Sosyalist İşçi 267 (12 Ocak 2007)

 

Sayfa 4-5: Orta Sayfa


Emeğin sesi olacak
yeni bir sol için

Partiler yavaş yavaş seçimlere hazırlanıyor. Genel seçimler Kasım ayında yapılacak. Seçimlerden önce yılın ortalarına doğru cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleşecek. AKP'deen CHP'ye, ANAP'tan DYP ve MHP'ye kadar bütün partiler manevralarını yapmaya başladılar.
Cumhurbaşkanlığı seçimi, neredeyse her hafta gerginlik konusu olmaya devam ediyor. Önümüzdeki haftalarda da bu konu tekrar tekrar gündeme gelecek.
Yapay bölünmeler
Özellikle laik cephe, cumhurbaşkanlığı seçimini ölüm kalım meselesi olarak yansıtmaya çalışıyor. Bazen "asarız, keseriz" sesleri, "bazen şeriat cumhurbaşkanlığına kadar yayılıyor" çığlıklarıyla, toplum tümüyle yapay bir sorun etrafında kutuplaştırılmaya çalışılıyor.
Hepi topu meclisin aldığı kararları onaylama ya da veto etme hakkı olan bir kurumun etrafında bu ölçüde bir fırtına kopartılması, bu toplumda yoksulların ve emekçilerin gerçek sorunlarını gölgeliyor.
Sahte sorunlar, gerçek sorunlar
Bu toplumun en büyük sorunu, ne sosyal ne de demokrat olan CHP'nin çığırtkanlığını yaptığı gibi cumhurbaşkanının kim olacağı değil. En büyük sorun yoksulluk.
2005 yılı rakamlarına göre, 18 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
En büyük sorun, eşinin başı türbanlı birisinin cumhurbaşkanı olup olamayacağı değil. Büyük sorun açlık. Türkiye'de yine 2005 rakamlarına göre 1 milyon kişi açlık sınırının altında yaşamak zorunda. Yani televizyonlarda şişirilen parıltılı dünyaların tamamen dışında, bu toplumda 1 milyondan fazla insan, beslenemiyor.
Bu toplumun temel sorunu, milli bir bölünme değil. Yurtsever soldan İşçi Partisi'ne, oradan CHP ve Milliyetçi partilere kadar, temel sorunumuzun ayrılıkçı bölünme olduğu anlatılıyor. Türkiye'de böyle bir sorun yok. Temel sorun, Türkiye'nin, İnsani Gelişmişlik Düzeyi açısından sıralanan 173 ülke arasında 85. sırada yer alması. Her yıl on binlerce insanın intihar etmesi.100 binden fazla seks işçisinin olması. 1 milyondan fazla çocuk işçinin çalıştırıldığı, milli gelirinin yaklaşık 4,5 katı büyüklüğünde, 1 trilyon 236 milyar dolar borcun ödendiği, asgari ücretin 16 yaşından büyükler için brüt 562.50, net 403.03 YTL olduğu bir toplumda Kürt sorununu bölünme öcüsü gibi göstermeye çalışanlar açık yalan söyleyenlerdir.
Türkiye'de ne şeriatçı bir rejim değişimi tehdidi ne de Kürt hareketinden kaynaklı bir bölünme sorunu vardır.
Sorun yoksul büyük çoğunluğun temel sorunlarının görünmesini engelleyen laik-milliyetçi cephenin zaman zaman ırkçılığa zaman zaman ordudan darbe beklemeye varan tutumlarıdır.
IMF'ye hayır!
AKP, beş yıllık iktidarı boyunca çok sayıda yeni liberal politikayı hayata geçirdi. Yani özelleştirdi, sattı, sosyal hakları budadı. En büyük saldırısını ise en sona sakladı. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu toplumun ezici çoğunluğunun kıt kanaat faydalanabildiği sağlık ve sosyal güvenlik haklarını gasp eden bir saldırı. Bu saldırının kanunlaşması, Temmuz ayına ertelendi.
Dünya Bankası başkanı, kanunun Temmuz ayına ertelenmesine hemen tepki gösterdi. "Reformun mutlaka uygulanması gerekir dedi. (Siz bunu "sağlıkta yıkım yasasının hemen uygulanması gerekir" olarak okuyabilirsiniz). Bu toplumdaki gerçek bölünme bu. Sağlıkta yıkım yasasını isteyenlerle yasaya karşı çıkanlar.
Savaşa hayır!
AKP hükümeti elinden geldiğince ABD'nin Afganistan ve Irak işgallerine ortak oluyor. Savaşın Lübnan'ı da aşarak çok daha yayılması olasılıkları var. Türkiye'de halkın ezici çoğunluğu savaşa karşı. Gerçek bölünme de bu. Savaşı isteyenlerle savaşa karşı çıkanlar.
Seçim tartışmaları değil sokakta mücadele
Büyük partiler, yapay gerginlikler yaratarak seçim, cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmalarını şimdiden başlatıyor. Parlamento dışı radikal solda da bu tartışmalar heyecan yaratıyor. Solun heyecanlanması gereken süreç seçim süreci değil mücadele zemini olmalıdır.
Bizim yeni bir sola, emeğin sesi olmayı başaran bir sola, savaşa net bir biçimde "Hayır!" diyen bir sola, Kerinçsizlere, yurtseverliğe, kemalizme ve milliyetçiliğe asla taviz vermeyen, ezilenlerin küresel dayanışmasını her türlü ideolojik motifin üzerinde tutan bir sola, Kürt sorununda siyasal çözüm talep eden ve Kürt halkının yanında politik tutum alan bir sola, IMF politikalarına hiç hilafsız karşı çıkan, sağlıkta yıkım yasasını durdurmak için sokakta mücadele eden, kampanyalar yaparak toplumun emekçi çoğunluğuna güven veren bir sola ihtiyacımız var.
Birleştiren, tüm muhalif güçleri bir araya getirmeye çalışan, küresel her soruna karşı yerel mücadele vermek için örgütlenen, laik-şeriatçı bölünmesinin yapay bir bölünme olduğunu yeni liberal politikalara karşı sokakta verdiği birleşik mücadeleyle gösteren bir sola ihtiyacımız var.
Şenol KARAKAŞ


Yurtseverlik ve sosyalizm
Toplumun en büyük kesiminin milliyetçi olduğu yaygın bir iddia. Solda da bu düşünceyi onaylayanlar giderek çoğalıyor.
Küçük faşist grupla- rın basın tarafından “linç girişimi” diye adlandırılan saldırganlıkları milliyetçiliğin gelişmekte olduğu düşüncesini/iddiasını güçlendiriyor. Oysa faşist saldırganlar gerçekten çok küçük bir azınlık.
Milliyetçiliğin geliş-mesi karşısında solda milliyetçiliğe doğru bir eğilim başladı. Zaten kemalizmin daima etkisi altında olan ve ondan ideolojik olarak etkilenen solun kimi kesimleri milliyetçiliğe eğilimliydiler.
Sol milliyetçiler örneğin özelleştirme-lere karşı çıkarken bunu yeni liberalizme karşı bir mücadele olarak değil de Türk işletmelerinin yabancı sermayeye satışına karşı çıkmak olarak ele alırlar. Oysa emekçiler için patronun Türk ya da Türk olmayan olma-sının hiç bir önemi yoktur. Sol milliyetçiler “bu memleket bizim” derler. “Ya Kürtler?” sorusuna cevap veremezler.
Sol milliyetçilik Kürt sorununda olduğu gibi Ermeni sorununda da sağ milliyetçilerle aynı yere düşer. Örneğin yurtsever TKP Orhan Pamuk’u halkın kendisine güvenini sarsmakla suçlar. Orhan Pamuk’u aynı doğrultuda eleştiren tüm sol milliyetçiler aslında 301. madde ile aynı yere düşerler. Kimileri ise Orhan Pamuk’u sınıfsal bir perspektifle eleştirir. Onun emekçi sınıfları savunmadığını anlatırlar ama asıl dertleri milliyetçiliktir. Ya da pek bilmişcesine iyi bir yazar olmadığını anlatırlar. Gene asıl dertleri milliyetçiliktir.
Kimi sol milliyetçiler rüzgarın milliyetçilikten yana estiğini düşündükleri için yelkenlerinin dolması için milliyetçi olduklarını söylerler. Oysa yaydıkları milliyetçi fikirler onların değil sağ milliyetçilerin güç kazanmasına yol açar.
Bir yandan solda durup diğer yandan milliyetçilik yapanlar ya kazandıklarını geri kaybederler ya da ister istemez sağa doğru ilerlemeye başlarlar.


Milli koalisyoncular
AKP, Tayyip Erdoğan'ın “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır" açıklamasıyla, milliyetçiliğe sert bir dönüş yaptı. AKP, MHP'nin kendi tabanını zayıflatmasını engellemek için bir seçim stratejisi ola-rak milliyetçilik yapıyor.
Ne sosyal ne demokrat
CHP ise çok uzun bir süre önce hem "sosyal" hem de "demokrat" yanlarını bir kenara atmıştı. Deniz Baykal, AKP'nin Avrupa Birliği ve Kürt sorunundaki demokratik açılımların sonucu olarak oluşacağını tahmin ettiği milliyetçi tepkiyi toparlamak için tüm AKP iktidarı boyunca statükocu ve milliyetçi-kemalist politikalar izledi.
CHP daha tehlikeli bir adım daha attı. MHP ile koalisyon kuracağını ilan ederek, faşistlerin seçim barajını aşması için psikolojik destek verdi.
Millicilikten
MHP kazanır

Milliyetçiliğe oynayan ya da yurtseverlik kavramını kullanarak milliyetçiliği sağın elinden almak isteyen tüm partilerin unuttuğu bir gerçek var. Bütün bu partiler milliyetçilik kumarında ufak tefek kazanımlar elde edebilirler. Ama kumar masasından zaferle çıkacak tek parti MHP'dir.
Milliyetçiliğin şu ya da bu şekilde yaygınlaşmasına hizmet eden partiler, milliyetçilik havuzunun gerçek sahibinin MHP olduğunu unutmamalıdır. Sizin bayrağınızda tek hilal vardır, faşistlerin bayrağında üç! Siz "şeriatçıdan cumhurbaşkanı olmaz" dersiniz, faşistler "olursa-nız da" gelir 'indiririz'" der.
Kürt sorununda ne diyeceksiniz?
Soldan milliyetçilik yapanlar, zaman zaman apışıp kalmak zorundadır. Çünkü solda olmanın kazandırdığı duygularla milliyetçilik her zaman bağdaşmaz. Bir yandan Kürt halkına sempati besleyip, devletin bu halk üzerinde acımasız bir baskı kurduğunu düşünürken diğer yandan da Kürtlerin bölücü olduğunu anlatmak zordur. Faşistlerin böyle bir derdi yoktur. Gerekirse Kürt bölgelerinin bir ucundan girip öteki ucundan kıtır kıtır insan keserek çıkmaktan söz ederler.
Eveleme, geveleme
Milliyetçiliğin tamamlayamadığı tezleri tamamlayan tek fikir ırkçılıktır. Solun ırkçılık yapması çok zorken, faşistler milliyetçiliğin bir eyleme dönüştüremediği her fikri ırkçı fikirlerle tamamlayıp eyleme dönüştürürler. Orhan Pamuk Nobel ödülünü kazandığında milliyetçiliğe oynayan sol, eveleyip geveler. Faşistler çok nettir. Fırsatını bulsalar Orhan Pamuk'u linç ederler. Nitekim bu girişimde bulundular da.
İnsanların da aptal olduğunu düşünmüyorsak, kimin ne kadar tutarlı milliyetçi olduğunu, kimin milliyetçi fikirleriyle ne kadar tutarlı eylemlerde bulunduğunu çok iyi gözlediğine inanmak zorundayız.
Bu yüzden milliyetçiliği, yurtseverliği ve bayrağı dert edinen her fikir, bu fikrin gerçek sahibine hizmet eder.


Hepsi yeni liberal
AKP, yeni liberal saldırı programını uygulayan bir parti. 2002 yılında toplu-mun çoğunluğunun çürü-me ve yoksulluğa karşı değişimi isteğinin ürünü olarak iktidara geldi. Bütün iktidarı boyunca esas olarak özelleştirme ve sermayeye yaranma politikalarını izledi.
IMF partileri
Sadece AKP değil, CHP de liberal politikaları savu-nuyor. SEKA, Paşabahçe özelleştirilirken, sağlıkta yıkım yasası geçerken CHP'den gür bir hayır çıkmıyor. Yoksulluğa karşı da CHP'nin sesi çok fazla çıkmıyor. İktidar partisi zaman zaman yoksulluğa karşı mücadeleden daha fazla söz ediyor. Deniz Baykal, geçen hafta Tayyip Erdoğan'a çıkışırken, başbakanın yaptığı açıklamaların iş çevrelerine güven vermesi gerektiğini söyleyebildi!
Savaşın partileri
MHP de yeni liberal. ANAP ve DSP'nin de bu açıdan hiçbir farkı yok! Zaten AKP, DSP-ANAP-MHP hükümetinin ekonomi alanındaki patronu olan Kemal Derviş'in yeniden yapılanma programını devraldı. Mezarda emeklilik gibi işçi haklarına yönelik en ağır saldırılar bu üç partinin hükümeti döneminde yaşandı.
Kamuda çalışanlara grev hakkı tanımayan sahte sendika yasası bu üç parti döneminde geçti.
DYP ise sağın geleneksel partilerinin başında geliyor. Süleyman Demirel'den Tansu Çiller'e kadar, her dönem işçi haklarına yönelik en ağır patron saldırısı-nın uygulayıcısı olan bir parti.
Bu partiler üstelik Türki-ye'nin çıkarları denilen bir illüzyona sığınarak savaşı savunan partiler. AKP ABD ile işbirliğinde. CHP, Türk ordusunun Kürt ha-rekatına izin verilseydi ABD'nin Türkiye üzerin-den Irak'a girmesine ses çıkartmayacaktı.


GÖRÜŞ
Kurban olam
seçim taktiğine
Başbakan Erdoğan, Amerika'da bir gazetecinin "Kıbrıslı Türklerin haklarından söz ediyorsunuz. Siz Kıbrıslı Türklere istediğiniz hakların aynısını Kürtlere vermeye hazır mısınız?" sorusuna "Kürtlerin Türkiye'de hak diye bir sorunu yok ki" cevabını verdi.
Ardından, İstanbul'un (ve herhalde diğer kentlerin) sokakları, bayraklı ve "Kurban olam ayına yıldızına" sloganlı Erdoğan afişleriyle kaplandı.
Aynı Başbakan bir buçuk yıl kadar önce Diyarbakır'a gitmiş ve orada "Türkiye'de Kürt sorunu vardır… Geçmiş hataları yok saymak, büyük devletlere yakışmaz… Kürt sorunu daha çok demokrasiyle, daha çok vatandaşlık hukukuyla, daha çok refahla çözülür" demişti.
Adamın beklenmedik bir şekilde kafayı yemiş olmadığını varsayabileceğimize göre, belli ki başka bir şey oluyor. Ne olduğu belli. Seçimler geliyor. Açık ki, AKP seçimlerde diğer partilerden daha az milliyetçi görünmek ve bu nedenle oy kaybetme tehlikesiyle karşılaşmak niyetinde değil.
İktidara geldiğinden beri AKP; AB, Kıbrıs, Kürt sorunu gibi konularda söyledikleri ve yaptıklarıyla Türkiye tarihinin milliyetçilikten herhalde en uzak hükümet partisi olduğunu tekrar tekrar kanıtladı. O zaman takiye yapmıyordu milliyetçilik konusunda, şimdi yapıyor. AKP milliyetçi bir parti değil. Hem ideolojik kökenleri İslami bir dünya görüşünden kaynaklandığı (ve İslam ulusa değil, ümmete öncelik verdiği) için milliyetçi değil. Hem de sırtını egemen sınıfa yaslamış olduğu ve TÜSİAD'ın talepleri doğrultusunda AB, Kıbrıs ve Kürt sorunlarını çözmek zorunda olduğu için milliyetçi değil.
Türkiye'de milliyetçiliğin medyanın (ve solun) abarttığı kadar yükseliş halinde olduğuna inanmıyorum (seçimlerde MHP ve CHP'nin alacağı oylar kimin haklı olduğunu gösterecek), ama milliyetçiliğin önemli bir unsur olduğu da açık. Belli ki AKP riske girmek istemiyor. Ne olur ne olmaz, milliyetçi seçmene de el sallamak istiyor.
Ben bunlardan iki sonuç çıkarıyorum.
Birincisi, başta CHP, TKP ve İP olmak üzere, dört senedir AKP'nin takiye yapıyor olduğunu, aslında koyu Müslüman ve siyasal İslamcı olduğunu fakat bunu sakladığını iddia edenlerin ne kadar kör olduğu bir kez daha kanıtlanıyor. "Ümmet", "kardeş Müslümalar" filan gibi kavramlar belli ki AKP için hiçbir önem taşımıyor. Hiç rahatsızlık duymadan İsrail'le sıcak ilişkiler yürütebildikleri gibi, hiç kaygılanmadan milliyetçilik de yapabiliyorlar. Tüm diğer partiler gibi. Hiçbir farkları yok.
İkincisi, geçen yaza kadar AKP'ye Kürt sorununda adım attıran, Erdoğan'a "Kürt sorunu vardır" dedirten güçler (Amerika'yı değil, TÜSİAD'ı kastediyorum) seçimlerden sonra tekrar devreye girecek. Ve sorunun çözümünde tekrar adımlar atılmaya başlanacak. Bekleyelim demiyorum elbet, sorunu sürekli gündemde tutmaya çalışmalıyız.
Ama gerçek milliyetçilere her ödün verdiğimizde Kürt sorununun çözümünü daha da zorlaştırdığımızı unutmayalım.
Roni Margulies