Sosyalist İşçi 264 (2 Aralık 2006)

 

Sayfa 10 :


TİYATRO: Şehir tiyatroları 1 YTL
Ucuz sanat değersiz mi?
İstanbul Şehir Tiyatroları 1 Aralık 2006-1 Şubat 2007 tarihleri arasında bilet fiyatlarının 1 YTL'ye düşürdü. Öğrenciler için ise 50 krş. Engelliler ve refakatçileri ise 25 YKr ödeyecek.
Şehir Tiyatroları’nın bu indirim kararı özel tiyatrolar tarafından büyük bir tepki ile karşılandı. Özel tiyatro yetkilileri kararı “haksız rekabet” olarak değerlendiriyor.
Oyun yazarları ise telif haklarının düşeceğini söyleyerek kararı protesto ediyorlar.
Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği adına konuşan Üstün Akmen ise Şehir Tiyatroları'nı 'ucuz popülizm'le suçluyor.
Tiyatro İstanbul sözcüsü Gencay Gürün ucuzluğun sadece 2 ay için olması nedeniyle bu uygulamayı anlamadığını söylüyor. Gürün’e göre dünyada bunun bir benzeri yok. Gürün bu uygulamaların sonucunda “tiyatronun yavaşca gündemden kaldırılması” olarak da yorumluyor.
Ünlü tiyatro oyuncusu ve kenterler Tiyatrosu’nun sahiplerinden Yıldız Kenter ise “ 1 YTL'ye simit alınmıyor bugün Türkiye'de. Böyle bir şeyi belli oyunlar için satış promosyonu gibi yaparsınız. Aylarca sürecek böyle bir uygulama çok büyük bir haksızlık yaratıyor. Bu memlekette her şey bu kadar pahalı da sanat mı bu kadar ucuz? Bir tek sanatı mı bu kadar ucuz görüyorlar. Sanat aksine pahalı bir iştir, para ödenerek gazete, kitap alınmalı, tiyatro, bale, konser izlenmeli.” diyor.
Yıldız Kenter’e göre Şehir Tiyatroları yöneticileri “sanatı ucuz görüyor”.
Bir başka ünlü tiyatro oyuncusu ve tiyatro sahibi Müjdat Gezen’de çok kızgın. “önce devlet özel tiyatrolara yardımı kesti. Şimdi de kendi güdümündeki tiyatroda biletleri 1 YTL'ye satmak gibi bir uygulamaya gidiyor. Bu bir kültür politikası ve bana kalırsa altında yatan amaç tiyatroyu, operayı yok etmek. Ben temel amaçlarının bu olduğuna inanıyorum” diyor.
Tiyatro Kare’nin sahibi Nedim Saban ise “İstanbul gibi alım gücü yüksek olan bir metropolde tiyatronun 1 YTL'ye düşürülmesi bir katliamdır. Bu, sanat artık değersizdir anlamına geliyor” diyor.
Oyun yazarı Adalet Ağaoğlu’da Şehir Tiyatroları yöneticilerin yazarlara haksızlık ettiklerini söylüyor. Adalet Ağaoğlu’na göre “ödeneği olmasına rağmen en çok ana yaratıcıya, yani oyun yazarına zarar veriyor” diyor ve ekliyor “Bu uygulamayı protesto ediyorum” diyor.
Eleştirmen Üstün Akmen ise “Fiyatı 1 YTL'ye indirerek haksız rekabetin cılkını çıkarmak ucuz popülizmin ta kendisidir. Bu nedenle tiyatroların kaliteli seyircisi yok olacak. Tinerciler, berduşlar kendilerine iki saatliğine sıcak bir mekân bulacak. Bilet fiyatları eski fiyatına çıktığında 1 YTL'ye alışmış seyirci gelmeyecek” diyor.
Özel tiyatroların zor koşulları açık. Hiçbir kamu desteği almadan yaşamaya çalışmak zor. Ama Şehir Tiyatroları’nın sadece 2 ay sürecek sembolik bir indirimine budenli ağır eleştirilerle karşı çıkmalarıise anlaşılır gibi değil.
Dünyanın her yerinde tiyatrolar böylesi sembolik indirimler yaparlar. Bunun “sanat düşmanlığı” olarak görülmesi, “ucuz popülizm” olarak değerlendirilmesi aşırı eleştirel bir tutumdur.
Özel tiyatrolar Şehir Tiyatroları’nı 1 YTL kararı nedeniyle eleştirmek yerine kendilerine destek veelmesi için kampanya yapmalıdır.
Kabul etmek gerekir ki 1 YTL bilet fiyatı hiç tiyatroya gitmemiş bir kesimi tiyatroya çekecektir ve bu olumludur. Ama özel tiyatrocular bu kesimi “tinerciler ve berduşlar” olarak değerlendirmektedir.
Özel tiyatrocuların bu tutumu ne denli seçkinci olduklarını gösteriyor. Oysa tiyatroya hangi nedenle olursa olsun “tinercilerin ve berduşların” gelmesi olumludur. Onların da tiyatrı seyretme hakları yok mu?


SİNEMA: Rosa Lüksemburg
Bir devrimciyi ve bir devrimi tanımak için
"Sonyoşa, insan uzun süre hapiste kanlıca kahroluyor. Nasıl oluyor da insanlar başkalarının yaşamı hakkında karar verebiliyor?".
Film Rosa Lüksem-burg'un hapishane avlu-sunda, soğuk ve karlı bir günde dolaşırken yazdığı bir mektuptan alınan bu sözlerle başlıyor.
Margarethe von Trotta'nın bu filminde, Rosa Lüksemburg'u Barbara Sukowa canlandırıyor. Sukowa, bu rolüyle, Cannes fil festivalinde en iyi kadın oyuncu ödülünü de aldı.
1986 yılında Almanya'da çekilen film, Türkiye'de de gösterime girmişti. Filmin yönetmeni, Katharina Blum'un Çiğnene Onuru (1975), Christa Klages'in İkinci Uyanışı (1978), Kurşun Yıllar (1981) gibi filmleri de yapan Margarethe von Trotta, Rosa Lüksemburg'da çok başarılı esere imza atıyor. Filmin başarısı, çağının ne önemli politik ismi olan Rosa'nın yaşamını bir bütün halinde ve nesnel bir biçimde aktarabilmesinde yatıyor. Rosa Lüksemburg'un sıkıntıları, aşkları, göçleri, politik etkisi, mücadeleden asla vaz geçmeyen yapısı, Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı sosyal çöküntü ama aynı zamanda yine savaşın içinde patlayan sosyal hareketler, bir aktivist, bir işçi lideri olarak Rosa'nın hitabet yeteneği, teorik çalışmaları, Alman Sosyal Demokrat Partisi içinde yozlaşmaya karşı verdiği mücadele, Almanya'nın savaşa katılmasına Karl Liekbechnet'le birlikte karşı çıkışları, Rusya'da patlayan işçi devrimini selamlaması, Almanya'da Rus devriminden sonra başlayan devrime, hem de bu devrimin erken olduğunu bilmesine rağmen tüm gücüyle destek vermesi, hapishane yılları, çiçek sevgisi, insan sevgisi…kısacası Rosa Lüksemburg'la ilgili her şey, bu filmde etkileyici bir biçimde ve çok başarılı bir sinemasal dille aktarılıyor.
Digital Kültür'den, Politik Sinema kategorisinde çıkan bu vcd'yi mutlaka izlemek gerekiyor. Rosa'yı tanımak, işçi sınıfına adanmış bir yaşamın etkisini görebilmek için.
Rosa Lüksemburg
Yönetmen: Margarethe von Trotta, Oynayanlar, Barbara Sukowa, Daniel Olbrychski,
Şenol KARAKAŞ


KİTAP: Öldür, öldür, öldür
“32 yaşında psikopat bir katilim”
"32 yaşında psikopat bir katilim." diyerek tanımlıyor kendisini Jimmy Massey. Çocukken en büyük zevki oyuncak silahı ile Ramboculuk oynamak iken Deniz Kuvvetleri'ne yazılarak kendince Rambo olmanın ilk adımını atmış.
Eğitimi süresince yaşadıkları tahmin edilebilir olmakla beraber mide bulandırıcı. En yakın dostunun tüfeği olmasını beynine kazıyan ve kendisinin sivilleri hala potansiyel 'av' olarak görmesini sağlayan bir eğitimden geçer. Ardından uzunca bir süre devlet liselerinden, kafelerden, sokaktan Deniz Kuvvetleri'ne asker toplamakla görevlendirilir. Sabıkalılar, uyuşturucu bağımlıları, dışlanmışlar, para kazanmak için her şeyi göze almış olan insanlar onun ve Deniz Kuvvetlerinin son derece uygun adaylarıdır.
Ve Irak... ramboculuk vakti. Kahraman olmaya kendisinden bin kat daha hevesli bir takımın kaptanıdır artık. Bir yandan viski içip bir yandan etrafa kontrolsüzce kurşun saçan, içinde bulunduğu durumu bilgisayar oyunu, elindeki dakikada yüz mermi yağdıran silahı da oyun konsolu sanan Amerikan askerlerinin bir soykırım gerçekleştirirkenki rahatlıklarını, bundan zevk duymalarını, karşılarında can çekişen Iraklı sivilleri kayıtsızca izlerken dalga geçebilmelerini insanın aklı almıyor.
"... 'vay anasını! Havada uçan cesetleri gördünüz mü?' diye sordum, hala ipnotize edilmiş gibiydim. 'Dostum, bu çok acayipti!' diye cevap verdi Onbaşı Sutters.'Haydi, bir daha... uçurun her yanı' dedi onbaşı Stivers, büyülenmiş bir biçimde. Adamlar, kadın ve çocuk; hepsi ölmüştü."
Okudukça tüm anlatılanın kurgu olmasını veya psikopat bir katilin vahşi rüyası olmasını diliyorsunuz. Sivilleri av, tüfeği dost, kadını seks makinesi olarak gören ABD ordusu askerlerini ve dönen dolapları lafı dolandırmadan anlatmış Jimmy Massey. İçinde büyük bir hesaplaşma olduğu anlaşılıyor. Irak'a girdikleri andan itibaren yoldan geçen kadın, erkek, çocuk ayırt etmeksizin her sivili öldürmelerinin ve ordu içindeki birçok pisliğe göz yummasının hesaplaşması.
Jimmy ABD ordusunun Irak'ta yaptıklarının bir soykırım olduğunu kabul ederek evine dönüyor ama geride hala rambo olmak isteyen binlerce asker var. Irak halkı kendilerine özgürlüğü, daha iyi bir yaşamı getirdiklerini iddia eden askerler tarafından bir bir öldürülmeye devam ediyor.
Meltem

Öldür, öldür, öldür
Jimmy Massey, Natasha Saulnier;
Çeviren: Algan Sezgintüredi,
Versus Kitap Yayınları; İstanbul, 2006


SİNEMA: Amatörlerin başarısı
Dondurmam Gaymak önemli bir film. Bütünüyle amatör oyuncuların yer aldığı Dondurmam Gaymak anlatmak istediğini çok iyi anlatıyor.
Küreselleşen dünyada Muğlalı bir yerel dondurmacının dondurma tekellerine karşı direnişi filmin konusu. Çok sade, basit bir anlatımı var. Bir başka deyişle bakkal süpermarkete karşı. Aslında her an, her gün çevremizde yaşanan bir sınıf mücadelesi bu. Tekel geliyor ve küçük esnaf iflas edip batıyor. Kayboluyor.
Dondurmam Gaymak’ın yönetmesi Yüksel Aksu. Hikayesini hem güzel anlatıyor hem de iyi anlatıyor.