Sosyalist İşçi 270 (10 Şubat 2007)

 

Sayfa 6 :


DSİP kadın toplantısı
"Blair türban takan kadınların ezilmiş, pasif kadınlar olduğunu söylüyor. Ama bir yandan da bizi tehdit olarak görüyor. Evet biz bir tehdidiz. Ama biz El Kaide içinde radikalleşmedik. Biz bu hareket, savaş karşıtı hareket içinde radikalleştik. Selma Yakup
İngiltere Savaşı Durdurun Koalisyonu aktivisti ve
Respect Partisi'nden seçilmiş Belediye Meclisi üyesi

DSİP 26-27 Ocak tarihlerinde bir kadın toplantısı düzenle-yerek üç başlık altında kadınların ezilmesi ve baskı altında tutulması sorunlarını ve buna ilişkin çözüm önerilerini tartıştı. Toplam 35 kişinin katıldığı toplantıda ilk gündemde cinsiyetçiliğin ne olduğu ve cinsiyetçiliğe karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiği, ikinci gündemde kadın hareketi içindeki tartışmalar, üçüncü gündemde ise kadının bugüne kadar haklarını nasıl elde ettiği ve kadının kurtuluşunun nasıl gerçekleşeceği tarihsel örnekleri ile birlikte tartışıldı.


Cinsiyetçilik nedir,
cinsiyetçiliğe karşı nasıl mücadele etmek gerekir?
Cinsiyetçilik bu toplumda kadınların ezilmesini devam ettiren ideolojinin biçiminin adıdır. Aslında kadınlar tarih boyunca hep ezilmediler. Bu son 6 bin yıldır geçerli olan bir durum. Üstelik, kapitalist toplumu düşünürseniz, bizim üzerinde duracağımız dönem, birkaç yüzyıl gibi, daha da küçük bir zaman dilimini kapsıyor.
Kapitalist sistemde, asıl olarak 1700'lü yıllardan itibaren farklı bir aile yapısı oluşmaya başladı. İnsanların çalışmak üzere akın akın fabrikaların olduğu bölgelere gelmesiyle birlikte yeni kentler ve yeni yaşam biçimleri ortaya çıktı. Sermaye birikiminin sağlanması için emek gücüne, yeni işçi nesillerine ihtiyaç duyuldu. Sermaye ya bu ihtiyaçların karşılanması için ayrıca ücret verecekti, ya da bazı toplumsal yapılarla bu ihtiyaçları karşılayacaktı. Tabii ki daha ucuz olduğu için ikinci yolu tercih etti.
Ama asıl mesele çocuk bakımı, yani yeni nesil işçilerin yetiştirilmesi. Kadının bu çekirdek aile içindeki yeri çocuğu doğurmak, büyütmek, bakmak ve yeni işçi-ler arasına katmak. Kapitalizm kadını ev içine hapsetme eğili-mine sahip, ama aynı zamanda iş gücüne ihtiyaç duyduğunda kadını evden çıkarıp iş gücü ordusunun içine de katabiliyor.
Fakat bütün bu süreç erkeklerle sermaye arasındaki bir işbirliği, bir anlaşma sonucu işlemez. Aslında bu kurgudan hem erkek işçiler hem de kadın işçi-ler, yani çalışanların tamamı zarar görür.
Cinsiyetçiliği yenebilmek ancak toplumsal bir değişim yaratmakla mümkündür. Büyük toplumsal değişimleri yaratabilecek tek özne de işçi sınıfı, işçi sınıfının örgütlü mücadelesidir. Ama bu kesinlikle, ortada büyük işçi hareketi yokken, cinsiyetçiliğe karşı mücadele etmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Aksine, bu toplumsal dönüşümün olmasını ve kadınların bu mücadele içinde özgürleşmesini sağlamanın yolu, cinsiyetçiliğe karşı mücadeleyi günlük olarak sürdürmektir.
Funda Baysal


Kadın hareketinde tartışmalar ve teoriler
Bu toplantıda Marksizm ile feminizm arasındaki temel tartışma konularını ele alıp incelemeye çalışacağız. Aslında Marksizm ve feminizmin kadın sorununa getirdikleri çözümler farklı olsa da kapitalizmde kadının ezilmesinin karşısında her ikisi de ezilenin, yani kadının yanında saf tutuyorlar.
Feminizmin ana argümanı dünyayı kadınlar ve erkekler arasında bir bölünmeyle açıklamasıdır. Bu bölünmenin, kadınların ezilmesinin nedenini de, erkeklerin kadınlar üzerinde egemenlik kurmakta ısrarlı olması olarak açıklar. Feministlere göre tarih kadınların erkeklere boyun eğdiği, değişmez, ataerkil yapıların devamıdır. Kadınlar tarihte kurban durumundadırlar.
Feministlerin bu sonuca ulaşmasını sağlayan en önemli teorilerden bir tanesi ataerkillik teorisidir. Ataerkillik sadece feministler değil, 1970'ler ile birlikte sosyalistler tarafından da çok yaygın olarak kullanılan bir argüman. Oysa ataerkillik teorisi bu maddi yapıdan kopuk bir fikirler bütünü ortaya atar. Dolayısıyla ataerkillik denen ya da kadının ezilmesi denen şey bize her türlü maddi temelden yoksun bir fikirler bütünü olarak anlatılıyor. Ataerkillik teorisinin bir başka sorunu sabit ve statik bir yapı ileri sürmesidir. Halbuki kadınlar feoda-lizmde bambaşka biçimde yaşıyorlardı, kapitalizmde bambaşka biçimde yaşıyorlar.
Ataerkilliği eleştirirken göz önünde bulundurmamız gereken bir başka nokta, kapitalist sistemi bir bütün olarak ele almaması, yani meta üretimiyle yeniden üretim sürecini birbirinden tamamen koparmasıdır.
Kadının ezilmesinin sorumlusu kapitalizmdir ama kapitalist sistemde kadınların ezilmesinden dolayı kadın ve erkek arasında eşitsiz bir ilişki vardır.
Şiddetle birlikte bunu düşündüğünüz zaman (dayak, tecavüz vs), bu şiddet eylemlerinden tabii ki tek tek erkekler sorumludur. Onun sorumluluğu kapitalist sınıfa ait değildir. Şiddete her zaman her yerde tavır almak gerekir.
Nurdan Düvenci


Kadınlar nasıl özgürleşir?
Bu bölümde kadın hareketinin aslında toplumun diğer alanlarında verilen mücadeleye ve edinilen kazanımlara ne kadar bağlı olduğunu tartışacağız. Önemli olan bu kazanımların hangi dönemlerde nasıl bir mücadelenin ürünü olarak elde edildiğini görmek.
Bu dönemlerden ilki Paris Komünü'dür. O döneme ait fotoğraflar bile kadın ve erkeklerin birlikte mücadele ettiğini, kadınların mücadelenin ön saflarında yer aldığını gösterir.
Ancak kadınların somut kazanımlar elde etmesi 1920'lerden sonra olur. Ancak bu kazanımların elde edilmesi için büyük bedeller ödenir. Özellikle 1917 Ekim Devrimi'nde kadınlar sadece oy hakkı elde etmekle kalmazlar, aynı zamanda Rusya'da çamaşır, yemek, çocuk bakımı gibi işler toplumsallaştırılır. Bu, dünyanın başka yerlerindeki hareketlere de ilham kaynağı olur. Fakat devrimin yenilmesiyle bu haklar geri alınır.
İkinci Dünya Savaşı ise kadınların, büyük ölçüde erkekler savaşa gittiği için, iş gücü ordusuna katıldıkları ve cinsel olarak da özgürleştikleri bir dönemdir. Para kazanmaya başlamak kadının başka talep-lerde bulunmasına yol açar. Ancak savaşın bitmesiyle, kapitalizmin iş gücü olarak kadına duyduğu ihtiyaç ortadan kalkar ve yine kutsal aile hikayeleri anlatılır.
1960'larda ise siyahların verdiği mücadele ve Vietnam savaşına karşı verilen mücadele kadın hareketinin de gelişmesini sağlar ve kadınlar somut kazanımlar elde ederler. Cinsel özgürlük talebi, sokaklar bizim-dir kampanyası, çalışan kadın sayısının artması, eşit işe eşit ücret talebi bu döneme damgasını vuran taleplerdir.
Bugün ise, kadın hareketi henüz somut kazanımlar elde etmemiş olmasına rağmen, içinde bulunduğumuz anti-ka-pitalist ve savaş karşıtı hareket kadınların politik olarak önünün açılması için büyük olanaklar sunuyor. Kadınlar çeşitli yerlerde bu harekete önderlik ediyor, İngiltere'de Selma Yakup örneğinde olduğu gibi bu hareket ile birlikte politize olup öne çıkıyorlar.
Tüm bu örnekler bize, ancak toplumsal mücadelelerin parçası olan bir kadın hareketinin kazanacağını gösteriyor. Tabii ki asıl büyük ve gerçek dönüşüm toplumsal bir devrimle yani kadın ve erkek işçiklerin birlikte, aşağıdan sosyalizmi kurmasıyla mümkün olacaktır.
Yıldız Önen