Sosyalist İşçi 269 (27 Ocak 2007)

 

Sayfa 8 :


F Tipi'nde
Behiç Aşçı kazandı
294 gündür sürdürdüğü ölüm orucu sonunda avukat Behiç Aşçı F Tipi cezaevlerine karşı mücadelesini kazandı. Bugüne kadar 120 siyasi tutsağın hayatını kaybettiği ölüm oruçlarına son olarak da Behiç Aşçı katılmıştı. Kamuoyunda çok tepki toplayan F Tipi cezaevlerine karşı çeşitli siyasi örgütler ve sivil toplum kuruluşları uzun soluklu bir mücadele verdi.
22 Ocak günü Türk Tabipler Birliği Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy, "ölüm orucu" eylemini sürdüren avukat Behiç Aşçı'nın, "Adalet Bakanlığı'nın ceza evlerine yönelik genelgesi konusunda bilgilendirildiğini" söyledi.
Gürsoy, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, İstanbul Tabipler Odası Genel Sekreteri Hüseyin Demirdizen, TMMOB İstanbul temsilcisi Tores Dinçöz ile İstanbul Tabip Odası'nda yaptığı ortak basın açıklamasında, Türk Tabipler Birliği'nin "F" tipi ceza evlerinde yaptıkları incelemeleri rapor halinde sundukları Adelet Bakanlığı'ndan "F tipi ceza evlerindeki koşulların değiştirilmesinin kabul gördüğünü ve bunun bir genelge ile bugün yayınlandığını" bildirdi.
Gürsoy genelge uyarınca "Her hükümlünün sosyal alanlarda diğer mahkumlarla sosyal alanlarda haftada 5 saat olan birlikte zaman geçirme süresinin 10 saate çıkarılması"nın kendileri açısından "en önemli madde olduğunu" ifade etti.
Aşçı'nın avukatlarına genelge haberi verildikten sonra Behiç Aşçı ölüm orucuna son verdi..
F Tipi cezaevleri tutsakların kişiliklerinin yok edilmesi amacını taşıyor. Tutsakların diğer tutsaklardan tecrit edilerek yalnızlaştırılmaya, kişilikleri yok edilmeye çalışılıyor.
Hükümlü ve tutukluları mutlak arındırma ve ayırma, onları hiçbir insanla görüştürmeme, her türlü haktan mahrum bırakma, her türlü iletişimden arındırarak dar, rutubetli, karanlık, havasız, pis ve kirli mekânlarda yaşamaya mecbur bırakma F Tipi cezaevlerinin temel amacı.
Kazanılan zafer F Tipi cezaevi uygulamasına son vermiş olmasa da önemli. Şimdi kamuoyunda duyarlılığı artırmak için mücadeleye çeşitli araçlarla devam etmek gerekiyor.


Dünyanın suyu bitti
Küresel ısınma etkilerini ciddi oranda Türkiye'de de göstermeye başladı. En önemli belirtilerinden biri Konya Kapalı Havzası'ndaki yer altı su seviyesi son 25 yılda yaklaşık 25 metre düşmesi. Bunula birlikte neredeyse sulak alanların yarısı kurudu. Türkiye yer altı su seviyesinin yüzde 40'ını barındıran havzada sulak alanların kurumasıyla başlayan süreçte Tuz Gölü önemli oranda küçüldü, birçok sulak alan da haritadan silindi.
Buna paralel olarak kuraklığın etkili olması, tarımsal sulama için kontrolsüz su çekimi yapılması gibi etkenler yüzünden yer altı suyunda da tehlike çanları çalmaya başladı.
Dünyada ciddi felaketlerin yaşanmasını yakın zamanda olası gören araştırmacılar yıllardır Küresel ısınmanın tehlikelerine vurgu yapıyor. Türkiye'de bu süreçte bu çağrılara kulak tıkayanlar arasındaydı. Şimdi ise en tehlikeli olasılıklardan olan susuzluk ve kuraklık sorunları ile yüz yüzeyiz. Yetkililer şimdi : "Her yıl bu kadar su inmesi ve çekilmesi gerekiyor ki yer altındaki potansiyel korunsun. Ancak bunu sağlamak mümkün değil. Öncelikle yer altına artık bu kadar su inmiyor ve çekilen miktar neredeyse 2 milyar metre küp. Bu yüzden su seviyesi giderek azalıyor. Kuraklık ciddi boyutta. Bu şekilde sürerse su seviyesi daha da düşecek. " açıklamalarını yapıyor.
Yer altı suyunun beslenmesi için kar yağışına ihtiyaç duyulduğunu ifade eden yetkililer, "Yağmur yüzeysel aktığı için yer altına sızmıyor. Kar yavaş eridiği ve buharlaşma olmadığı için yer altını çok daha iyi besliyor. Şu ana kadar kar yağmaması yer altı su potansiyelini tehdit ediyor" dedi. Susuzluğun bir diğer nedeni olarak da kontrolsüz su kullanımı ve yönetimi. Araştırmacılar susuzluk ve kuraklığı yaratan etkenlerin bir zincir olduğu ve bu zincir birbirini tamamladıkça daha kötü bir duruma sürüklendiğini vurguluyor.
Küresel ısınmaya zamanında kulak tıkayan AKP Hükümeti'ne bu işin sorumlusu olduğu vurgularını yapmaya ve önemler alınması üzere baskı yapmaya devam etmek, bunun için sokakta kampanyaları büyütmek gerekiyor.
Ayşe Demirbilek


Kanlı eller
Hrant Dink'in 301. maddeden aldığı cezanın onaylanması üzerine 20 Ekim 2005'de Hürriyet gazetesinde çıkan haberin manşeti "Ata'nın sözlerini çarpıttı". Ara başlıklar ise "saygısızlık", "suçu sabittir", "özel kasıt var". Yargı kararına bütün kal-biyle katıldığı için olsa gerek, Hürriyet Yargı-tay'ın gerekçeli kara-rını bu yönlerini haberleştirmeyi uygun görmüş.
Hrant Dink'in öldü-rüldüğü günün ertesi ise Hürriyet, Dink'in katledilişinin Türki-ye'yi hedef aldığını anlattı. Bu iddianın temelinde bir Erme-ni'nin öldürülmesinden bile milliyetçiliğe pay çıkarmak, aslında katilin "dış mihrak" olduğunu anlatmak maksadı var.
"Hukukçu" çetenin Hrant'ı hedef tahtasına oturtmasıyla baş-layan süreçte, onu parmağıyla işaret eden kim varsa aynı iddiaları savunuyor: Sıkı-lan kurşun Türkiye'ye, Türkiye'nin soykırımı inkâr politikasına sıkılmış. Türkiye'nin Ermenilere karşı elini zayıflatmayı amaçlıyormuş.
Hrant'ı iki buçuk yıl-dır hedef gösterenlerin neredeyse tümü; Ke-rinçsizler, çeşitli gaze-teler, Deniz Baykal, faşistler, "ulusal solcular", katıksız ırkçılar. Her biri onun ölümünün ardından "dış mihrakları" suçlamaya başladılar.
Oysa gerçek apaçık ortada. Tetiği kim çekerse çeksin, kimlerin eline kanın bulaştığı apaçık ortada. Genel-de eline kan bulaşan biri, ellerindeki kanı yıkar.
Hürriyet gazetesinin Hrant Dink'in ölüm haberini veren sayı-sının manşeti "Katil Vatan Haini" idi. Tür-kiye'ye sıkılan kurşun masalını anlatan yazı-larla dolu kapakta, yılların eskitemediği; mottosunu taşıyordu Hürriyet: "Türkiye Türklerindir".
***
Ellerini yıkamaya dahi tenezzül etmeyenler de var.
Ersin TEK