Sosyalist İşçi 265 (16 Aralık 2006)
Sayfa 6-7: Orta Sayfa
Havada devrim kokusu var
Lübnan
Gilad Shalit, Ehud Goldwasser ve Eldad Regev. Bu isimleri bugün kaçımız hatırlıyoruz bilinmez ama, bugünlerde Lübnan sokaklarını dolduran, emperya-lizme ve yoksulluğa karşı milyonlarca kişinin katıldığı gösteriler düzenleyen, bütün dünyanın gözlerini Beyrut sokaklarına diken olayların başlaması bu üç İsrail askerinin Hizbullah tarafından alıkonulması ile başladı.
Bu olay üzerine İsrail 12 Temmuz 2006'da, Hizbullah'ın üç İsrail askerini yakalamasını ve yine Hizbullah'ın İsrail'e füze atmasını bahane ederek Lübnan'a karşı aslında önceden planlanmış bir saldırı başlattı.
33 gün süren saldırıda 1500 Lübnanlı öldü, yüz binlercesi yaralandı, mil-yonlarca dolarlık hasar meydana geldi, işsizlik %34'e çıktı, yüz binlerce Lübnanlı göç etti.
İsrail'in asıl amacı
Bahanelerin arkasında yatan gerçeklere bakarsak, aslında bu saldırı sadece Hizbullah'a değil, tüm Lübnan halkına yönelik yapılmış bir saldırıydı. İsrail ve onun ABD'deki müttefiklerinin bu saldırıdan beklentisi, Şiilerin bu savaştan dolayı Hizbullah'ı suçlaması ve Lübnan hü- kümetinin ve Lübnan'ın politik olarak parçalaması, ayrıca bu sayede Hizbul- lah'ın müttefikleri İran ve Suriye'nin de zayıflatılma- sıydı. Böylece İsrail, son bir hamle daha yapıp Lüb- nan’ı işgal edebilecekti. Fa- kat sonuç, Bush ve İsrail'in beklediği gibi olmadı.
Saldırının üzerinden haftalar geçti, ancak Lübnan bir türlü parçalanmadı. Saldırının başlamasından on yedi gün sonra İsrail, elit Golan Tugayı'nı, bir hafta önce aldıklarını iddia ettikleri Lübnan'ın güneyindeki Bint Jbeil kentinden çekti.
İsrail ve ABD'nin planları suya düştü
İsrail ve ABD için muhteşem bir askeri ve politik kazanç olacağı düşünülen süreç tersine sonuç veriyordu:
Herkes ifadesini değiştirmeye başladı. İlk başlarda Hizbullah'ı ezmekten bahseden İsrail, artık Hizbullah roketlerinin menzillerini İsrail'in kuzeyindeki yerleşimlerin dışında tutmaktan bahsediyordu. Yalnızca bir hafta önce Washington'un bir ateşkes çağrısını veto ettiği günlerde dünya kamuoyunun görüşüne neredeyse dil çıkaran ABD dışişleri bakanı Condoleezza Rice, bölgeye hareket ediyor ve her iki tarafın da katlanmak zorunda olduğu "büyük fedakarlıklardan" bahsediyordu. Durumu görmezlikten gelmeyi ve "aşırı" tepki hakkında söylenmeyi tercih eden Avrupalılar, artık İsrail'in sivillere karşı yürüttüğü vahşet ve katliamın gerçekten kınanmasını istiyordu... Ve "Arap dostlar" yine içinden çıkılmaz bir durumdaydı. Halklarının giderek yoğunlaşan öfkesi ile karşı karşıya kalan Araplar, İsrail'i nasıl kınadıklarını ifade etmeye uygun, öfkeli ve çarpıcı bir söylem bulmak için birbirleriyle yarışıyordu.
Üstelik Hizbullah, ABD ve İsrail'in beklentisinin tam tersine, bütün Lübnan halkı ve Arap dünyasının gözünde daha prestijli bir örgüt haline geldi. Beyrut Araştırma ve Bilgi Merkezi, İsrail'in saldırısından birkaç hafta sonra bir araştırmanın sonuçlarına göre, Lübnan halkının %42.2'si Hizbul- lah'ın iki İsrail askerini yakalamasını, %87'si ise İsrail'e karşı sergilediği direnişi destekliyordu.
Ve ateşkes…
11 Ağustos 2006'da, savaş başladıktan 30 gün sonra BM Güvenlik Konseyi 1701 no'lu çözümü geçirerek ateşkes çağrısı yaptı ve 14 Ağustos 2006'da ateşkes imzalandı.
Ateşkesin 14 Ağustos'ta imzalanmış olmasının tek nedeni ise, Birleşmiş Milletler'in bunu yapma gücüne sahip olması değil, sadece Bush ve İsrail'in, Hizbullah'ı silahsızlandırma amaçlarını gerçekleştiremeyeceklerini anlamış olmalarıydı.
Böylece tarihte ilk kez, İsrail bir Arap gücünü kendi sınırları içinde yok etme girişiminde başarısız oldu.
Savaşın ardından Lübnan
Bu savaş ve kazanılan zafer, bir tarafta sağcı hükümet taraftarları ile diğer tarafta Hizbullah, daha küçük Şii Parti Emel, Komünist Parti ve Özgür Yurtsever Hareket arasındaki çelişkiyi daha da derinleştirdi.
2005 yılının Mayıs-Haziran aylarında yapılan seçimlerde, Hizbullah, 128 kişilik parlamentoda Şiilere ayrılan 27 sandal- yenin 14'ünü kazanmış ve hükümette bakanlık almıştı. Bu bakanlar, Hizbullah'ın, bu hükümetin istifa etmesi ve yerine Ulusal Birlik hükümetinin kurulması gerektiği talebinin reddedilmesi üzerine Kasım ayının başında istifa ettiler. Ve arından Hizbullah bu talebini Lübnan halkı ile birlikte daha güçlü bir
şekilde dile getirmek ve gerçekleşmesini sağlamak için kitle gösterileri çağrısı yapacağını açıkladı.
Gemayel suikasti
Kasım ayının ortasında ülkenin en büyük Hıristiyan ailelerinden birisinin oğlu olan ve hükümette Sanayi Bakanlığı yapan Pierre Gemayel'in, Beyrut'un kenar mahallelerinden birisinde bir suikaste kurban gitmesi, bu gösterilerin başlamasını bir süre geciktirdi, fakat engelleyemedi. 14 Mart koalisyonundan oluşan ve ABD tarafından desteklenen hükümet, bu gösterilerin düzenlenmesi durumunda iç savaş çıkabileceği tehdidinde bulundu. Bush, Avrupa Birliği ülkeleri, arka arkaya, Sinyora hükümetine olan desteklerini açıkladılar. Ülkedeki sağcı güçler Gemayel suikastini, ülkedeki emperyalizme ve neo-liberal politikalara karşı yükselen muhalefeti bastırmak için kullanmaya çalıştılar.
Amerika
vazgeçmiyor
Amerika ve müttefikleri, Lübnan hükümetini, İsrail'in yarım bıraktığı işi tamamlamaya, yani Hizbullah'ı ve direnişi silahsızlandırmaya zorlu-yor. Hizbullah'tan Abu Zeinab ise, "Temel çatışma noktası ulusal birlik" diyor. "Politik durumda yeni bir denge yaratamaya çalışı-yoruz. Dolayısıyla ya bir ulusal birlik hükümeti kuracağız, ya da erken seçim yapılacak."
Zeinab, muhalefetin ta-leplerinin, savaş sırasında direnen ve İsrail'i yenilgiye uğratan kitlelerin talepleri olduğunu söylüyor. "Bütün ulus, sivilleri öldüren, insanların evlerini ve köprüleri bombalayan bir düşmana karşı birleşti. Düşman Lübnanlıları birbirine düşürmeye ve bir bütün olarak halkın direnişe karşı gelmesini sağlamaya çalıştı. Fakat başarısız oldu".
Lübnan muhalefeti sokaklarda
Ancak, kısa bir ertelemenin ardından, başta Hizbullah olmak üzere, Lübnan muhalefetini örgütleyenler geçen hafta Beyrut'ta, Ulusal Birlik hükümeti kurulması ya da erken seçime girilmesi talebiyle herkesi gösteriler yapmaya çağırdılar. O gün 1 milyondan fazla kişi Beyrut sokaklarını doldurdu (Lübnan'ın toplam nüfusu 4 milyon). Yoksul mahallelerden gelenler yürüyerek, diğerleri arabalarıyla kente girdiler. Ardından şehir merkezi işgal edildi ve her yerde çadırlar kuruldu. Her akşam bu çadırlarda binlerce insanın katıldığı gösteriler, toplantılar yapıldı, bu çadırlar aynı zamanda, Lübnan'daki politik tartışmaların merkezi haline geldi.
Hükümetin iç savaş tehdidine rağmen, hükümetin gösterilere mezhepçilik bulaştırma tehdidi geri tepti. Eylemlere her mezhepten herkes katılıyor. Bu arada, milyarder Saad Hariri'nin taraftarları bir grup göstericiye ateş açtı ve genç bir metal işçisi öldürüldü. Fakat provokasyonlara rağmen, protestocular
misillemede bulunmayı reddetti.
Eylemi örgütleyenlere Sünni partiler de katıldı. Hareket büyüdükçe, Beyrut'tan birçok Sünni de gösterilere katılmaya başladı.
Geçen yaz İsrail saldırısı karşısında hükümetin
gösterdiği hareketsizliğe tepki duyan ve direnişin kazandığı geniş halk desteğinden coşku duyan geniş kitleler, iktidarı dini gruplar arasında basitçe yeniden bölüştürme
stratejisini de sorgu-lamaya başlıyor.
Uzlaşma peşinde olan muhalefet liderleri bir ulusal birlik hükümeti talep ediyor. Ama gösterilerin yarattığı ivme, çok daha kapsamlı talepleri de gündeme getirmeye başladı.
Ulusal birlik çağrısı yapan resmi sloganların yerini, mezhepçiliğe dayalı sistemin ve yolsuzluğun ortadan kaldırılması,
ücretlerin artırılması ve yoksulları vuran yeni verginin geri çekilmesi gibi talepler alıyor.
Geçtiğimiz Pazar günü yapılan gösterilere ise iki milyondan fazla kişi katıldı.
Lübnan'da bu hareketin önünü açan, yaz aylarında İsrail'e karşı sergilenen direniş ve kazanılan zaferdir. Lübnan'da hala her şey mümkün, devrim de olabilir, hareket geriye de
çekilebilir. Ama ne olursa olsun, Lübnan bize önümüzdeki olanakları ve olasılıkları göstermesi açısından çok iyi bir örnek oluşturuyor.
Nasrallah'ın eylem çağrısı konuşmasından...
"Kendisine ait demokratik kuralları, özgünlüğü ve çeşitliliği olan Lübnan, tek bir grup ya da tek bir koalisyon tarafından yönetilemez. Bu nedenle, bu krizi, bölgesel olarak giderek daha da zorlaşan ve uluslararası alanda da giderek daha tehlikeli hale gelen zorlu iç sorunların ışığında çözmek için, bir ulusal birlik hükümetinin kurulması çağrısı yaptık ve hala yapıyoruz. Eğer Lübnan'ın bağımsız-lığını ve egemenliğini korumak ve Lübnan'ın herhangi başka bir devletin yönetimi altına girmesini önlemek istiyorsak, ülkede güvenliği, istikrarı ve barışı sağlayacak kurumların varlığını kanıtlamamız gerekiyor. Eğer, bu boğucu sosyo-ekonomik krizi çözmek için ciddi bir iş birliği yapmak istiyorsak, eğer, bütün partilere gerçek temsiliyet hakkı vererek ve hepsinin ülkenin yönetiminde gerçekten söz sahibi olmasını sağlayarak politik krizi çözmek istiyorsak, eğer daha başka pek çok kriz ile başetmek ve yerel, bölgesel ve uluslararası olarak karşı karşıya olduğumuz mücadeleleri göğüslemek istiyorsak, o zaman, iş birliği yapmalı, güçleri-mizi ve çabamızı birleştirmeliyiz, ve bunu yapmanın tek yolu, gerçek bir ulusal birlik hükümeti kurmaktır."
Her yer Lübnan olabilir
Amerika 11 Eylül'ü bahane ederek önce Afganistan'ı, ardından Irak'ı işgal etti. Bu işgallerle aynı anda, hatta ondan da önce örgütlenmeye başlayan savaş karşıtı hareket içinde ve genelde şu tartışma hep yaşandı ve yaşanıyor: Peki Amerika çekilirse ya da yenilirse ne olacak? Lübnan'da bugün yaşananlar, Amerika'nın yenilmesi ya da savaş karşıtlarının da payının olduğu bir hareket sonucunda çekilmesi durumunda nelerin olabileceğini çok iyi gösterdi. Yaz aylarında İsrail'e ve aslında ABD'ye karşı Lübnan direnişinin kazandığı zafer, bugün Lübnan muhalefetinin önünü açtı. Lübnan halkı sadece emperyalizmin Orta Doğu'yu terk etmesini değil, daha demokratik koşullarda yaşamayı, yoksulluk ve yolsuzluğun engellenmesini istiyor. Yani, İsrail'e karşı sergilenen direniş, Lübnan halkının daha iyi yaşam koşullarına ilişkin talebiyle birleşip, başka bir Lübnan kurma şansının kapılarını açtı. Bu nedenle, İsrail ve ABD'nin sadece Lübnan'da değil, Afganistan'da da, Irak'ta da, Filistin'de de yenilmesi, hem bu ülkelerin halklarının geleceği, hem de tüm dünyanın geleceği açısından hayati bir öneme sahiptir. ABD'nin bu ülkelerde yenilmesi hem Orta Doğu'daki bütün baskıcı ya da Batı yanlısı rejimlerin devrilip, yerine daha demokratik rejimlerin kurulmasını, hatta devrim olmasını sağlayabilir. O yüzden, yapmamız gereken, 'Amerika çekilirse Irak'ta, Afganistan'da ne olur?' diye düşünmektense, buralardaki direnişlerin kazanması için tüm dünyada ve tabii ki Türkiye'de olabildiğince büyük bir savaş karşıtı hareket inşa etmektir. Lübnan halkı, ABD Orta Doğu'dan çekildiğinde, Orta Doğu halklarının neler yapabileceğini göstermiştir.
Bu, Irak'ta, Afganistan'da, Filistin'de, her yerde mümkündür.
Lübnan'ın yapısı
Lübnan'da Şiiler nüfusun yüzde 40'ını oluşturuyorlar. Şiiler aynı zamanda politik ve sosyo-ekonomik olarak toplumun en dışlanmış kesimi. Hristiyanlar ise nüfusun yüzde 35'ini ve Sünniler yüzde 20'sini, geri kalanını ise Dürziler oluşturuyor.
Politik olarak ise bir yanda Şiileri temsil eden Hizbullah ve Emel örgütü var. General Michel Aoun'un temsil ettiği Özgür Vatansever Hareket, Hıristiyanların yüzde 80'ini temsil ediyor. Üçüncü Cephe'den, eski milletvekili Salim Hoss ve diğer Nasırcılar, Sünni İslamcılarla birlikte Sünni nüfusunun yüzde 40'ını temsil ediyorlar. Talal Arsalan ise Dürzilerin temsilcisi. Yaz ayarlında İsrail’e karşı verilen savaş sırasında ise Hıristiyanların yüzde 80'i, Sünnilerin yüzde 87'si ve bütün Şiiler Hizbullah önderliğindeki ittifakı desteklediler.