da yetkiyi kaybetti.
Türkiye’de solda yer alan çok kişi sendikaların bütün dünyada gerilediğini anlatıyorlar. Bu doğru değil. Bu bütünüyle Türkiye’deki durum için bir mazeret.
Türkiye sendikal hareketi için kamuemekçilerinin örgütlenmesi çok önemliydi. Egemen sınıfın devleti küçültmeye, ucuzlatmaya çalıştığı bir sırada kamu emekçilerinin “grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı için” harekete geçmesi çok önemliydi.
Kamu emekçileri uzun süre örgütlerinde sendika adını dahi kullanamadılar. Ama mücadele giderekbüyüdü, etkinleşti. Hareketin bu ilk aşamalarında “demokrasi mücadelesi” belirleyiciidi çünkü sendikal örgütlenme hakkı için mücadele ediliyordu. Emekçiler sendikalaşmanın yararlarını görerek bu mücadeleye omuz veriyor, sendikalaşma mücadelesini yürüten derneklere ve sendikalara katılıyorlardı.
Ancak bir mücadele uzun süre kazanmadan devame demez. Sendika hakkı doğrultusunda küçük kazanımlar oldu. Derneklerden sendikalara geçildi ama iş orada tıkandı.
O noktadan sonra tekrar başladı. Ankara’ya git gel eylemleri. Niye gidildiği, ne istendiği belli olmayan eylemler. Bu arada zaman zaman grev silahı kullanıldı. Kimi genel grevler gerçekten etkin, çok etkin oldu. KESK bu mücadelelerin içinden doğdu. Yürüyüşler, mitingler üye kazanmanın aracı oldu.
Ama yukarıda da söylendiği gibi tekrar hareketi zayıflatmaya başladı. Kazanmakiçin değil protesto etmek için eylemler yapılmaya başlandı ve bunun sonucu olarak hareketin dinamikleri törpülenmeyebaşladı ve sonunda eylemlerin gücü zayıfladı.
DSP-MHP-ANAP hükümeti kamu çalışanlarıiçin grevsiz, toplu sözleşmesiz sendika yasasını çıkartma görüşmelerini başlattığında artık KESK’in güçlü ses çıkarabilecek bir durumu yoktu. Tam tersine hükümetin işbirlikçisi, faşistlerin kontrolündeki sahte sendika, Türk Kamu Sen yasayı “hiç yoktan iyidir” diye destekledi.
Yasanın çıkmasından önceki son gösteri çok üzüntü vericiydi. Çoğu KESK üyesi dahi olmayan bir avuç devrimcinin gösterisiydi ve yasa grev ve toplu sözleşme hakkı vermeden çıktı!
Sendika yasasının çıkması ile birlikte KESK’in önceki mücadelesi bir anda kesildi. “Grevli toplu sözleşmeli sendika mücadelesi” tarih oldu onun yerini “toplu görüşmeler” öncesi ve sonrasının küçük, etkisiz, ne için yapıldığı dahi belli olmayan eylemlerine bıraktı. Zaten Türk Kamu Sen en çok işkolunda yetkiliolan sendikaydı. MHP’nin iktidarda olduğu bir dönemde bu belki, normaldi ama daha sonra AKP hükümeti döneminde de Türk Kamu Sen bu çoğunluk durumunu sürdürdü ve 2006’da eğitim işkolunda da çoğunluğu aldı.
KESK’e gelince, eylemler artık bir kazanmak için olmaktan tamamen çımış, protesto biçimini almıştı.
Böyle olunca da katılım her eylemde biraz daha düştü. Eğiitm Sen’in kapatılmasına karşı eylemler bunun iyi bir örneği. 2006 yılında Türk Kamu Sen mitingi ilk kez KESK mitinglerinden daha kalabalık oldu.
KESK’in bu gerileyişi sadece yönetimlerinin bakışından dolayı değil. KESK’te muhalefette olan sol gruplar da KESK’i hergeçen gün sendika olmaktan çıkaran bir tutum içindeler.
KESK içindeki bütün sol grpular için KESK bir sendika olmaktan çok protestoların ifade edileceği bir örgüt. Birçok solmitingde olduğu gibi katılımın azlığı ya da çokluğu önemli değil. Çünkü nicelik değil nitelik önemli. Ne var ki Çalışma Bakanlığı açısından ise nitelik değil, tersine nicelikönemli,. Bu nedenle KESK giderek “toplu görüşmeler” sürecinin de dışına düşmkte. Zaten “meşru hakkımız” olan grev bütünüyle unutulmuş durumda.
Şimdi 14 Aralık’ta KESK greve çıkacağını söylüyor ama önce “referandum” yapılıyor. Referandumlar bir başka göstermelik “eylem” biçimi olarak KESK tarafından benimsendi.
Sinan BULUT