Sosyalist İşçi 265 (16 Aralık 2006)

 

Sayfa 12 :

Nerden çıktı durduk yerde nükleer santral yapmak?
Uzun olur nükleer santralin gölgesi
Türkiye'de enerji açığı olduğu artık hepimizin malumu, bilmemek elde değil Enerji Bakanı Hilmi Güler en son her eve bir bardak atık karşılığında güzel güzel nükleer santrallerimiz olacağından bahsediyordu. Hatta bu "güzel" nükleer santrallere o kadar ihtiyacımız var ki onlar olmazsa 2020 yılında Türkiye'de büyük bir enerji açığı olacak ve belki de bir enerji krizi yaşayacağız. Hatta ve hatta sayın bakan o kadar öngörü sahibi bir insan ki açığın kaç yılında tam olarak yaşanacağını bizlere önceden söylüyor. Ne enerji de ne kadar açık olacağından kimse size bahsetmedi mi, canım ona ne gerek var, işte Enerji Bakanlığından yetkililer iki- üç santrale ihtiyacımız var dediler ya… Tam sayıya ne gerek var?
Ayrıca santrallerin gücünden bahsetmemiş olmaları da önemli değil, biz iki-üç tane-cikle bu sorunu aşabilecek bir ülkede yaşıyoruz.
Zaten bir nükleer santralcikten ne zarar gelebilir ki? Alt tarafı Çernobil'deki gibi patlama olur… Patlasa da alt tarafı Çernobil'de yaşananlar yaşa-nır. Bir hatırlarsak; santralden kaynaklanan radyoaktif serpinti 160 bin kilometrekare topra-ğı kirletir, en az dokuz milyon insan etkilenir. Çernobil'de 400 bin kişi evlerini terk etmek zorunda kalmıştı (bizde de oluverir). Çocuklardaki tiroit kanseri 100 kattan fazla artmıştı (zaten Karadeniz'deki çocuklar da hala Çernobil'in etkileri yüzünden kanser olmuyorlar mı, bir tane de Sinop'a yapıveririz yine onlar etkilenir), kazanın maliyeti 352 milyar dolar olarak hesaplanmıştı (AB'ye girersek onlar masrafları karşılar)…
İyi de niye madem bu güzel nükleer santralcikleri istemiyorsunuz?
Gelin bu saçmalıklara bir son verelim; nükleer atıklar yılda her eve bir bardak kadar düşüyor diye arka bahçemizde plütonyum yetiştirmeyelim. Nükleer enerji ömrü yüz binlerce yıl olan çözümsüz ve ölümcül radyoaktif atık üretir. 50 yıllık nükleer enerji deneyi bu soruna çözüm getirememiştir. Ayrıca dünyanın hiçbir ülkesi halen nükleer atıklara çözüm bulamamışken,biz bu atıkları evimize kabul etmeyelim.
Nükleer santral yapımı çok uzundur ve getirisi çok sınırlıdır. Bütün yasal onaylardan geçmiş bile olsa, bir nükleer santralin yapımı ilk elektriği üretene kadar en az 10 yıl sürer. Bugün nükleer enerjinin dünya birincil enerji üretimi içindeki payı sadece %5'tir (Toplam elektrik üretimindeki payı ise % 16).
Nükleer enerji çok pahalıdır. Şüphesiz nükleer elektriğin gerçek maliyeti tesis söküm ve radyoaktif atık maliyetleri hariç tutulsa dahi, rüzgâr gücünden de, biyogazdan da, bazı güneş enerji teknolojilerinden ve jeotermal enerjiden de daha pahalıdır
Nükleer santraller iklim değişikliğine çözüm değildir. Nükleer enerji santralinin yapımı süresince santral inşaatı ve santralin işlemesi süresince uranyum madenciliği ile nükleer santraller aslında iklimin dostu değil, düşmanıdır.
Öyleyse niye diğer ülkeler de durmaksızın nükleer santral yapıyorlar?
Aslında nükleer santrallerin yapımı çoğu ülkede durduğu için nükleer santral lobileri hızla yeni pazarlara açılmaya çalışıyorlar. Örneğin; İtalya, Çernobil faciasından sonra tüm reaktörlerini 1987'deki ulusal bir referandumla kapattı. İspanya'da da şu ana kadar 3 reaktör kapatıldı ve İspanya hızla barışçıl bir enerji olan rüzgâra yöneliyor.
ABD ve Kanada, 1978'den bu yana yeni sipariş vermedi. Avustralya, Küba, Meksika, Portekiz, Yunanistan, İskoçya, Hollanda, İsviçre, Norveç, Endonezya, Vietnam, Tayland ve daha pek çok ülke nükleer planlarını terk etti.
Öyleyse siz ne istiyorsunuz?
Hiç kimsenin çözüm olarak görmediği bir felaketin ilk adımı olabilecek nükleeri bizde istemiyoruz ve yerine bağıra çağıra rüzgârı, güneşi istiyoruz. Biz temiz olanı, ucuz olanı, doğayla dost yalanlarıyla pazarlananları değil doğanın kendisinden geleni; rüzgârı, güneşi istiyoruz.


Yapabiliriz, yapalım!
Bir arkadaşım, Küresel BAK'ın düzenlediği savaş karşıtı bir belgesel gösteriminde, kucağındaki ölmüş çocuğuna sarılan ve gözleri yaşlı bir babayı gördüğünde "biz bu işgali durdurabiliriz diyoruz. Bu adını bilmediğimiz adamın gözündeki yaşları görünce insan bunun olasılıktan, ihtimalden fazlası olduğunu görüyor. Bunu gerçekleştirmemiz gerek." demişti.
***
Geçen hafta, LÖSEV'in (Lösemili Çocuklar Vakfı) broşürü sayesinde, lösemili çocuklar üzerine birkaç çok basit gerçeği öğrenme fırsatı buldum.
Lösemi tedavi edilebilen bir hastalık. Üstelik özellikle çocuklarda başarı şansı çok yüksek. Ancak, tedavisi 3 yıl kadar sürüyor ve tedavi maliyetleri 150-200 bin YTL'yi de aşıyor. Hastaların %87'si yoksul, %11'inin hiçbir geliri yok. Kimi hastaların, hastaneye gidecek yol parası dahi yok. Kemik iliği nakli de tedavi sürecinin kimi zaman bir parçası. Ancak, hastanelerde kemik iliği nakli için 3-3.5 yıl sonrasına randevu veriliyor. Üstelik ne yazık ki, özellikle çocuklar söz konusu olduğunda ayrı bir ilgi ve psikolojik destek gerekirken; lösemili çocukların odalarına televizyon konulmasına bile "tasarruf" gerekçesi ile karşı çıkılıyor. Yirmi hastayla bir hemşire ilgileniyor.
***
Genel sağlık sigortası (GSS) ile bu durum bile ortadan kalkacak. Lösemi hastası olan çocukların aileleri, sadece çocuklarının hasta olması değil, sigorta paketlerinin lösemiyi karşılayıp karşılamayacağı, ilacın ne kadarının sigorta kapsamında olduğu kaygıları da yaşayacaklar. Sağlık kurumlarının özel mülkiyetine sahip olanlar ceplerini dolduracak. Biz mülksüzler ise Erdoğan'dan "çocuğunu da al git" azarları işiteceğiz.
Şimdi, sadece lösemili çocukları bile düşününce, aklıma arkadaşımın o sözleri geliyor. "Biz GSS'yi durdurabiliriz. Bu bir olasılıktan fazlası. Bunu gerçekleştirmemiz gerek."
Ersin TEK