Sosyalist İşçi 265 (16 Aralık 2006)

 

Sayfa 9 :


İşçi sınıfı cennete gider

Yıllar önce, bir festivalde oynayan bir filmde, etrafları kuşatılan çöp işçilerinin, süpürgelerinin üzerine binip uçarak kaçtıkları bir sahneyi izlemiştim. İşçi sınıfının gücüne yapılan çok hoş bir vurguydu bu sahne.
Acaba, gerçekten de işçi sınıfının bir gücü var mı?
Kapitalist sisteme karşı son yıllarda yükselen mücadele dalgasında işçi sınıfının rolü ne? Savaş karşıtı hareket, antikapitalist kampanyalar nasıl kazanacak? Savaşı durdurmak için, neo liberal saldırıları püskürtmek için ne yapmalıyız?
İşçi sınıfının gücü
Tüm dünyada büyük mücadeleler yaşanıyor. Savaşa karşı, dünya çapında örgütlenen eylemlerde milyonlarca savaş karşıtı bir araya geliyor. G8'lerin, IMF'nin Dünya Ticaret Örgütü'nün, NATO'nun toplantıları, geniş bir biçimde örgütlenen küreselleşme karşıtı ağların gösterileriyle protesto ediliyor.
Çeşitli ülkelerde sosyal haklara ve ücretlere karşı çıkartılan yasaları durdurmak için gençlerin, liselilerin, öğrencilerin de dinamik bir biçimde içinde yer aldığı eylemler yapılıyor.
Bu eylemlerin içinde işçi sınıfı aktif bir biçimde yer aldığında, harekete liderlik yaptığında, eylemlerin gücü, dünya çapında yarattığı etki, toplum üzerinde egemen olan fikrilerin dağılması hızı benzersiz büyüklüğe ulaşıyor.
Üretimin toplumsal temeli
Önemli olan, sadece bir kampanyaya işçi sınıfı katıldığında o kampanyanın kitleselleşmesi değil. İşçi sınıfının gücü sadece kitleselliğinden gelmiyor. İşçi sınıfının gücü, toplumsal değişimi mümkün kılan kolektif davranma yeteneğinden geliyor. Kapitalizm, küresel ölçekte dev bir sanayi ve hizmet ağı yarattı. Bu ağın işlemesini sağlayan işçi sınıfı. Kapitalizm küresel ölçekte dev bir işçi sınıfı ağı da yaratmış oldu. İster tek bir işyerinde, isterse ulusal ölçekte ya da isterse küresel ekonominin üretim merkezlerinde olsun, hizmetlerin ve malların üretimi için bir başka işçinin çalışmasına bağlı olarak çalışabilen işçilerin üretimi kapitalist sistemde yaratılan tüm zenginliğin temel kaynağıdır.
Hemşire olmadan doktor, hemşirelik okulu olmadan hemşire, öğretmenler olmadan okul, temizlik işçileri olmadan eğitim sistemi, ulaşım işçileri olmadan eğitim işçileri, ulaşım araçlarını üretmeden işçilerin bir yerden bir yere ulaşması mümkün değil. Bunları tek bir işçinin yapması ise imkansız. Kapitalist sistem, sanayi ve hizmet sektörünü merkezileştirirken, farkında olalım olmayalım, kolektif olarak çalışan, kolektif olarak üreten, tek başına bir anlamı olmayan kolektif bir işçi sınıfını da yarattı.
Değişimin sırrı
Belediye otobüslerinde şoförlük yapan bir işçinin gücü, otobüsün kontağını tek başına kapatmasından ya da otobüse el koymasından gelmez. Birinci durumda başka bir şoför kontağı çalıştırabilir, ikinci durumda polisler otobüsü şoförüyle birlikte imha edebilir. Bütün otobüs şoförleri kontağı aynı anda kapattığında ve buna metro, taksi gibi diğer ulaşım araçlarının hizmeti durdurması eklendiğinde, ulaşım felç olur. Kolektif olarak üreten işçi sınıfı, kolektif eylemiyle, toplumun, ekonominin ve siyasetin tüm akışını durdurabilir. Bu akışı değiştirebilir.
Mücadele değiştiriyor
İşçi sınıfının kolektif gücü, kapitalist sistemi toptan yok etme yeteneğini barındırıyor. Sorun, işçilerin bu gücün farkına sadece mücadele içinde varmasında. İşçi sınıfı her an bu gücünün farkında olsa, çöp işçileri, etraflarında polis barikatı kurulduğunda süpürgelerine binip uçmak zorunda kalmazlardı. Çöp işçilerinin eyleminin tüm işçi sınıfının eylemi, tüm gençlerin, kadınların, toplumun tüm ezilenlerin eylemi ve özgürlüğü demek olduğunu bilen tüm sektörlerden işçiler de polislerin etrafına barikat örerlerdi.
İşçi sınıfının toplumu değiştirme gücünü fark etmesi için, egemen sınıfın işçiler üzerinde hakimiyet kuran fikirlerini dağıtacak, toplumu kimin sırtında taşıdığını ve baskıları hangi hareketin kıracağını kanıtlayacak kitlesel eylemler gerekiyor.
Hareket ve işçi sınıfı
1999 yılında kasım ayında Seattle'da Dünya Ticaret Örgütü'nün toplantısını bloke ederek patlama yaşayan ve tüm dünya ezilenlerine kazanma umudunu veren antikapitalist hareketin gücü iki gücü bir araya getirmesindeydi. Bir yanda sendikalar hemen yanında kampanyalar.
İşçi sınıfının kampanyalar içinde aktif bir rol almasının, toplumu köklü bir biçimde değiştirme yeteneği sergilemesinin çok sayıda örneği var. Venezüella'da devlet başkanlığı seçimlerinden ezici bir üstünlükle çıkan Chavez'i destekleyen üç önemli gücün içinde şehir yoksulları ve köylülerin yanı sıra örgütlü işçi sınıfı da var. Yeni sendika konfederasyonu UNT, Chavez hükümeti içinde yolsuzlukların olduğunu bilerek milyonlar işçinin yine de Chavez'i desteklediğini açıkladı. Venezüella'da kalıcı reformlar, örgütlü işçi sınıfının ve yoksulların, hareketiyle gerçekleşiyor.
Bir başka örnek ise Fransa'da yaşandı. "İlk İş Sözleşmesi" (CPE) yasasının gündeme gelmesiyle, Fransa'da yasanın haklarını gasp etmeyi hedeflediği lise ve üniversite öğrencisi gençler ve genç işsizler sokaklara çıktılar. Önce 150 noktada yapılan ve 300 bin kişinin katıldığı eylem, Fransa'da yasaya karşı güçlü bir tartışmayı başlattı. Ardından üniversite işgalleri, lise boykotları başladı. Freansa'da en büyük sendikalar bu eylemlerden etkilendiler. 16 Mart ve 18 Mart'ta işçilerin de katıldığı gösterilere Fransa çapında 1 milyon kişi destek verdi. Sendikalar 28 Mart'ta grev yapacaklarını ilan ettiler. 28 Mart'ta grev ve gölsterilere 5 milyon kişi katıldı. Fransa'da toplumun büyük çoğunluğu yasaya karşı tutum aldı ve yasa püskürtüldü.
Fransa'da, öğrencilerin ve gençlerin enerjileri bir kez işçi sınıfını harekete geçirdiğinde, egemenlerin nasıl geri adım atmak zorunda kaldığını gösterdi.
İşçi sınıfının kitlesel ve radikal eylemlerinin nasıl kalıcı kazanımlarla sonuçlanacağının bir göstergesi de Türkiye'deki savaş karşıtı hareketin 1 Mart 2003 tarihindeki kazanımıdır. Savaş karşıtı kampanya önce gençleri, sol örgüt ve partileri, Müslüman örgütleri harekete geçirdi. Bu hareket, işçi konfederasyonlarının da harekete geçmesi için zorlayıcı oldu. Sendikaların harekete katılmasıyla, 1 Mart'ta ABD'nin 66 bin askerinin Türkiye üzerinden Kuzey Irak'a girmesini amaçlayan tezkere görüşülmesi sırasında, yaklaşık 100 bin kişi Ankara sokaklarında "Tezkereye Hayır" gösterileri yaptılar. Tezkere TBMM'de reddedildi.
Savaşı durdurmak için
ABD'nin işgal politikalarına son vermek için, yaygın kitlesel eylemlere devam etmeliyiz. Bu eylemler, işçi sınıfına mücadele etme isteği vereceği, işçi sınıfını canlandıracağı, işçi sınıfına kazanma umudunu göstereceği için, işçilerin, kendi örgütlerinde birleşmiş kolektif gücünün emperyalist savaş aygıtından daha güçlü olduğunu hissettirmek için çok önemli. ABD, küresel kampanyaların kendi içinde etkili olduğunu, ABD içinde savaş karşıtı hareketin büyük hamleler yaptığını, bu hareketin ABD'deki ezilenleri savaş politikalarına karşı birleştirdiğini ve ABD işçi sınıfının bu hareket içinde aktif bir rol oynamaya başladığını gördüğünde geri adım atmak zorunda kalacak.
Birinci Dünya Savaşı'nda, Rusya'da işçiler devrim yaparak Rus çarlığını devirdiler. İşçi sınıfı iktidara geldiğinde aldığı ilk kara "Savaşa son" oldu. Birinci Dünya Savaşını işçilerin eylemi sona erdirdi.
Bugün de "Başka gir dünyayı", "Savaşsız bir dünyayı" kurmak için, hareket içinde işçi sınıfının güçlü bir biçimde yer almasına ihtiyacımız var.
İşçi sınıfı öğreniyor
Kampanya ve eylemler sırasında işçi konfederasyonları öne atılıyor. Yepyeni bir kuşak, işçilerin mücadele ve örgüt-lenmelerinin ne kadar önemli olduğunu görüyor. Eğitim-Sen koalisyon halinde örgütlenen bir eyleme binlerce üyesiyle katıldığında, başka bir dünyanın kurulması için bambaşka bir gücün ne-rede örgütlendiğinin po-tansiyellerini görüyor. Sokaktaki etkileşim bu-nunla sınırlı da kalmıyor.
Sendikalar da yepyeni bir hareketin, yepyeni bir dinamizmin ipuçlarını görüyorlar. Sokaktaki öfkeyi, uygun kanallar açıldığında insanların ne kadar hızla politik taleplerle mücadeleye atıldığını görüyorlar
Şenol KARAKAŞ


Bence başka bir dünyada…
Anne babaların çocuklarına söylediği "Sakın yabancılara kapıyı açma!", "Sokakta tanımadığın insanlarla sakın konuşma!" gibi cümlelere ancak, eski toplum insanındaki yabancılaşmanın boyutlarını anlatmak için tarihi-belgesel filmlerde rastlanacak.
Doğar doğmaz ışık, ses ve havanın saldırısına maruz kalan insan daha çevresiyle ilişkisini yeni yeni kurmaya başladığı yaşlarda neden 'yabancılar'la konuşmayacağını anlayabilir mi? Yaşadığımız toplumsal modelde bu emir cümleleri mantıklı görünebilir. Çünkü çağımız güvensizlik çağı. Düne güvenmiyoruz; çünkü hangi bilginin bize nasıl aktarıldığından emin değiliz. Bugüne güvenmiyoruz; çünkü yaşadığımız gündelik hayattan çoğumuz memnun değiliz. Geleceğe hiç güvenmiyoruz; çünkü bize yaptıkları, bundan sonra yapacaklarının da garantisi.
Bence erken yaşlarında kafasında 'yabancı' diye bir 'öcü'nün yaratıldığı bir çocuğun akıl sağlığına yönelik bir travmatik tehdittir bu: "En yakınların dışında herkes sana düşman olabilir!". Yıllarca gerçekten de en yakın çevresi; ana, baba, kardeşler ve birkaç yakın akraba veya arkadaş dışında kimseyle doğru dürüst bir iletişim kuramamanın altında bu yabancılaşma da yatıyor olamaz mı?
Sınıfta öğretmenine cevap dahi veremeyen, işyerinde ustabaşına bile karşı çıkamayan, sokakta hiçbir resmi otoriteye itiraz edemeyen bireylerin oluşturduğu bir toplumda elbette bu yabancı korkusunun da etkisi olmalıdır.
Yabancı korkusunun çapı ilerleyen yaşlarda büyür. Örneğin kız kardeşine âşık olan genci sopayla dövme, aynı politik görüşlerden olmayanlara 'kapıyı açmama', dünyanın kimi devletlerini düşman görerek onlarla 'konuşmama' gibi ileri boyutlara varır.
Oysa sosyalistler insanların birbirinden korkup gizleneceği bir toplum önermiyor. Aksine bu yabancılaşmanın maddi temellerini tespit edip ortadan hep birlikte nasıl kaldıracağımıza dair ipuçları veriyor.
Bence, kimsenin birbirinden çıkar elde etme peşinde olmadığı, daha doğrusu, birbirinden elde edilecek bir çıkarın olmadığı bir dünyada çocuklarımız, belki de çok güzel şeyler paylaşabilecekleri 'yabancılara', kapıyı korkmadan açabilecekler.
Cengiz Alğan