Sosyalist İşçi 276 (24 Mart 2007)
Başka bir dünya nasıl kurulacak?
Aşağıdan mı, yukarıdan mı?
Milyonlarca insan için hayat katlanılmaz, bir o kadar da akıldışı görünüyor. Muazzam bir zenginlik var, ama mil-yonlar aç. Üretim ve teknoloji hızla ilerliyor, ama milyarlar barınma, ısınma, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yoksun. Kapitalizm, insanlığa tüm sorunları çözecek sınırsız bir ilerleme vaat etmişti, ancak 350 yıllık tarihinin sonunda sömürü, savaş, işgal, küresel ısınma, cinayet, kanser, depres-yon, ayrımcılık, ırkçılık gibi kötülüklerden başka hiçbir şey getirmedi.
'Başka bir dünya mümkün' sloganı bugün milyonlarca insan için değişimin ne denli acil ve gerekli olduğunu ortaya koyuyor. Ama hangi yolu izleyeceğiz?
Ezilenler hep değişim istedi
Tarihin ilerletici gücü sınıf mücadelesi oldu.
Nerede zalimler varsa, orada ezilenler direndiler ve değişim istediler.
Uluslararası bir sistem olarak varolan kapita-lizm, ilk kez ortak bir dünya tarihi, ortak bir dünya toplumu yarattı.
Kapitalizm doğduğu andan itibaren mezar ka-zıcısını da yarattı. Nüfu-sun büyük çoğunluğunu işçileştirdi, fabrikalarda ortak çalışmaya yöneltti, büyük şehirlerde topladı.
Yaşamak için emeğini ücret karşılığında satmak zorunda kalan sınıf, üretimden gelen gücüyle tüm toplumu sırtında taşıyordu.
Hayatı yaratan işçi sınıfının ortaya çıkışı, değişim ve özgürlük isteğini ilk kez gerçek bir olasılık olarak gündeme getirdi.
İki farklı yol
Ezilenlerin mücadelesi iki farklı çözümü öne çıkardı hep.
Birileri değişimin 'yukarıdan' olacağını ileri sürdü.
Ütopyacı sosyalistlere göre kapitalistler zenginliği gönüllü olarak paylaşmalı, akılcı ve adil bir toplumu kurmalıydılar.
Anarşistler özgürlük is-tediler. Onlara göre deği-şim 'bilinçli' unsurların siyasal mücadelesiyle sağlanabilirdi.
Sosyal demokrasi, kapitalizmi değiştirmek için ezilenlerin kendilerine oy vermesinin yeterli olacağını söyledi. Ezilenler sosyal demokrat partiyi destekleyecekler, o parti bir gün parlamentoda çoğunluk olacak ve geçirdiği yasalarla adaleti sağlayacaktı.
Stalinizme göre değişim kendi partilerinin iktidarıydı. Parti, ister ayaklanma, ister darbe, ister Kızılordu'nun işgali, isterse seçimle işbaşına gelsin ezilenler zorla da olsa kurtarılacaktı.
Üçüncü dünya milliyetçilerine göre çözüm silahlı mücadeleyle, bu mücadeleyi veren bilinçli azınlığın iktidara el koymasıyla gerçekleşecekti.
Hepsi de birbirinden farklı ve zıt gözükseler de ortak bir düşünce de bileşmekteler: İşçiler, ezilenler kurtarılmalıdır. Yani kendi bağımsız güçleri yoktur onların. Her zaman akıllı, bilinçli ve her şeyi bilen birileri tarafından kurtarılmaya ihtiyaç duyarlar.
Böyle düşünen anarşist kurtarıcılar suikast, bomba ve gizli dar örgütlere sarıldılar.
Sosyal demokrat kurtarıcılar I. Dünya Savaşı'ndan bu yana kendi egemenlerini desteklediler ve bugün kapitalizmin ayakta kalmasını onlara borçluyuz.
Stalinist kurtarıcılarsa sosyalizm adını kullanarak ezdiler. Ordulu, gizli polisli, nükleer bombalı, bürokratlı, ayrıcalıklı, işkenceli, ayrımcı, cinsiyetçi bir sosyalizm! Neyse ki Doğu Avrupa işçi sınıfı tarafından yenildiler.
1970'ler boyunca revaçta kalan gerilla hareketleri ise hiçbir şey kazanamadıkları gibi devlet tarafından kolayca ezildi-ler. Küba'da ayakta kalmayı başardılar, ama yine ezerek, sömürerek, hapse tıkarak.
Aşağıdan
sosyalizm
Marks'a göre işçi sınıfının kendini önce kurtarıcılardan kurtarması gerekir.
"İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır." İşçiler kendi öz talepleri için harekete geçip birleşmezlerse, mücadele edip dünyayı değişti-rirken kendilerini de değiştirmezlerse, kendi sorunlarıyla tüm ezilenlerin sorunlarını bir görüp herkes için özgürlük istemezlerse hiçbir değişmez.
İşçi sınıfının büyük çoğunluğu istemeden iktidarı almayı baştan reddeden Rosa Lüksemburg'a göre değişim kendiliğinden mücadelenin gelişmesiyle, protestolar, grevler, genel grevlerle sağla-nabilir.
"Görevimiz işçi sınıfına yardımcı olmak" diyen Lenin, 1917 yılında cahil, kaba, dindar Rus işçilerinin kendi öz örgütleri işçi konseylerini kurmalarını bu yöndeki en gerçekçi adım olarak görmüştü.
Troçki, yukarıdan değişimi dayatanlara şöyle diyordu: "Hiçbir yanılmaz parti, yanılmaz merkez komite, yanılmaz genel sekreter tarihin çarkı karşısında ayakta kalamaz."
Gramşi, ezilenlerin öz örgütlerini kurmasını ta-rihteki ilk ve gerçek "aşağıdan özgürleşme hareketi" olarak selamlar.
Biz de onlar gibi değişimin yukarıdan değil aşağıdan gerçekleşebileceğine inanıyoruz. 21. yüzyılda başka bir dünya mümkünse, çözüm aşağıdan gelecek. Okumuşların, akıllıların, elitlerin, profesyonel siyasetçilerin, generallerin, toplum mühendislerinin değil, işçilerin ve ezilenlerin kendi mücadelesiyle, yaratıcılıkları ve öz örgütlenmeleriyle.
Hep birlikte değiştireceğiz, hep beraber kurtulacağız.
Volkan AKYILDIRIM
Gölge etmeyin yeter!
Kimsenin okumadığı dergiler yazıyor, "Devrimci öncü biziz, bizi izleyin." diye.
Savaşa hayır diyoruz, birileri ‘cık cık’ diyor, olmaz, "emperya-list savaşa hayır" deyin.
Kyoto'yu imzala, bir adım at bari diye yırtınıyoruz, diyorlar ki siz sahte çevrecisiniz "asıl mesele sistemi yıkmak."
Seçimler geliyor, hani emekçilerin birleşik adayları diyoruz, yok hayır benim küçük partime oy ver seni de kurtaracağız yanıtı geliyor.
Sağlığımızı koruyacağız diye slogan atıyoruz, kaba bir erkek sesi bastırmaya çalışıyor: "Yaşasın devrim ve sosyalizm," yani reçeteyi uygula!
Sıradan insanların sesi çıksın istiyoruz, çıksın ki kendi kaderi-mizi kendimiz belirleyelim diye, yok hayır diyorlar: "Mahir Hüseyin ulaş, kurtuluşa kadar savaş." Sadece büyük ve silahlı devrimciler bu işi yapar…
Kabak tadı verdiniz, yukarıdan değişim meraklıları. Önerdiğiniz çözümler iktidar oldu, darağacı oldu, toplama kampı oldu, defalarca yenildiniz.
Biz sıradan insanlar, kendi kendimiz bu işi yaparız, biliyoruz siz iflah olmayacak denli hayatın merkezine kendi örgütünüzü koyarsınız.
İstediğinizi yapmakta özgürsü-nüz, yeter ki bunu sosyalizm olarak yutturmaya kalkmayın.
FİLM
Militarizme, erkekliğe ve ırkçılığa methiye: "300"
Daha gösterime girmeden tartışmalara yol açan '300 Spartalı', M.Ö. 480 civarında gerçekleşen Termofil Savaşı'nı ele alıyor. Termofil, bugün Mora Yarımadası olarak adlandırılan Peleponnes Yarımadası’nda Dorlar tarafından kurulan şehir ve şehir devletidir. Yunan kent devletlerinden oluşan bir ittifak, Mora yarımadasını Balkanlar'a bağlayan Termofil dağ geçidinde kendisinden çok daha kalabalık istilacı Pers ordusuna direnir. Film, Sin City'nin de yaratıcısı olan çizgi romancı Frank Miller'ın çalışmasından esinlenerek çekilmiş. Frank Miller'ın çizgi romanlarının estetik çekici-liğine karşın, tarihi gerçekleri çarpıtması, Japonlar hariç tüm Asyalıları, ırkçı bir yaklaşımla 'kötü ve barbar' olarak göstermesi de, filmde aynen tekrarlanıyor. Miller'ın Spartalılar hakkındaki sözleri, bu ırkçılığı tamamlayan bir militarizm aşkı segiliyor: "Tam anlamıyla bir savaş toplumu olmaları, kendilerini tamamen savaşmaya adamaları açısından eşsiz oldukları iddia edilebilir". Ortak yazar-yönetmen Zack Snyder, Miller'ın sözlerine şunları ekliyor: "Spartalılar savaş için yaşıyorlar. Savaşa bayılıyorlar".
Konusu ve tartışmaları yanında, filmin gişelerde oldukça hızlı bir başlangıç yapmasının bir nedeni de, sanal arka planlar ile canlı aksiyonu birleştiren tekniği ve satürasyonu azaltarak elde edilen özel atmosferiyle sağlanan kitch estetiği de olabilir.
Spartalılara yakıştırılan tutku, cesaret, fedakarlık, mertlik gibi kavramlar sonunda, erkekliğin ve militarizmin methiyesi olarak karşımıza çıkıyor. Kahramanlıkları ve kaslarıyla 'erkekliğin' yüceltildiği bir filmde, Atinalılardan "oğlancılar" diye, küçümse-yerek söz edilmesi ve Pers Kralı Serhas'ın (Kserkses) kadınsı bir figür olarak gösterilmesi, homofobinin özünde de bu, erkekliği yücelten zihniyetin olduğu düşünülürse, hiç de çelişkili değil.
Filmin asıl tartışma yaratan yönü, Perslerin barbarlar olarak gösterilmesi ve Batı uygarlığının beşiği sayılan Yunan uygarlığının yüceltilmesi. Filmin gösteriminin tam da, ABD'nin İran'a saldırı hazırlığı yaptığı bir döneme denk gelmesi de, konuyu hassaslaştırıyor. Medeniyetler çatışmasına tarihsel bir dayanak arama çabası olarak da algılanabilecek olan film, mistisizmi de kötüleyerek, ideolojik alt yapısında hiç bir şeyin tesadüfe bırakılmadığını kanıtlıyor.
Filmin dayandığı ideolojik söylemin asıl sorunuysa, Persler'in M.Ö. 480'de istilacılıkları nedeniyle barbar olarak gösterilmelerine karşın, bugünün istilacıları olan Batılı emperyalistleri temize çıkarmayı amaçlayan, "aklın merkezi olan Batı" gibi propaganda mesajları.
Yönetmen: Zack Snyder, Senaryo: Frank Miller, Zack Snyder , Kurt Johnstad , Michael Gordon Oynayanlar: Gerard Butler, Lena Headey, Vincent Regan, David Wenham, Dominic West, Michael Fassbender, Rodrigo Santoro, Andrew Tiernan