Sosyalist İşçi 284 (2 Haziran 2007)
Oylarımız mücadele için
Seçim tarihi yaklaştıkça partiler de kıpır kıpır olmaya başladı. AKP önce Erzurum ardından Van mitingleriyle aslında seçim kmapanyasını başlatmış oldu. CHP ise cumhuriyet mitinglerini giderek kendi seçim kampanyasına dönüştürdü.
Bazı partiler birleşti, bazıları seçim ittifakı kurdu, bazıları ise birleşme girişimlerine devam ediyor. Ama bu seçim heyecanı içinde işçi sınıfının, ezilenlerin, Kürtlerin ve azınlıkların, IMF mağdurlarının gerçek sorunları gündemin en arkasına itiliyor.
Seçim heyecanı içinde gerçek sorunların yerini ilüzyonlar alıyor.
Savaşa hayır!
Dünyadaki en büyük sorun, ABD'nin dört yıl önce başlattığı Irak işgali. Afganistan saldırısından iki yıl sonra 35 ülkenin desteğiyle Irak'a giren ABD yaklaşık 1 milyon Iraklıyı öldürdü. Gerçek bir muhalefet her şeyden önce koşulsuz olarak ABD'nin Irak'tan defolmasını ve Irak halkına uyguladığı zorbalığın hesabını vermesini savunmalıdır.
ABD Irak'tan çekilmeli, Bush ve kabinesinin üyeleri savaş ve insalık suçlarından mahkum olmalıdır.
Öte yandan "Savaşa hayır!" demek bu ölçüde basit değil. Sahte bir anti emperyalist yaklaşımla ABD'ye hayır diyenler aynı zamanda Türkiye'nin sınır ötesi operasyonlarını destekliyorlar. Milliyetçilikle savaş karşıtlığını birleştirmeye ve savaş karşıtlığına saldırgan, militarist bir misyon yüklemeye çalışıyolar.
Türkiye'de halkların ezici çoğunluğu savaşa karşı. Ezici çoğunluk sınır ötesi operasyonlara da karşı. Bir yandan ABD'nin Irak'ta yenilmesini savunmak bir yandan da Türkiye'nin yayılmacılığına karşı çıkmak zorundayız.
Karşımıza çıkıp bizden oy isteyecek partilerin iki yüzlü olup olmadığını kanıtlayacak mesele ise İncirlik Üssü hakkında ne düşündükleri olacaktır. İncirlik Üssü'nü sadece ABD'ye kullandırmamayı savunanlar gerçekten savaşa karşı çıkamazlar. İncirlik Üssü'nde ABD ve Türk uçaklarında kullanılmayı bekleyen nükleer bombalara karşı çıkmak ve bir bütün olarak üssün kapatılmasını savunmak çok önemli. İncirlik askeri üssü Türkiye'nin askeri saldırganlığını simgesi durumunda ve gerçek savaş karşıtları bu üssün kapatılmasını istiyor.
IMF politikalarına son!
İncirlik Üssü'ne karşı çıkmak, "savaşa değil sosyal haklara bütçe" sloganını savunmka açıısndan da çok önemli. AKP hükümeti bir yandan ABD'nin işgal politikalarını ortağı olarak davranırken diğer yandan IMF programını harfi harfine uyguluyor.
Özelleştirmelerde çok önemli adımlar atıldı. SEKA ve Paşabahçe gibi yıllardır ayakta duran kamu işletmeleri özelleştirildi.
Özellikle AKP'nin geçen yıl gündeme soktuğu ama bu yıl ertelemek zorunda kaldığı "sağlıkta yıkım yasası" milyonlarca emekçiyi, yokulu ve genci etkileyen en önemli IMF saldırılarından birisi. Sağlık ocaklarını, okullarda verilensağlık hizmetlerini kapatmayı ve özel sermayeye devr etmeyi hedefleyen bu yasa AKP'nin yeni liberal saldırı programının sağlam bir uygulayıcısı olduğunu kanıtlıyor.
Sağlığa, eğitime ayrılan bütçe hızla eriyor. Her şey paralı hale getiliyor, her şey satılıyor.
AKP Türkiye'de büyük sermayenin tüm kamusal alanı tahrip ederek tüm kazanılmış hakları özel sermayeye açma programını birebir uyguluyor.
Ama bütün burjuva partileri aynı programı savunuyor.
Avrupa Birliği'nin ekonomik liberalleşme programını savunmayan bir burjuva partisi yok.
Üstelik bu partilerin bir çoğu darbeyiüstü kapalı ya da açık bir biçimde destekliyor.
27 Nisan muhtırasını AKP'ye karşı neredeyse kendi zaferleri olarak gören partiler AKP'ye karşı doğru bir muhalefet örmeyi de zorlaştırıyorlar. Yeni liberal politikalara karşı tepki hızla milliyetçi ve darbeci tepkiyle birleşiyor. Bu ise AKP'nin yoksulluğun ve özelleştirmelerin sorumlusu olarak görülmesini engelliyor.
Milliyetçi, darbeci ve yurtsever partiler, hayali bir şeriat tehlikesini öne sürerek AKP'nin gerçek kimliğini gizlemesine yardımcı oluyor.
AKP'ye karşı mücadele yeni liberal politikaların, yani yoksulluğu ve açlığı derinleştiren poliitkaların sorumlusu olduğu perspektfiyle verilmelidir.
Başka bir enerji için
Türkiye'de bir şeriat teikesi yok! İrticai bir karşı devrim tehlikesi yok! Türkiye'de de sorun dünyanın büyük çoğunluğunda olduğu gibi küresel kapitalizmin sosyal haklara dönük saldırganlığının yarattığı tahribatlar.
Bu tahribatların yanında en az savaş kadar küresel olarak politik gelişmelerin merkezine oturan bir başka sorun daha var. Bu, küresel ısınma tehlikesi.
Dünya, üzerindeki tüm canlı yalşamıyla birlikte büyük ve neredeyse geri döndürülemez bir felakete doğru sürükleniyor.
Petrol, doğalgaz ve kömür gibi fosil yakıtların azgınca kullanımından kaynaklanan küresel ısınma tehlikesi, sınır tanımaksızın tüm dünyayı tehdit ediyor. Bu tehdit kapitalizmin ne kadar çılgın ve gözü dönmüş bir sistem olduğunu da gösteriyor.
Büyük petrol, silah ve enerji şirketleri dünyayı yok etme pahasına kar kapılarından vaz geçmiyorlar. Bu şirketlerin sözcüsü gibi davranan devletler ise küresel ısınmaya karşı tedbir almadıkları gibi, tehlikeyi derinleştiren politikalar izliyorlar.
Ülkelerin sera gazı salımlarında küçük birindirime gitmeyi hedefleyen Kyoto Protokolü bile ABD ve Türkiye hükümetince imzalanmıyor.
Gezegenin ateşi her geçen gün artıyor ve Türkiye bu ısınmadan muaf değil. Dünyayı kıs zamanda, eğer bu şirketler ve devletlere geri adım attıramazsak, iklim göçleri, ölümle, canlı türlerinin yok olması ve tarımın toptan çöküşü gibi tehlikleer bekliyor. Benzer tehlikeler Türkiye'yi de bekliyor.
Hiçbir burjuva partisi bu tehlikelere dikat çekmiyor. Tersine, meclis bütün cumhuriyet mitingleri, darbe tehlikesi ve miliyetçilik yarışının arasında bir gecede nükleer santral yasa tasarısını kabul etti.
Nükleer enerji küresel ısınmaya bir çözüm olarak öne sürülüyor. AKP hüükmeti Sinop'ta nükleer santral kurmayı kafasına koymuş durumda.
Bu yüzbinlerce insanın yaşamını tehlikeye atan büyük bir yalan ve gerçek bir sorun. AKP'ye şeriatçı yaftasını yapıştırarak ortalığı sis peredesiyle kaplayanlar, hükümetin nükleer lobileriyle elele meclisten geçirdiği bu yasaya karşı da sessiz kalmak zorundalar.
Gerçek bir muhalefet gerçek sorunklara karşı sesini yükseltmelidir ve küresel ısınma ve nükleer santral tehdidi en gerçek sorunların başında gelmektedir.
Darbeye ve
ırkçılığa hayır
Sınırsız düşünce, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü işçi sınıfı ve ezilenler için ekmek ve su kadar önemlidir. Siyasal demokrasinin sınırlarının geliştirilmesi ekonomik ve sosyal hakları korumanın ve geliştirmenin ne önemli adımlarının başında geliyor.
Hala 12 Eylül Anayasası’nın demokrasiyi boğan çerçevesiyle uğraşmak zorundayız. Bu yetmezmiş gibi bir de ordunun siyaset üzerindeki ağırlığı demokrasinin alanını daha da geriletiyor.
27 Nisan muhtırası AKP hükümetine karşı statükoyu korumak isteyenlerin işine gelse de demokrasinin düşmanı olan ırkçı ve milliyetçi vurgularıyla özgürlükleri savunmka ve geliştirmek isteyen her partinin tüm keskinliğiyle karşı çıkması gereken bir zorbalık bildirisidir. Kürtlere, Ermenilere, halkların kardeşliğini savunanlara, düşünce, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü isteyenlere yönelik bir tehdittir.
Sendikalar, sol partiler muhtıranın en az AKP kadar hedef tahtasına oturttuğu düşmanlardır.
Yeni liberalizme, savaşa, küresel ısınmaya, nükleer santral çılgınlığına, IMF'ye, eğitimde ve sağlıkta özelleştirmeye, AKP hükümetine karşı çıkarken, darbeye, darbe girişimine, ordunun demokrasiye yönelik saldırganlığına, ırkçılığa ve milliyetçiliğe de aynı zamanda karşı çıkmak zorundayız.
23 Temmuz'da sokaklardayız!
Seçim kampanyasını mücadelenin, kampanyaların bir aşaması olarak görmemiz gerekiyor. Önümüzde çok sayıda birikmiş ve mücadele edilmesi gereken sorun var. Sağlıkta yıkım yasasına karşı şimdiden mücadele etmek zorundayız. Hangi hükümet gelirse gelsin bu yasayı IMF'nin programının kopmaz bir parçası olarak uygulamaya çalışacak.
İncirlik Üssü'nün kapatılması için mücadele etmek zorundayız. ABD'nin Irak işgaline karşı sokaklarda yaygın kampanya örgütlemeliyiz.
Küresel ısınmaya ve AKP hükümetinin bir gecede aniden çıkarttığı nükleer yasasına karşı da bugünden kampanya yapmak zorundayız.
Irkçılığa ve milliyetçiliğe karşı seçimlerin sonucunu bile beklemeden bugünden mücadeleye ara vermemeliyiz. Bu seçimlerde belli ki burjuva partileri meydanlarda milliyetçilik yarışına girecek.
23 Temmuz'da seçimlerden hemen sonra mücade-leye hazırlanalım.
G8 zirvesini durduralım!
Dünyanın en zengin ülkeleri olan ve G8 adını alan , Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada ve Rusya 2-6 Haziran tarihlerinde Almanya'da yeni bir zirve için toplanıyor.
G8 ülkeleri sicili en bozuk olan ülkeler.
Dünyaya en çok bomba atanlar G8 ülkeleri.
Dünyanın her hangi bir yerindeki askeri darbeleri destekleyen, teşvik edenler G8 ülkeleri.
Küresel ısınmanın en büyük sorumluları, dünyayı en çok kirletenler G8 ülkeleri.
Açlığın sorumluları, yoksulluğun sorumluları G8 ülkeleri.
Savaş çılgınları
Savaşları çıkartan, geliştirenlerin başında G8 ülkeleri geliyor. Kanada ABD ile birlikte Afganistan'da. İtalya ve İngiltere ABD ile birlikte Irak'ta. Rusya Çeçenistan'da 250 binden fazla Çeçen'i öldürdü.
Irak işgalinde yaklaşık 1 milyon kişi öldü.
Irkçılar
Bush, Blair ve Sarkozy ırkçı. Bu ırkçılar, oturup bir yandan yemek yer, içki içerken bir yandan da Afrika'daki yoksulluğu ve dünya barışını konuşacaklar.
ABD ve İngiltere'de anti terör yasaları yüzünden göçmenler ve müslümanlar büyük bir baskı altındayken bu ülkelerin liderleri barış ve kardeşlikten söz edecekler.
Fransa'da siyah, müslümanlar ve göçmenler sokak ortasında öldürülürken G8 zirvesinde küresel demokrasi konuşmaları yapacaklar.
Bu yüzden Almanya'da küreselleşme karşıtları, savaş ve ırkçılık karşıtları, anti kapitalistler büyük bir kampanya örgütlüyorlar. Haziran başında Almanya çok sıcak olacak.
Bizler de İstanbul, İzmir, Ankara'da sokaklara çıkıp Almanya'daki kardeşlerimizle dayanışacağız..
G8: teröristtir
Almanya'da devletin baskısı dayanışmayı güçlendiriyor. Geçtiğimiz haftalarda Almanya'nın pek çok yerinde ev ve büro baskınları gerçekleştirildi. Bu baskınların nedeni, sol gruplar tarafından Heiligendamm'da yapılacak olan G-8 Zirvesi'ne karşı silahlı saldırı hazırlığı içinde oldukları iddiasıydı.
Polis sertleşiyor
Hükümet, terörist bir birliğin eğitilmekte olduğunu öne sürüyordu. Ne var ki bu iddiaların hiçbiri ispatlanamadı. "Terör zanlıları" delil yetersizliği nedeniyle serbest bırakılmak zorunda kaldılar.
Kampanyalar, Almanya hükümetinin paniğe kapılmasına yol açmış durumda. Halkın geniş kesimleri, Büyük Koalisyon'dan hiçbir şekilde memnun değil. Bremen'de yapılan seçimlerde, hükümet ortağı partiler ciddi oy kayıplarına uğradılar. Bunun ötesinde halkın çoğunluğu G-8 Zirvesi'nde ele alınacak konularda hükümetin değil, küreselleştirme karşıtı hareketin yanında yer alıyor.
Baskıya karşı sokaklarda
Öte yandan Telekom işçileri grev halinde ve Ver.di sendikası da G-8 Zirvesi'ne karşı grev çağrısında bulundu. Bütün bunlar, G-8'e karşı esmekte olan olumsuz havanın giderek yayılma eğiliminde olduğunu gösteriyor. Teröristlerin nerede toplandığını herkes çok iyi biliyor. Hükümet, aldığı önlemlerle protestocuları korkutmak, halkı onların terörist olduğuna inandırmak ve insanları protestolara katılmaktan vazgeçirecek bir ortam yaratmak istiyor. Fakat protestocuları kriminalleştirmek ve hareketi bölmek için gösterilen bu çabalar boşa çıktı. Ev ve büro baskınlarının hemen ertesi gününde on binlerce kişi polis baskısına karşı büyük bir dayanışma ruhuyla sokağa çıktı.
GÖRÜŞ
Tarihin ağır eli
II Abdülhamit'in darphanesindeki toplantıya giderken sağımda solumda "Ne darbe, ne darbe" afişleri vardı; salona girdiğimde ise karikatür olarak çizilmiş bir cumhurbaşkanı önerisi içeren şu afiş:
"Bize sunulan meşru cumhurbaşkanı fotoğrafının negatifini aldık ve ortaya Aliye Öztürk çıktı.
Bizi biz yapan şeyleri alt alta koyduk.
Aliye Öztürk; Genç, Kadın, Başörtülü, Dindar, Kürt, Anne tarafından alevi, anneannesinden Ermeni, babası 12 Eylül mağduru, kendisi 28 Şubat mağduru.
Yani Türkiye'de Cumhurbaşkanı olması uygun görülen Beyaz Türkler'den, Türkiye'nin WASP'larından değil. Bu yüzden hepimizin Cumhurbaşkanı adayı, Aliye Öztürk içimizden biri".
Genç Siviller'in düzenlediği "Demokrasi Sınıfı" adlı muhtıra/darbe karşıtı etkinlik için Darphane tıka basa doluydu. Mete Tunçay, Ömer Laçiner, Etyen Mahçupyan, Kürşat Bumin, Fatmagül Berktay gibi konuşmacıları dinleyen kalabalığın çoğunluğunu gençler oluşturuyordu, gençlerin arasında da hatırı sayılır bir azınlık başörtülüydü. Panelde yanımdaki konuşmacılardan biri de Zaman gazetesinden (başörtülü) Nihal Bengisu Karaca'ydı. İslami kesimin önde gelen şairlerinden Cahit Koytak şiirler okudu.
Ben bu toplantıya giderken, Yıldız Önen de Küresel BAK adına konuşmak üzere davet edildiği, beş Müslüman kadın derneğinin düzenlediği Küresel Tehdide Karşı Bölgesel Kadın Dayanışması toplantısına gidiyordu. Yine tıka basa kalabalık, yine başörtülü, yine genç.
Üç önceki haftasonu, muhtıranın ertesi günü Kadıköy meydanındaki İklim Değişikliği gösterisinin en çarpıcı özelliği ise, katılan 8-10 bin kişinin yaş ortalamasıydı. Uydurmayayım, bilimsel bir çalışma yapmadım, ama 15 ile 20 arasında, 20'den ziyade 15'e yakındı tahminimce.
Türkiye'nin nüfusu özellikle gençtir. Yıllar önce, Günaydın gazetesinin "boyalı basın" kavramını başarıyla Türkiye'ye soktuğu günlerde gazetede bir haber çıkmıştı: "Nüfus artış hızında Avrupa birincisiyiz". "Başka övünecek bir şeyimiz de yok" diye düşünmüştüm, o yüzden aklımda kalmış.
Ama her tür muhalif hareketliliğin içinde gençlerin çoğunluğu oluşturması Türkiye'ye özgü bir şey değil. Avrupa'daki savaş karşıtı hareketin de, Venezuella'da Chavez'i darbelere karşı korumak için sokaklara dökülenlerin de çoğunluğu genç.
Bunun en çarpıcı örneği, kuşkusuz, 1968 hareketi. Yirmi yıl boyunca kapitalizmin hızlı büyümesi nedeniyle her türlü kazanımı kolayca elde etmeye alışmış, bürokratik ve hantal sendikalarda örgütlenmiş, hareketsiz işçi sınıfını 1968'de tetikleyen, harekete geçiren, gençliğin mücadeleye atılması olmuştu. Fransa'da on milyon işçiyi kapsayan genel grev, Sorbonne Üniversitesi'nde gençler okulu işgal edip sokaklarda polisle çatışmaya başladıktan, memleketin tüm havasını değiştirdikten, herkesi taraf olmaya zorladıktan sonra gerçekleşmişti.
Bunda şaşacak bir şey yok. Gençlik kolay harekete geçer. Çoluk çocuk, iş güç kaygısı yoktur; okuyacak, tartışacak zamanı çoktur; işini kaybetme, işten atılma kaygısı taşımaz. Belki de en önemlisi, deneyimsizdir; dolayısıyla geçmiş yenilgilerin, başarısızlıkların izlerini taşımaz, Marks'ın ifadesiyle "tarihin ağır elini" omuzlarında hissetmez.
20 Mart'ta Irak işgaline karşı gösteride kulağıma gelen "Altıncı Filo'yu unutmadık, unutturmayacağız" iddiası, çeşitli duvarlarda gördüğüm "Mahir, Hüseyin, Ulaş" sloganı, geçmişi bilmeyen, geleceği ise heyecanla izleyen gençliği ne kadar heyecanlandırabilir acaba? Üstelik bu gençliğin başörtülü olan kesimleri kendilerine otomatik olarak "gerici" yaftasını yapıştıranlar hakkında ne düşünebilir acaba?
Gençliğin yanında değil, geçmişte yaşayanlara sormak isterim.
Roni Margulies