Sosyalist İşçi 283 (19 Mayıs 2007)
BUNLARA OY YOK
22 Temmuz’da kime oy vereceğiz? Seçimlere 20’nin üzerinde parti katılıyor. DTP seçimlere bağımsız adaylarla katılacağını ilan etti. DYP ile ANAP birleşme kararını açıkladı, CHP ile DSP ise yanyana gelmeye çalışıyor. Şimdiden belli olduğu kadarıyla SDP ve EMEP DTP’nin çıkaracağı bağımsız adayları destekleyecekler. Her iki Türk partiside kendilerinden de aday çıkarılmasını umud ediyorlar.
Seçimlere katılan partiler arasında bir seçim yapabilmek için bazı kriterler oluşturmak gerekiyor.
Öncelikle savaştan ve yeni liberalizmden yana tutum alan partilere oy vermek mümkün değil. Her iki politika da emekçilerin çıkarlarına bütünüyle ters.
AKP savaştan yana, yeni liberal politikaların ise şimdiye kadar ki en iyi uygulayıcısı.
Muhalefet partilerinin ise AKP’den hiçbir farkları yok.
Hepsi yeni liberal
Geçen hafta CHP Genel Başkanı Deniz Baykal iktidara gelmeleri halinde şimdiki ekeonomik politikaların değişmeyeceğini ilan etti. Yani aslında Deniz Baykal kendisinin ve partisinin de yeni liberalizmden yana olduğunu açıklamış oldu.
AKP öncesinin iktidar partileri olan DSP, MHP ve ANAP’ın da zaten bugünkü politikaları izlediklerini biliyoruz.
IMF’ye uşaklık konusunda bütün bu partilerin birbirinden en ufak bir farkları yoktur. Bu nedenle Cumhuriyet mitinglerinde Ne AB, ne ABD sloganı atılabilir ama IMF’ye hayır denemez. “Borçları ödemiyoruz” denemez.
Savaştan yanalar
Savaşa karşı politikalar açısından da bu partiler arasında fark yok. Hepsi savaş söz konusu olunca AKP ile aynı yerde duruyorlar. Hepsi Afganistan’a ve Lübnan’a asker göndermekten yana.
Sözde savaşa karşı çıkanlar ise ABD işgali altındaki ülkelerdeki direniş hareketleri söz konusu olduğunda derhal ABD yanlısı bir tutumu benimsemekteler.
Filistin’de hamas, Lübnan’da Hizbullah Türkiye’deki siyasi güçler açısından düşmandır. Bu MHP, DYP ve ANAP için olduğu kadar CHP ve DSP için dce geçerlidir ve daha da öteye TKP için de geçerlidir.
Ulusalcı ırkçılar
Irkçılık ve milliyetçilik ise zaman zaman sağın dışında solu da etkilemekte.
Cumhuriyet mitingleri ırkçılığın, Hıristiyan düşmanlığının, ulusalcılığın ve milliyetçiliğin doruğa ulaştığı noktalar oldu. Bu mitinglerin arkasına geçen CHP ve DSP artık açıktan ırkçı politikalar savunmaktadır. Mitinglere topladıkları insanlar “Türküz, Türkçüyüz, Atatürkçüyüz” diye slogan atabilmektedirler.
CHP-DSP çizgisinin hızla daha derinden milliyetçi ve ırkçı politikalara kayması kendilerinden daha solda olan güçleri de etkilemekte ve kendi ulusalcı-ırkçı çizgilerine çekmekte.
Örneğin geçen hafta SBF’ye dışarıdan gelerek basan (aynen ülkücüler gibi) İşçi Partililer “Atatürk gençliği silah başına” diye bağırırken kendisini artık daha çok Yurtsever Cephe olarak tanımlayan TKP de Hrant Dink’in cenazesine katılarak “Hepimiz Ermeniyiz” diyememiş, tam tersine cenazeyi kara-lamaya çalışmıştır.
Bunlar insanlığın geleceğini
düşünmezler
Küresel ısınmanın yarattığı tehlikeler insanlığın önündeki en büyük sorunu oluşturmaktadır. Dünya her gün biraz daha ısınmakta ve bu sayısız büyük tehlikeyi getirmekte.
İnsanlığın karşıkarşıya olduğubu tehlike karşısında hükümet partisi AKP kadar muhalefetteki bütün partiler duyarsızdır.
2005 yılından beri küresel ısınma konusunda birçok eylem yapıldı. 4 Kasım 2006’da ve 28 Nisan 2007’de İstanbul’da merkezi eylemler gerçekleşti. Ne var ki, Küresel Eylem Grubu’nun düzenlediği bu eylemlere DSİP ve Yeşiller dışında hiçbir siyasi örgütlenme katılmamış ve destek vermemiştir.
Aynı şekilde nükleer santralların yapılması konusunda da büyük bir duyarsızlık hakim. Hatta kimileri sahtekar bir tutumla küresel ısınmaya karşı nükleer enerjiyi çözüm olarak savunmaktadır.
Türk sağı ve Türk solu, DSİP ve Yeşiller dışında bu konuda da sessizdir. Bir mücadelede sessiz olan aslında taraftır.
Hepsi cinsiyetçi
Seçimlere katılan partilerde bir de cinsiyetçilik sorunu var. İktidar partisinden muhalefete bütün bu partiler cinsiyetçidir.
Gerek kadın sorununda gerekse eşcinseller ve transseksüeller konusunda bütünüyle duyarsızdırlar.
Son zamanlarda eşcinsellere dönük sayısız saldırı oldu. Bu saldırılara karşı yoğun bir mücadele var. Sağ partilerin, ulusalcıların bu soruna yakınlık göstermesi beklenemez ama sol da aynı umursamaz tutum içindedir. İstisna gene sadece DSİP’dir.
Ya yurtseverlik?
Bir de kendilerine “yurtsever” diye solcular var. Bunlar solun bütün değerleri ile yurtseverliğin bağdaşmadığını, işçi sınıfının bütün ülkelerde aynı çıkarlara sahip olduğunu bu nedenle yurtsever olamayacağını inkar eden 2. Enternasyonal dönekleri ile aynı saflardadırlar.
BUNLARA GEÇİT YOK
1923’den beri kendilerini bu ülkenin sahib i olarak görenler 1960’dan bu yana beşinci kez darbe girişiminde bulundular. Aslında başbakanlığa bağlı bir daire olan Genelkurmay Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle darbe tehdidinde bulundu. Türkiye’nin çoğunluğuna karşı silahlarını çevirdi.
Genelkurmay’ın bildirisine karşı hiçbir parti açık tutum almadı. Sağdan, soldan sayısız gazete yazarı darbe muhtırasını ya açıktan destekledi ya da üstü kapalı bir biçimde destekledi.
Aynı günlerde gerçekleşen “Cumhuriyet Mitingleri” ise sağın dışında solun da desteğini kazandı. Kitle örgütlerinin ve sendikaların yöneticileri yalpalarken çeşitli sol örgütlenmeler Cumhuriyet Mitinglerinde olumluluk arama yarışına girdiler. Kimileri gösterilerin anti emperyalizmini övdü, kimileri ise yığınsallığını öne çıkardı.
Sağda ya da solda yer alan siyasi partilerin büyük çoğunluğu bu gösterilerin asıl olarak darbeye zemin hazırladığına hiç değinmediler.
Soldan gelen bir başka tepki ise “ne darbe ne şeriat” oldu. Cumhuriye Mitinglerini düzenleyen ırkçılar da sonunda açıkça darbecilik yaptıklarını fark ederek son mitinglerinde ne darbe ne şeriat tutumunu öne çıkardılar.
Ne darbe ne şeriat tutumu daha önce de 28 Şubat darbesi sırasında öne çıkarılmıştı. Bu tutum öncelikle egemen sınıfın ve darbecilerin söylemine sahip çıkmakta ve sanki şeriat tehlikesi kapıya dayanmış gibi göstermektedir. Oysa bugün Türkiye’de şeriat tehlikesi yoktur. Oysa darbe çok açık bir tehlike olarak önümüzde durmaktadır.
AKP’nin şeriatı getirecek parti olarak tanımlanması tam bir abartmadır. Bu partinin yöneticilerinin dün Milli Görüş geleneğinden geliyor olmaları, erkek yöneticilerinin çoğunun eşlerinin türbanlı olması ve gen bu partinin türban sorunu karşısında hassas olduğunu ifade etmesi AKP’yi şeriatçı yapmaz.
Kimileri ise AKP’nin kadrolaştığını söylemektedir. Doğrudur. AKP mümkün olduğunca kendi kadrolarını bürokrasinin başına geçirmeye çalışmaktadır ve Cumhurbaşkanlığını kazanırsa bu süreç daha da hızlanacaktır. Ancak acaba iktidara gelen hangi parti tersini yapar? Bürokrasiden istifa ederek milletvekilliği için yapılan başvurular içinde çok sayıda CHP ve MHP’linin bulunması bunun kanıtı değil midir?
Savcılardan, hakimlerden ve eski generallerden birçoğu ülkücü katiller çetesini tercih etmeleri nasıl açıklanabilir. Birçok bakanlıkta kemalistlerin ve ülkücülerin kadrolaşmasına karşı, “Türküm, Türkçüyüm, Atatürkçüyüm” diyenlerin bürokrasi içinde hızla yayılmalarına karşı alarma geçilmemektedir ama AKP atamaları bir anda kemalistleri ve ülkücüleri ayağa kaldırmıştır.
Cumhuriyet elden gidiyor çığlıkları atılmaktadır. Dün Nazilerin işbirlikçisi olan Cumhuriyet gazetesi bar bar bağırmaktadır: “Cumhuriyeti koru” diye. Sanki yeniden saltanatı kurmak isteyenler, yeniden hilafeti getirmek isteyenler var. Ve buna Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay’da katılmaktadır.
Genelkurmay’ın memurlardan oluşmasının yanı sıra bugün hala Cumhurbaşkanlığını sürdürmekte olan Ahmet Necdet Sezer aslında çok küçük bir azınlığın temsilcisidir.
Sezer’in seçilmesini sağlayan siyasi partiler son seçimlerde toplam yüzde 15.5 oranında oy almışlardır. Oysa yeni cumhurbaşkanını seçmesi darbe tahdidiyle engellenen AKP bunun iki katından fazla oy almıştır.
1 Mayıs, Cumhuriyet Mitinglerine ve darbe tehditlerine karşı büyük, yığınsal bir tepkinin çıkışı olabilirdi.
Oysa 1 Mayıs 2007 iki-üç sekter sol örgütün oyun alanı haline geldi. Zaten emek hareketini bölmek için uzun süredir tutum alan bu sol gruplar bu 1 Mayıs’ta da her zaman olduğu gibi emek hareketini bölmüş ve 1 Mayıs’ı hem küçültmüş hem de günün politik gelişmelerinden kopararak anlamsızlaştırmış ya da daha doğrusu 1 Mayıs’ı darbenin yedeğine sokmuştur.
Bu da TKP:
"Genelkurmay Başkanlığı'nın dün gece yapmış olduğu
açıklamayı "meşruiyet"
açısından değerlendirmek, konuyu asker-sivil ya da seçilmişler-atanmışlar ikilemi içerisine hapsetmek yanlıştır
"Bu nedenle konu, TSK'nın seçimle işbaşına gelmiş bir hükümete ve parlamentoya müdahalesi ekseninde ele alınmamalıdır. Bugünkü hükümetin ve parlamentonun, demokratik bir anlayışı temsil yeteneği de, niyeti de bulunmamaktadır.”
Bu iki alıntı TKP’den.
Ama Yurtsever komünistlerin daha da vahim olan tesbiti Genelkurmay Başkanlığı'nın hayali bir olguyla uğraşmadığını söylemeleri ve AKP'nin gerçekten de "dinci gericiliğin" bekçisi olduğunu iddia etmeleri.
GÖRÜŞ
Bir ilk adım
Bağımsız aday fikri çekiciliğini sürdürüyor. Zamanın ve dolayısıyla kazanma şansının giderek azalmasına rağmen fikrin neden hâlâ çekici olduğu çok açık: Neoliberal bir partiyle azgın milliyetçi bir parti arasında sıkıştık kaldık, sol diye bir şey kalmadı, mevcut sol partilerden hiçbirinin seçimlerde varlık gösterme şansı yok, bari böyle bir şey yapalım, boş durmayalım, seçimlerde sol bir ses de duyulsun.
Ahmet İnsel ile Seyfettin Gürsel'in Radikal'de bağımsız adayların kazanabileceğini gösteren yazısından bu yana, ülkenin dört bir yanında dar ve geniş çevrelerde bu konunun enine boyuna tartışıldığından kuşkum yok.
Bildiğim ilk somut girişim Kadıköy'de gerçekleşti. 11 Mayıs'ta geniş katılımlı bir toplantıda bağımsız sol aday çıkarma konusu tartışıldı, bir bildirge kaleme alındı, bildirgeyi partilere, emek örgütlerine götürmek ve konuyu tartışmalarını sağlamak üzere bir kurul oluşturuldu, ziyaretlere başlandı.
Bu süreçten bir aday çıkıp çıkmayacağı; çıkarsa, çevresinde bir kampanya yaratılıp yaratılamayacağı henüz belli değil. Herkesin çok azimli, çok kararlı ve çok iyiniyetli olduğundan kuşku yok. Ama bunlar yeterli olacak mı, bilmek zor. Partiler ne yapacak? En başta DTP ne yapacak? Bilinmeyenler çok.
Biz bu sürecin içindeyiz, içinde olmaya devam edeceğiz, elimizden geleni yapacağız.
Ama aynı zamanda hayalci olmamak, olabilecekleri gerçekçi bir şekilde düşünmek gerek. DTP'nin kararını son ana kadar beklemek zorunda kalırsak, partiler kendi adaylarını çıkarır veya bazıları ayrıca DTP ile davranmaya karar verir ve adayları kendi içlerinden saptarsa, ayrı bir bağımsız aday kampanyasının başarı şansı kalmayacak, gülünç olmayan düzeyde oy alma şansı olmayacaktır.
Kanımca, öylesi bir durumda, edebimizle, moral bozmadan ve şimdilik kaydıyla, bu işten vazgeçmek gerekir.
"Şimdilik" diyorum, çünkü konu basitçe ve sadece Temmuz 2007 seçimleriyle ilgili değil. Sadece solcuların sesini duyurabilmekle de ilgili değil. Çok daha geniş, çok daha kalıcı bir sorun. Ülkenin her yanında, değişim isteyen, CHP'ye de AKP'ye de oy vermeyi hiçbir koşulda istemeyen, ama mevcut sol partilerden hiçbirine ne yakınlık ne de güven duyan yüz binlerce, belki de milyonlarca insan var. Sorun, bu insanlar için, güvenerek, kazanma şansı olduğuna inanarak oy verebilecekleri bir alternatif yaratmak. Bu sorun, seneye belediye seçimlerinde de, 2011 genel seçimlerinde de önümüzde duruyor olacak.
Bu sorun iki ayda çözülecek bir şey değil. İki ayda yapılabileceğin çok ötesinde bir kampanya yapmak; çok geniş, çok çeşitli çevrelerin desteğini ve aktif katılımını sağlamak; örgütlü solun sınırlarını kat kat aşmak; CHP'yi artık midesi kaldırmayan sosyal demokratları da, bugüne kadar aktif siyasete bulaşmamış gençleri, kampanyacıları, aktivistleri de kapsamak gerek.
Bu sefer bağımsız aday(lar) çıkarmayı becersek de, bunu geniş kitleleri heyecanlandıran, umut veren, yeni bir hava yaratan bir şekilde yapmak, iki ay içinde mümkün olmayacak. Ama becersek de, beceremesek de, bunu bir ilk adım olarak düşünmek gerek. Yapılan toplantıları, görüşmeleri, tartışmaları, yazılan metinleri daha uzun vadeli bir sürecin başlangıcı olarak değerlendirmek gerek.
Roni Margulies