Sosyalist İşçi 286 (16 Haziran 2007)

 

Sayfa 4-5: Orta Sayfa


Birçok ülkede askeri darbe yapanlar veya yapmaya kalkışanlar yargılanıp mahkum edildi
DARBECİLER DE YARGILANABİLİR
1. 12 Eylül’le, 25 yıl sonra da olsa hesaplaşmak. Bu darbeyi gerçekleştirenlerin, onların hizmetinde sorumlu bir biçimde yer alan herkesin yargılanması gerekir.
2. Sivil toplumun yaşamına yetkilerini aşarak karışan, sorumlu oldukları kurumları tehdit eden generallerin bu uygulamalarına karşı ağır cezai tedbirler getirilmelidir.
3. Silahlı Kuvvetlerin bütün hesapları, bütün ilişkileri sorumlu oldukları kurumlara karşı şeffaf olmalı, milli savunma bakanlığı tarafından denetlenmelidir.

Ellerinde silah olanlar daima kendilerini silahsız- lara karşı çok güçlü görürler. Ellerindeki silahla her istediklerini yaptırabileceklerini sanırlar. Hele emirleri altında çok sayıda silahlı insan olunca bu her istediğini yaptırma duygusu daha da artar.
Bir gösteride ellerinde copları ve biber gazları ile göstericilerin karşısına çıkan polisleri sık sık televizyonlarda görüyoruz. Onlar için amaç çoğu zaman sadece yasa dışı olarak gördükleri bir gösteriyi engellemek değil, karşılarına çıkanlara hınçla saldırmaktır. Mümkün olan en yüksek dozda şiddet kullanırlar. Yere düşen savunmasız bir insanın başına 5-10 tanesi toplanır coplarla, tekmelerle döverler. Sonra da kahramanlık marşları söyleyerek yürüyüş yaparlar.
Polisin bütün şiddetine rağmen hiçbir zaman gösterileri aslında engelleyemezler. Toplumsal gelişmelere karşı seslerini duyurmak isteyenler daima, bunu şu ya da bu biçimde gerçekleştirirler. Polisin insanlık dışı şiddeti hiçbir zaman işe yaramaz. Hiçbir zaman kalıcı sonuca ulaşamaz.
Bir de polisten çok daha fazla silaha sahip olan askerler ve onların başı generaller var. Dişlerinden tırnaklarına silahlı ordulara hükmeden generaller, dünyanın birçok ülkesinde darbeler yaparlar. Esas olarak demokrasinin gelişmediği, yani darbe yapmak isteyen generallerin yargılanıp cezalandırılmadığı ülkelerde darbe yaparlar.
Generaller bir ülkede darbe yapmak istedikleri için veya darbe yaptıktan sonra bir kez yargılanıp cezalandırılınca artık darbe yapmak o kadar kolay olmaz.
Generallerin yargılanması ve cezalandırılması, topluma eli silahlılara karşı güç verir. Ayrıca sivil toplum eli silahlı general- lere karşı bir dizi önlem alır ve onları bir daha silahlarını kendi halklarına karşı çevirmelerine engel olur.
Askeri darbe aslında silahlı kuvvetlerin başındaki generallerin ellerindeki büyük vurucu gücü kendi halklarına karşı kullanmalarıdır.
Generaller bunu sanki halkın yararına darbe yapıyorlarmış gibi gösterirler, ama ilk tedbirleri daima işçilerin ve emekçilerin bütün kazanılmış haklarını gaspetmek ardından halkın seçtiği bütün organları dağıtmaktır. Yani fiilen bütün darbeler, istisnasız bir biçimde halka düşmandır ve darbeyi yapanların diktatörlüğüdür.
Türkiye’de 27 Mayıs 1960 darbesi silah kullanarak cumhurbaşkanını görevinden almıştır. Başbakan ve iki bakanı idam etmiştir.
Darbe iddiaları komiktir, ülkeye demokrasi getirdiklerini iddia etmişlerdir.
Oysa kamu vicdanı Türkiye’de daima idam edilen Adnan Menderes’i aklamıştır. kamu vicdanında mahkum olan darbeci- lerdir. Ne yazık ki yargılanıp hakkettikleri cezaya çarptırılamamışlardır.
Türkiye’de daha sonra 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri var. Her ikisinde de gene generaller halkın iradesine karşı silah çekmişler ve ellerindeki silahlarla diktatörlüklerini sürdürebilmişlerdir.
28 Şubat’ta ve 27 Nisan’da generaller bu kez muhtıra vermiş ve politika- ya böyle müdahale etmişlerdir. Her iki muhtıranda generallerin ellerindeki gücü, kendi maaşlarını veren halkın iradesine karşı kullanmalarıdır.
Generaller ve onların darbelerini onaylayanlar, daima devleti halktan, devleti hükümetlerden ayırırlar.
Onlara göre halk dahil herşeyin üstünde bir devlet vardır. Bu devlet generallerden ve yüksek bürokratlardan başka kimsenin karışamayacağı bir yapıdır. Ordu kendisini halka karşı devleti de korumakla görevli görür. Kimi yasa maddelerini böyle yorumlar. Kendisince darbelerinin yasal dayanağı bu yorumdur.
Her darbeden sonra ise yargılanma korkusundan, kimsenin kendilerini yargılayamayacağına dair değişmez anayasa hükümeleri oluşturular.
Oysa bütün askeri darbe- ler kamu vicdanında daima yargılanır ve mahkum olur. Darbecilerin yargıladığı politik yapılar bütün teröre, önlemlere rağmen gene halkın desteğini kazanırlar.
Eğer bugünlerde olduğu gibi silahlı kuvvetlerin muazzam silah gücüne komuta edenlerin iki de bir de hizmetinde oldukları halka muhtıra verme- lerinin önüne geçmesinin üç adımı var:
1. 12 Eylül’le, 25 yıl sonra da olsa hesaplaşmak. Bu darbeyi gerçekleştirenler, onların hizmetinde sorumlu olan herkesin yargılanması gerekir.
2. Sivil toplumun yaşamına yetkilerini aşarak karışan, sorumlu oldukları kurumları tehdit eden ge- nerallerin bu uygulamalarına karşı ağır cezai tedbirler getirilmelidir.
3. Silahlı Kuvvetlerin bütün hesapları, bütün ilişkileri sorumlu oldukları kurumlara karşı şeffaf olmalı, Milli Savunma Bakanlığı tarafından denetlenmelidir.


Yargılanıp ceza alan generaller
Dünyanın bir çok ülkesinde darbeciler bacaklarından sürüklenerek göz- altına alındılar ve cezalandırıldılar.
En ünlü darbecilerden Şili diktatörü Pinochet yargılanırken öldü ve ceza almaktan kurtuldu.
Yunanistan’da darbeciler tutuklandılar ve ardından ağır hapis cezalarına çarptırıldılar. Döktükleri kanın hesabını verdiler.
İspanya ve Portekiz’de faşist diktatörler halk ayaklanmaları ile devrildi.
Latin Amerika’da birçok ülkede diktatörler yargılandı. Arjantin’de darbe yapan generaller ülkeyi Falkland adalarını geri almak bahanesi ile bir ma- ceraya sürükleyip bu savaşta İngilizlerden ağır bir darbe yiyince diktatörlükleri yıkıldı ve yargılanıp hapse tıkıldılar.
Endonezya’da Başkan Sukarno’yu devirerek 1 milyon insanın ölümüne neden olan General Suharto diktatörlüğü uzun bir süre sonra da olsa yıkıldı ve rejimin tüm sorumluları yargı önüne çıkarak ağır cezalar aldılar.
Bütün bu olaylarda yargı önüne çıkan generaller öncelikle kendi halklarına ve onların seçilmiş temsilcilerine karşı şiddet kullanmaktan yargılandılar.
Birçok burjuva demokratik ülkede ise askeri darbeler bir kaç yüzyıl önce gerçekleşmekteydi. Bu darbelere karışan generaller de birer birer yargılandılar ve cezalandırıldılar. Kimi idam edildi, kimi ağır cezalara çarptırıldı.
Sıra Türkiye’de. Sadece 12 Eylül değil, bugüne kadar seçilmiş yöneticilere karşı silah kullanarak darbe yapan tüm general- ler, bugün yaşamıyor dahi olsalar yargılanmalı ve cezalandırılmalıdır. Kamu vicdanı kazanmalıdır.
Bugün Türiye’de general- ler zayıf olduklarını, halkın muhtemel bir darbeye karşı olduğunu biliyorlar ve bu nedenle halkı sokağa çıkmaya davet ediyorlar. Emir komuta zinciri içinde görev bekleyen Atatürkçü Düşünce Derneği, CHP gibi “sivil toplum” kuruluşları ise derhal harekete geçiyorlar.
Emri veren kadar, emre uyanlar da halkı birbirine karşı kışkırtmaktan suçludurlar.
Savcılar görevlerini yapmalı ve topluma göz dağı veren, asli görevlerini yapmayan generaller için dava açmalı, hakimler gereğini yapmalıdır.
İşçiler, emekçiler, darbe karşıtı tüm demokratlar ise muhtemel bir askeri dar- beye karşı direnmek için hazırlık yapmalıdırlar.
Sivil ya da asker, bütün halk darbeci generallere karşı seferber olmalıdır. Darbeyi mutlaka durdurmalıyız.


Demokrasinin ateşle imtahanı

Bugün tecrübe ettiğimiz burjuva demokrasileri ku-rulmazdan önce dünyanın hemen her yerinde mutlak monarşiler vardı. Tahtta oturan kral mutlak hâkimdi. Her türlü vergiyi koymak da, her yasayı çıkarmak da, bütün bir halkı savaşa sokup çıkarmak da bir kralın iki dudağının arasındaydı.
Üretici güçlerin önünde engel oluşturan bu yönetim sistemini değiştirmek isteyen çoğunluklar önce sanayileşmiş ülkelerde atağa geçtiler ve monarşileri yıktılar. Yerlerine bugün eksik gedik olarak gördüğümüz ve geliştirmek için çabaladığımız demokrasileri kurdular. Az gelişmiş ülkelerde de kurulan demokrasiler az gelişmişlik oranında geri kaldı, geliştirilmeye devam ediliyor.
Var olan şekliyle demokrasi elbette mükemmel değil -ki bu yüzden geliştirmek, değiştirmek istiyoruz. Ama öyle ya da böyle, bu demokrasi bize gökten zembille inmedi. Onu bizden önceki kuşakların egemenlere karşı mücadeleleri yarattı. Sınırlarını genişletmek de bize düştü.
Askerler ve demokrasi
Bugün, dört darbe görmüş Türkiye'de beşinci bir darbe tehdidi var. Askerler sınırları zaten dar olan demokrasiyi ortadan kaldırıp yönetime el koymak istiyor. Türkiye'nin geçmişinden biliyoruz: Askeri darbeler, halka ve halkın o güne kadar elde ettiği kazanımlara karşı yapılır. Ekonomik ve siyasi istikrarı (elbette patronlar açısından) sağlamak için ordu yönetime el koyar. Bütün siyasi partiler, sendikalar, pek çok sivil toplum kuruluşu yasaklanır. Örneğin bu satırları okuduğunuz gazete çıkamaz ya da illegal olarak çok zor şartlarda çıkar. Okumak için alanlar onu nereye saklayacaklarını bilemez.
Polisin yetkileri olağanüstü artar. Askerin yetkileri zaten hep yüksektir. Mahkemeler hızlanır: istenen herkese cezalar yağar. Aydınlar, sanatçılar tutuklanır, hapse tıkılır. İdamlar, işkenceler, baskılar, sansürler gırla gider. Nasıl giyineceğimize, yolda kaç kişi bir arada yürüyebileceğimize, saat kaçtan sonra evden çıkamayacağımıza askerler karar verir.
Meclis mi ordu mu?
Bizi yöneten hükümetleri yeterince demokratik yöntemlerle seçtiğimiz söylenemez. Uygulamalarından da çoğumuz memnun değilizdir. Eğitim, sağlık, barınma, giyim-kuşam, gıda gibi temel hizmetleri yeterince vermezler. Dünya kapitalizminin büyük güçlerinin uyguladığı dönemsel politikaları onlar da uygular. Hayatı bizim için yeterince kolaylaştırmazlar.
Ama en kötü bir seçilmişler parlamentosu bile askeri darbeyle yönetime zorla el koymuş generaller cuntasından iyidir. Ne de olsa halkın sözlerine kulak vermek zorundadır. Ama darbe yapmış asker kimseyi dinlemez. Elindeki silahlı gücü yıkım için kullanır: Bütün demokratik kazanımların yıkımı.
Hükümetlerin politikalarını beğenmeyebiliriz. Onlara karşı mücadele de ediyor olabiliriz. Ama bu ayrı bir şeydir, herhangi bir nedenle ordunun seçilmiş hükümeti zorla devirmesine davetiye çıkarmak ayrı şey.
Darbe tehditlerine açıktan ve tereddütsüz karşı çıkmadan, herhangi bir bahane karşısında demokrasiyi ve seçilmişlerin yönetimini savunmadan demokrat da olunamaz. Demokrat demokrasi isteyendir, darbeci darbe isteyen.
Darbe karşısında sessiz kalmak da, "darbeye hayır ama…" demek de sonuç olarak darbe yapmak isteyenlerin eline sağlam kozlar kazandırır. Darbeciler bunlar sayesinde kendilerine toplumsal bir zemin de sağlamış olurlar. Ne kadar eksik olursa olsun elimizdeki demokrasiyi askeri darbe karşısında savunmak zorundayız. Şimdi sözümüzü söyleyebiliyoruz. Ama darbe geldiğinde söz biter. Espri de biter.
Elimizdekini korumadan hayatımızda yeni iyileşmeler elde edemeyiz. Hayatımızda yeni iyileşmeler elde etmeye çalışmadan da elimizdekini korumak mümkün olmaz.
Cengiz Alğan




GÖRÜŞ
Milletvekilleri ve ölüm

İki yaz önce, Londra metrosunda ve bir otobüste bomba patlayıp düzinelerce insan hayatını kaybettiğinde, Tony Blair hükümeti hemen bir propaganda saldırısına geçti. Bakanlar, basın ve TV, hep bir ağızdan, Müslümanların kana susamış bombacı katiller olduğunu, İslam'ın terörizme özellikle yatkın, insanlık düşmanı bir din olduğunu anlatmaya başladı. Kısacası, Londra'da yaşanan vahşeti İslam düşmanlığını azdırmak ve Irak savaşını meşrulaştırmak için kullanmaya çabaladılar.

Başarılı olmalarına ramak kaldı, ama olamadılar. İkiz Kuleler saldırısı Amerikan kamuoyunu nasıl uzun bir süre Bush'un peşine taktıysa, aynısını İngiltere'de başarmak istiyorlardı, Londra'nın en büyük metro istasyonundan televizyona yansıyan ceset görüntülerinin korkunç etkisine rağmen, başaramadılar.

Başaramamalarının temel nedeni, bir tek kişinin ettiği laflar oldu. Parlamentoda bir tek sosyalist vardı: Respect milletvekili George Galloway. Hemen söz aldı ve "Siz binlerce kilometre uzaktaki bir ülkeye savaş açar, o ülkeyi işgal eder, yüz binlerce masum insanı öldürürseniz, Londra'da da bombaların patlaması kaçınılmazdır. Metroda ölen vatandaşlarımızın katili Blair hükümetidir" dedi.

Demesiyle birlikte, hükümetin tüm propaganda çabaları boşa çıktı. İmparatorun çıplak olduğunu, yalan söylediğini görüverdi herkes. Bunu hissedenler, sezenler zaten çoktu, ama Galloway'in sözleri ve bu sözlerin parlamentoda telaffuz edilmiş olması, kamuoyunu bir anda bir yandan bir yana çekiverdi; ülke "Evet, doğru yahu!" nidalarıyla inledi adeta!

Doğruyu söyleyen tek bir milletvekilinin bile ne kadar etkili olabileceğine İngiltere'den bir örnek. Peki, ya Türkiye?

Gazeteyi de, kendimi de fazla tehlikeye atmadan nasıl anlatılır, emin değilim, ama bir deneyelim. Burada da bir zamandır mayınlar patlıyor, karakollar basılıyor, genç çocuklar ölüyor. Niye oluyor bunlar? Ağız birliğiyle verilen cevap şu: "Kürtlerin yüzünden. PKK yüzünden. Teröristler yüzünden". Ağız birliğiyle "terör" lanetleniyor. Ölenlerin cenazeleri, ağlayan akrabalarının yüzleri medyayı kaplıyor.

Bütün bunlar olurken, biri kalksa ve meclis kürsüsünden şöyle dese "Türkiye'nin en yoksul ve yoksun bölgesinde, o bölgenin insanları yoksulluğun ve yoksunluğun üzerine bir de çektikleri çeşitli eziyetler nedeniyle göç etmek zorunda bırakılıyorsa, evleri ve köyleri yakılmışsa, kendi dillerini konuşmaları bile sorun ediliyorsa, kendi demokratik temsilcilerini seçmeleri ve seslerini meclise taşımaları barajlarla engelleniyorsa, bütün bunların sonucunda bu bölgede patlak veren şiddetin sorumlusu kimdir? Bölge halkı mı, yoksa bölge halkını bu duruma düşürenler mi?"

"Dahası", dese sözünü ettiğim hayali milletvekili, "bu bölgenin halkı Oğuzların Kayı boyundan geldiğini, Türk olduğunu filan düşünmüyorsa ve bölgelerindeki askeri tesislerin en üst düzey yöneticileri 'Ne mutlu Türküm diyene demeyenler düşmanımızdır' diyerek kendilerini düşman ilan ediyorsa, bu düşmanlığın sorumlusu kimdir? Bölge halkı mı, yoksa bölge halkını düşman ilan edenler mi?"

Baskın Oran ve Ufuk Uras bugünlerde mecliste olsaydı, ne derlerdi, bilemem. Onların adına konuşma yetkim yok elbet. Ama diyelim ki, benim yukarda hayali milletvekilime söylettiğim laflara benzer laflar ettiler. Ne kadar çarpıcı olacağını, kamuoyunda nasıl bir etki yaratacağını, ülke çapında ne kadar tartışma konusu olacağını, tabuları nasıl kıracağını düşünebiliyor musunuz?

Roni Margulies