Sosyalist İşçi 274 (10 Mart 2007)

 

Sayfa 4-5: Orta Sayfa


IRAK’TA MEZHEP ÇATIŞMALARI
SORUMLU ABD İŞGALİDİR
Pazar yerlerinde patlayan bombalar, camilere saldırılar. Irak’ın her tarafında mezhepler arası çatışmalar var. Ölü sayısı hergün artıyor.
Son iki yılda Irak’taki iç çatışmalar ikiye katlandı. 2003 yılında sadece iki intahar bombası patladı. Bu sayı 2006’da 6’ya çıktı. Bu sene sadece Ocak ayında patyalayn dört bomba 368 kişiyi öldürdü.
Bütün bu eylemler kim olduğu bilinmeyen kişiler tarafından yapılmasına rağmen bize sürekli Sünnilerle Şiiler arasındaki çatışma anlatılıyor.
İşgali destekleyenler işgal güçlerinin bu mezhep çatışmalarını durdurmak için çok az şey yapabileceklerini söylüyorlar. Onlara göre sorun işgal değil Irak halkı içindeki katil ruh ve mezhep bölünmeleridir. Böylece işgal güçlerinin cinayetlerini aklamaya ve aynı zamanda da mezhep çatışmalarına karşı tek çare olarak sunmaktalar.
Oysa işgal güçleri bilerek Irak’ın politik yaşamını zehirliyor ve bugünkü mezhep çatışmalarını kışkırtıyor.
ABD yetkilileri çok uzun bir süredir Irak’ın mezhepler arasında kesin çizgilerle bölündüğünü anlatıyorlar.
2003’de işgalin başlaması ile birlikte ABD ordularının arkasından Irak’a gelen mülteci politikacıların Irak’taki mezhepleri ve etnik grupları gerçekten temsil ettiklerine inanılıyordu.
Bu inancın iki hatası var. Birincisi Iraklıları öncelikle Şii ve Sunni olarak bölüyor ve sadece kendi mezheplerinden insanlar tarafından temsil edilebileceklerine inanıyor.
İkinci olarak ise işgali destekleyen Iraklı politik örgütlerin (Kürtler dışında) çok az kitle desteği vardı.
Sonuç olarak bu partiler devlet kaynaklarını yağmalamak için muazzam bir yarışa giriştiler. Önlerindeki pastaABD’nin kontrol ettiği 12 milyar dolardı.
2003 ve 2004 yılları boyunca gerçek iktidar Koalisyon geçici Otoritesi’nin başındaki ABD yetkililerinin elindeyken işgali destekleyen Iraklı partiler içişleri bakanının Şii’mi Sunni’mi olması gerektiği ğzerine mücadele ediyolardı.
İşgalden yana partiler hükümete hakim olamasalarda bakanlıkları kendilerine bağlı milisler için çöplük haline getirmeyi başardılar.
Irak Ordusu’nun dağıtılması ile birlikte Mehdi Ordusu, el-Sadr milisleri ve Sunni guruplar gibi örgütlenmeler hızla büyük güç kazandılar.
Bu arada işgal giderek özelleşti. Bugünlerde Irak’ta 48 bin özel paralı asker ve ABD’nin kontrolü altında 10’a yakın milis gücü var.
Bugün Irak’taki mezhep çatışmalarının arkasında işgalin emperyal mantığı var. Bu, ABD ve İngiliz hükümetlerinin çoğunluğun kendilerine karşı olduğu bir ülkede uyguladıkları işgal politikasıdır.
Bu politika klasik sömürge politikasıdır. İşgale karşı direnişi kırmak için yerel bir elit güç işgalcilerle işbirliği yapmak üzere tercih edilir ve askeri olarak desteklenir. Çatışmalar başlayınca bu güç suçlanır ve işgalci-sömürgeci güç böylece kendisini aklamaya çalışır.
Irak’taki muazzam ölü sayısı ya işgalcilerin doğrudan eseri ya da işgalcilerin desteklediği sekter bölünmenin ürünü.
Mezhep çatışmaları doğrudan ABD ve İngiltere’nin ürünüdür ve bu güçler Irak’ta ne kadar uzun kalırlarsa mezhep çatışmaları o denli derinleşecektir.
İşgalcilerin Irak’tan çekip gitmeleri ise mezhep çatışmalarına karşı olan direniş güçlerinin güç kazanmasına yol açacaktır.
Anne Alexandra
(Socialist Worker)


IRAK’TAN DERHAL ÇEKİL, iRAN’A DOKUNMA!
Artık tartışılan ABD’nin Irak’a saldırıp saldırmayacağı değil. Nasıl saldıracağı da tartışılm ıyor. Saldırı kesin. Saldırnın havadan olacağı kesin. “Taktik” nükleer silahlar kullanılacağı da kesin. Şu anda kesin olmayan ama giderek netleşen tek şey saldırının ne zaman olacağı. Ve bu sorunun ceva-bı ne yazık ki, yakında.
ABD ve İngiltere önce Afganistan’a ve ardından Irak’a saldırırken bir dizi yalanın arkasına saklanmışlardı. Bu yalanlarını gösterişli bir biçimde Birleşmiş Milletler toplantılarında uzun uzun anlatmışlardı.
Salrıdının ve her iki ülkenin de işgalinin hemen arkasından yalanlar çıplak bir biçimde ortaya çıktı. Ama işgalciler hiç oralı olmadılar. İşgal her iki ülkede de kanlı bir biçimde sürüyr.
Afganistan’da direniş giderek güç kazanıyor, buna karşılık NATO komutanları ise Afganistan’a daha fazla asker istiyor. İtalya bunu yaptı ve sonucunda Prodi hükümeti düştü
İngiltere ise Irak’tan asker çekeceğini ilan etti ama hemen ardından da Afganistan’dan geken NATO çağırısına uyarak bu ülkeye yeni birlikler gönderme kararı aldı.
Türkiye’de Afganistan’da tehlikeli bir oyun içinde. Afganistan’daki Türk ordusu kısa süre sonra başkent Kabil’de komutayı üslenecek.
Kabil direnişçilerin eylemlerini arttırdıkları bir bölge ve komutanlığı üslenmesinden itibaren Türk askerleri direnişçilerle yüzyüze gelecekler.
Irak’ta ise Türkiye daha da tehlikeli hesaplar içinde. ABD Türkiye’yi İran’a saldırısına ortak etmeye çalışıyor ve AK Parti hükümeti bu baskıya direnmiyor tam tersine bu talep etrafında pazarlıklar yapmaya çalışıyor.
ABD neden saldıracak?
ABD’nin “haydut devlet” diye nitelediği ülkelere saldırmasının iki önemli nedeni var. Bunlardan birincisi bu ülkelere saldırıken gerçek rakiplerine, yani Çin, Rusya, Japonya ve Avrupa Birliği’ne karşı hegemonya savaşında üstünlük elde etmektedir. Diğer taraftan ise saldırıp işgal ettiği bu devletleri yeni liberal politikalara bütünüyle açmaktadır.
İşte tam da bu iki nedenle ABD’nin İran’a saldırması kaçınılmazdır. Tek sorun rakipleri ile gerekli pazarlıkların tamamlanmasıdır ve bu konuda çok hızlı adımlar atılıyor.
Kimileri Irak’ta batağa girmiş bir Bush’un İran’a da saldıramayacağını düşünüyorlar ama onlar yanılıyor. Tam tersine Irak’ta ki bataklık ve bu bataklığın derinleşmesi Bush için yeni bir saldırının maddi zeminlerinden birisini oluşturuyor.


Kerkük Türkiye için neden önemli?
ABD’nin Irak’a salsdırısı gündeme geldiğinden beri Türk medyası tarafından Kerkük öne çıktı. Önce bir “Kerkük sorunu” yaratıldı, ardından Kerkük’ün Türk olduğu iddia edilmeye başlandı ve sonra da bu bölgeye müdahale tartışılmaya başlandı.
Kerkük sorunu ile birlikte Türkiye’nin Kürt sorunu Irak’ta ki federal yapının bir parçası olan Kürtlerle birlikte gündemde en ön sıralardan birisine yerleşti.
Türk iddiasına göre Kerkük Türktür. Bu nedenle buranın Kürt bölgesine bağlanması Türkiye tarafından kabul edilemez.
Bir başka ülkenin idari yapısı nasıl olur da bu denli önemli olabilir? Örneğin Batı Tarkya’nın Yunanistan’ın şu ya da bu ilinin bir parçası olması Türkiye’de tartışılabilir mi?
Türk milliyetçiliğinin iddiasına göre Kerkük’te nüfusun çoğunluğu Türk’tür. Bu iddianın ne denli doğru olduğunu yakında göreceğiz. Ancak doğru olsa bile Türkiye’de yaşayanlar acaba Ermenistan İstanbul’un Kurtuluş mahallesi (eski adı ile Tatavla) İstanbul’a değil de Antalya’ya bağlansın diyebilir mi: Böyle bir tartışma mantıklı olabilir mi?
Ya da Türklerin Londra’da yoğun olarak taşadığu Hackney bölgesi veya Berlin’in Kroyzberg bölgesinin idari yapısı neden Türk milliyetçilerini ilgilendirmiyor. Büyük olasılıkla Berlin veya Londra’da Kekük’te olandan daha fazla Türkiyeli vardır.
Demek ki sorun sadece Türkler değil ve hatta asıl sorun Kerkük’ün Kürt bölgesine bağlanacak olması. Kerkük bir Arap bölgesine bağlı olursa sorun yok ama Kürt bölgesi olunca bu neredeyse savaş konusu haline gelmekte.
Peki neden? Neden Türkiye, Türkiye’de yaşayan Kürtleri Türk kabul ederken ve hatta Türk milliyetçileri Kürtleri Türk, etnik olarak Türk olarak kabul ederken Irak’ta yaşayan Kürtlere bu muamele yapılmaktadır. Neden Irak’tayaşayan Kürtler kendi özerkliklerini kazandıkları vakit karşı çıkılmaktadır?
Oysa Türkler Gagavuz Türkleri veya Azeriler veya Türkmenler, Kırgızlar, Özbekler (ki bunların ne kadar Türk olduğu belli değil) bağımsızlıklarını kazandıklarında Türk milliyetçileri havalara sıçramışlardı. Neden Kürdistan’a düşmanlık yapıyorlar?
Bu soruların cevabı açık. Ama Irak Kürtlerinin liderliğinin söylediği gibi, herkes eninde sonunda Kürdistan terimine alışmak zorunda. Kürdistan artık bir gerçeklik.


GÖRÜŞ
Hayali bir kazanç hırsı
Rivayete göre, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya ve İngiltere Türkiye'nin kendi taraflarında savaşa girmesini sağlamaya çalışırken, Winston Churchill bu amaçla Türkiye'ye gelmiş ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu ve bakanlığın bir görevlisiyle görüşmüş. İnönü'nün sağırlığını biliyordum, fotoğraflarında kulağındaki işitme cihazı görünür. Menemencioğlu ile üçüncü görevli de sağırmış, aynı cihazı kullanırlarmış. Churchill sözü Türkiye'nin savaşa katılmasına her getirirdiğinde, üçü birden kulaklarındaki aleti çıkarıp masanın üzerine koymuş.
Sonrası malum. İnönü hükümetinin en büyük başarısı olarak Türkiye'yi savaşın dışında tutmuş olmasını göstermeyen tarihçi yoktur. Zaten yoksul ve ekonomisi geri olan ülkenin savaşa girmesi durumunda yıkıma uğrayacağı konusunda tüm tarihçi ve iktisatçılar ağız birliği eder.
Bu gazetenin son okuyucusu da tarihe karıştıktan sonra, Tayyip Erdoğan ve birinci AKP hükümeti hakkında tarihin benzer bir yargıya varacağından kuşkum yok.
Türkiye Irak savaşına katılsaydı, hem insan hayatı açısından hem ekonomik yıkım açısından hayal bile edilmesi güç kayıplar verecekti. Ve hiçbir kazanç elde etmeyecekti. Bunlar belki dört yıl önce tartışmaya açık, sorgulanabilir iddialardı, ama doğru oldukları artık gün gibi aşikâr. Amerika'nın başına gelenlere bakmak, Türkiye'nin başına neler gelebilecek olduğunu görmek için yeterli.
Savaşın Amerika'ya maliyeti o kadar çok sayıda açık ve gizli kalemden oluşuyor ki, tahmin edilmesi güç. En genel tahmin 2 trilyon dolar civarında. Internette costofwar.com (savaşın maliyeti) sitesi, salt Kongre'nin özel olarak savaşa tahsis ettiği fonları hesaplıyor ve taksimetre gibi atıyor. Her dakika on binlerce dolar artan rakam şu anda 405 milyar dolarda. Bu rakam, 7 milyondan fazla öğretmen istihdam edilmesine veya 3,5 milyonun üzerinde konut inşaatına denk düşüyor. Türkiye elbet daha az harcayacaktı. Ama Türkiye ekonomisi Amerika'nın harcamalarının yüzde birini bile kaldırabilecek miydi?
Amerikan işgaline karşı Irak'ta Kürtler savaşmıyor (dahası Amerikan güçlerine destek veriyorlar), Şiiler ise işgali onaylamamakla birlikte pasif duruyor. Bu durumda bile, 3 binin üzerinde ABD askeri öldü. Türkiye Kuzey Irak'a girseydi, açık ki Barzani ve Talabani ne Amerikan işgalini destekleyecekti ne de Türk kuvvetlerine göz yumacaktı. Kürtlerin silahlı gücü 200 bin kişi civarında. Akacak kanı düşünmek bile tüyler ürpertici. Dahası, Sünni Türk ordusunun Irak'a girmesi kuşkusuz Şii güçlerinin de direnişe dahil edecekti. Tüm Irak kan gölüne dönecek, bugünkü korkunç durum bile hafif kalacaktı.
"Denklemin dışında kaldık. Keşke 1 Mart tezkeresi geçseymiş. Tezkerenin bu şekilde neticelenmesini doğru bulmadım. Bunlardan ibret alıp gelecekte aynı hataya düşmemek gerekir" demiş Erdoğan geçen gün. Savaş karşıtı hareketin gücü ve etkinliği sayesinde AKP hükümeti dört yıl önce uçurumun kenarından döndü. Dönmeseydi, Erdoğan büyük olasılıkla bugün başbakan olmayacaktı.
Ama belli ki, hayali bir kazanç hırsı zaman zaman egemen sınıfın bazı kesimlerinin ve hükümetin hâlâ gözlerini döndürüyor.
Türkiye'de büyük, canlı ve sürekli bir savaş karşıtı hareket bulunmasının önemi de burada yatıyor. Hükümete sürekli gözdağı vermemiz gerek. Macera heveslerini sürekli kursaklarında bırakmamız gerek.
Roni Margulies