Sosyalist İşçi 269 (27 Ocak 2007)
KİTAP
Bugün pazar, Yahudiler azar
Bir zamanlar buradaydılar
"Bu kitabı İstanbul Yahudilerine bir aşk mektubu olarak düşündüm, öyle planladım, öyle yazdım. Aksanımdan bıyıklarıma, konuşurken yaptığım el kol hareketlerinden ismime kadar, beni ben eden önemli ve önemsiz, anlamlı ve anlamsız pek çok ayrıntıyı, niteliği, özelliği bu cemaatten aldım. Sonra, uzak düştük; hem coğrafi hem de daha başka anlamlarda aramız açıldı; bu kitap bir tür borç ödeme, bir tür teşekkür
." Roni Margulies'in Kanat Kitap'tan çıkan, Bugün Pazar Yahudiler Azar adlı kitabının arka kapağında bu sarsıcı cümleler var.
Margulies, iki kuşak önce İstanbul'a taşınan bir Yahudi ailenin çocuğu. İsrail politikalarına karşı tutumu nedeniyle Türkiye'deki Yahudi cemaati tarafından self-hater (kendi kendinden nefret eden) ilan edilmiş. Buna sebep olan görüşlerini daha kitabın başında açık ediyor yazar: "İsrail'in başlattığı her savaş, işlediği her cinayet dünyanın her yanında kendi halinde yaşayan Yahudileri zan altında bırakır, suç ortaklığı atfeder." Bunu anlayabildiğini; ama mazur görmediğini de ekliyor. Sonra da 1950'lerden, 70'lere, oradan günümüze uzanan bir zaman dilimi içinde İstanbul Yahudilerine ilişkin gözlemlerini anlatıyor.
Margulies, kitabını tamamen azınlık sorunu üzerine kurmasa da, kendi ailesinin deneyimlerinden de yola çıkarak, azınlıkların yaşadıklarına dair çarpıcı olaylar anlatıyor. Yahudilerin Varlık Vergisi'nden sonra bir daha Türkiye'de mülk almadıklarını, paralarını yurt dışındaki bankalara yatırdıklarını anlatıyor.
Margulies "Normal koşullarda bir Yahudi İstanbul sokaklarında korku içinde dolaşmaz ama Yahudiliğin tehlikeli olduğu günleri hatırlar. Türkiye, Edirne olaylarının, Varlık Vergisi'nin, 6 - 7 Eylül'ün bir daha olmayacağı güvenini telkin etmiyor" diyor.
Hepimizin Hrant Dink'in ölümünün şokunu yaşadığı bugünlerde, onun 'soykırım olmuştur' dediği için, Ermeni olduğu için öldürüldüğünü bilmek Margulies'in bu sözlerinin acı bir doğrulanması aslında. Üstelik ne yazık ki aynı tehlike sadece Yahudiler ya da Ermeniler için değil, bu ülkede yaşayan ve 'ben Türk değilim' diyen herkes için geçerli.
Bu kolay okunur, kısa, biraz neşeli, biraz hüzünlü, biraz da politik deneme hem Yahudi cemaati içindeki hem de Türkler arasındaki önyargıları tartışıyor. Bu kitabı okumak için belki de daha anlamlı bir zaman olamaz.
Bugün pazar Yahudiler azar, Roni Margulies, Kanat Kitap, 7,41 YTL
Arife Köse
FİLM
İzlenmemesinde fayda var
Önce diziler başladı. Sonra filmlere geldi sıra. Aynalı gözlüklü, siyah ceket içine kravatsız beyaz gömlek giyen, göğüs kıllarını "cüretkarca" sergile-yerek, omuzlar dik, kollar "aha,az sonra uçacak" dememize neden olacak kenarlara köşeli bir biçimde açılarak yürüyen adamlar kapladı ekranları.
Maço bir dünyanın, ortalama tabirle "mal, mal" bakan adamları, devlet adına çalışan kahraman kılıklı bir baş adamın etrafında töre, namus, uyuşturucu, insan kaçırma, işkence ve öldürme dolu maceralar yaşanır bu dizilerde. Bu tür dizilerin arasında öne çıkan ve geçen yıl 4 milyondan fazla izleyici toplayan Kurtlar Vadisi: Irak ise yoğun bir milliyetçi safsatayla dolu bir film. Kuzey Irak'ta ABD askerlerinin başına çuval geçirdiği bir üsteğmen, durumu kaldıramaz ve intihar eder. İntihar mektubu ise çeteler içinde bir devlet istihbarat ajanı olan Polat Alemdar'a bırakılır. Bir isteği vardır üsteğmenin: çuvalın intikamını almak.
Film de dizisi gibi düzeysiz, baştan sona milliyetçilik propagandası yapan, ABD askerlerinin "canına okuyan" fantastik Türk rambolarıyla dolu.
Öldürme konusunda uzman olan bu adamlar, toplumda öldürme konusunda güçlü bir eğilim yaratan, ritüelleriyle insanları faşist alışkanlıklara yönlendiren, insan ilişkilerini ırkçı temellerde örgütleyen senaryosu ve tüm yapımıyla izlenmemesi ereken filmler listesinin en başında yer alıyor.
Bugünlerde, Kurtlar Vadisi: Terör adlı yeni bir bölümün hazırlandığı duyuruldu. Yeni bir bölüme ne gerek var? Sokakta, Hrant Dink'i öldüren çeteci odaklara meşruluk kazandıran zaten bu türden dizi ve filmler.
Bu filmlere bir yenisi eklendi. Maskeli Beşler Irak. Birinci filmde, hasta ve yoksul bir çocuğa yardım etmek için çabalayan Beşler, bu kez Irak'talar. Birinci filmin sempatisini gişede yeni bir canlanma yaratmak için kullanmaya karar vermişler belli ki. Bu filmde de Beşler bu kez Irak'a gidip, ABD'nin elinde olan bir petrol kuyusunu Türkiye'ye kazandırıyorlar. Maskeli Beşler bu filmde katillerin taktığı kar maskeleriyle geziyor. Bildiğimiz gibi, katiller sahada kar maskesi şehirde aynalı gözlük takarlar.
Toplumdaki savaş karşıtı ruh halini her seferinde milliyetçilikle bölmek isteyen, katliamlar ve insan öldürme üzerinden bazen espri bazen de gururlu milliyetçilik öğeleri geliştirmeye çalışan bu filmlerin oyuncuları, yönetmenleri, senaristleri ve yapımcıları kendilerine en azından tek bir saniye şu soruyu sormalılar: Irak'ta gerçekten ne olup bitiyor? Ölen 650 bin Iraklı bu filmlerin neresinde? Maskeli Beşler'in Türkiye'ye kazandırmaya çalıştıkları petrol Felluce'de, Necef'te ve Ebu Garip cezaevinde katliamlara neden olmadı mı?
Kendinize bir soru daha sormak zorundasınız?
Bir avuç dolar için toplumda ırkçılığı, linç kültürünü geliştirmeye değer mi? Cinayet işleme sanatını, ülkücü değerleri, sinema sanatı adına uygulamaya utanmıyor musunuz?
Dikkat
virüs var!
Doğayla olan etkileşimimiz gerçekten de çok hazin. 5 milyar yaşında olan dünyamızı son 200 yılda çok daha fazla yıprattık. Canlılar dünyasının en zeki türü olduğumuzu düşünüyoruz; ama hem kendi türümüzün, hem de doğa ananın sonunu hazırlıyoruz:
Küresel ısınma, organizmaların genetiğinde yapılan değişiklikler, çevre ve hayvan katliamları.
Biz insanız. Ama kutup ayısının karbeyaz postunu çalan da, dişi için fili öldüren de, derisi için ceylanı vuran da, zevk olsun diye avlanan da biziz. Üstüne üstlük onların yaşam alanlarına tecavüz eden de biziz.
Bunlar bizim insanlığımızın resmi. Atomu parçalamayı başardık, ama onu yanlış emeller için kullandık. Önyargılarımız Çin Seddi gibi sapasağlam ayakta. Mars'a gittik, yakında Mariana Çukuru'na da ineriz. İneriz, orayı da pisletiriz biz. Çırpındıkça batan, battıkça kanatlarını bir türlü açamayan deniz kuşları, martılar, karabataklar oldu hep petrol deryasında yüzen. Onlardan daha acınacak haldeyiz oysa ki. Samanyolunu bile göremiyoruz. Romantik yürüyüşler artık asit yağmuru altında oluyor.
Biz bu dünyanın virüsü olduk. Onu nasıl bu hale getirdiysek, tedavisini de biz yapmalıyız. Eğer insanlarımız bu doğanın kendisi için yaratıldığı saplantısından kurtulup, kendisini doğanın bir parçası olarak görürse, sistemini doğacı ve toplumcu bir bilinç üzerine inşa ederse, işte o zaman ormanlarımız zümrüt yeşili, denizlerimiz ve gökyüzümüz masmavi olacak.Yani umut insanda.
ya ümitsizsiniz ya da ümit siziniz.
Ya çaresizsiniz ya da çare sizsiniz.
Tuna Öztürk
BENCE BAŞKA BİR DÜNYADA
.yerel yönetimlerin verdi-ği yerel hizmetler daha adil düzenlenecek. Bugün, örneğin İstanbul'un Etiler semti ile Gaziosmanpaşa semtine verilen yerel hizmetler arasında dağlar var.
Etiler büyük iş merkezlerinin, gökdelenlerin, lüks apartmanların; kısacası zenginlerin ikamet ettiği bir semt. Orada hizmetlerde aksama olmuyor. Sular kesilmiyor, etrafta çöp dağları oluşmuyor, hava kirliliği daha az. Bir sorunla karşılaştığınızda (örneğin gece vakti evinizin yanı başında bir inşaat çalışması yapıldığında) bir telefon açıp, belediye görevlilerini, sorunu çözmek üzere çağırabiliyorsunuz. Koşa koşa geliyorlar.
Kaçak inşaat da göremiyorsunuz Etiler'de. Gaziosmanpaşa'da ise her yer pislik içinde, çöp yığınları mikrop saçıyor, yollar kazılmış ve kapatılmamış ya da yalap şap üzeri örtülmüş. Sular hiç haber verilmeden saatlerce kesiliyor. Her tarafta imar izni olmayan kaçak inşaatlar var. Bir sorununuz olduğunda muhatap bulamıyorsunuz. Neden? Çünkü Gaziosmanpaşa'da yoksullar yaşıyor. Yoksulların ise hiç önemi yok yönetenlerin gözünde.
Oysa Etiler'de aylık geliri 100 bin dolar olan adam da aynı miktarda çöp vergisi ödüyor belediyeye, Gaziosmanpaşa'da 400 lira asgari ücret alan adam da. Her ikisinin de bir oy hakkı var. Bir başkanı seçerken kişisel olarak her ikisi de ancak bir oy verebiliyor. Ama seçilen başkan, sanki zenginlerin hakkı kişi başına bin oymuş gibi onlara ayrıcalık tanıyor.
Bence sosyalist toplumda, her şeyden önce, seçtiğimiz temsilcilerin tamamını (isterse cumhurbaşkanı olsun), görevini aksatmaya başladığı an görevden almaya hakkımız olacağı için, belediye görevlileri kafasına göre insan seçip, istediğine istediği gibi hizmet veremeyecek. Ayrıca başkan olmanın ekonomik olarak bir çöp işçisinden daha fazla avantajı olmayacağından, farklı kişilere ayrıcalık sağlamanın zemini de ortadan kalkacak. Biz de o zaman yerel hizmet sağlayıcılarına "Unutma ey belediye; ben yerelim, sen hizmet!" diyebileceğiz.
Cengiz Alğan
sosyalist işçi
ne savunuyor?
Aşağıdan sosyalizm
-Kapitalist toplumda tüm zenginliklerin yaratıcısı işçi sınıfıdır. Yeni bir toplum, işçi sınıfının üretim araçlarına kolektif olarak el koyup üretimi ve dağıtımı kontrol etmesiyle mümkündür.
Reform değil, devrim
-İçinde yaşadığımız sistem reformlarla köklü bir şekilde değiştirilemez, düzeltilemez.
-Bu düzenin kurumları işçi sınıfı tarafından ele geçirilip kullanılamaz. Kapitalist devletin tüm kurumları işçi sınıfına karşı sermaye sahiplerini, egemen sınıfı korumak için oluşturulmuştur.
-İşçi sınıfına, işçi konseylerinin ve işçi milislerinin üzerinde yükselen tamamen farklı bir devlet gereklidir.
-Bu sistemi sadece işçi sınıfının yığınsal eylemi devirebilir.
-Sosyalizm için mücadele dünya çapında bir mücadelenin parçasıdır. Sosyalistler başka ülkelerin işçileri ile daima dayanışma içindedir.
-Sosyalistler kadınların tam bir sosyal, ekonomik ve politik eşitliğini savunur.
-Sosyalistler insanların cinsel tercihlerinden dolayı aşağılanmalarına ve baskı altına alınmalarına karşı çıkarlar.
Enternasyonalizm
-Sosyalistler, bir ülkenin işçilerinin diğer ülkelerin işçileri ile karşı karşıya gelmesine neden olan her şeye karşı çıkarlar.
-Sosyalistler ırkçılığa ve emperya-lizme karşıdırlar. Bütün halkların kendi kaderlerini tayin hakkını savunurlar.
-Sosyalistler bütün haklı ulusal kurtuluş hareketlerini desteklerler.
-Rusya deneyi göstermiştir ki, sosyalizm tek bir ülkede izole olarak yaşayamaz. Rusya, Çin, Doğu Avrupa ve Küba sosyalist değil, devlet kapita-listidir.
-Sosyalistler bu ülkelerde işçi sınıfının iktidardaki bürokratik egemen sınıfa karşı mücadelesini destekler.
Devrimci parti
-Sosyalizmin gerçekleşebilmesi için, işçi sınıfının en militan, en mücadeleci kesimi devrimci sosyalist bir partide örgütlenmelidir. Böylesi bir parti işçi sınıfının yığınsal örgütleri ve hareketi içindeki çalışma ile inşa edilebilir.
-Sosyalistler pratik içinde diğer işçilere reformizmin işçi sınıfının çıkarlarına aykırı olduğunu kanıtlamalıdır.
-Bu fikirlere katılan herkesi devrimci bir sosyalist işçi partisinin inşası çalışmasına omuz vermeye çağırıyoruz