Sosyalist İşçi 287 (23 Haziran 2007)

 

Sayfa 6 :


Devrim ve şiddet
Devrim ve şiddet birçokları tarafından daima birlikte anılan iki kavramdır. Egemen sınıflar bize daima devrimlerin büyük bir şiddet dalgası olduğunu anlatırlar. Kullandıkları en önemli argümanlardan birisi ise Rus Devrimi’nde Stalin dönemidir.
Solda da devrim ve şiddet kavramları birçokları tarafından birlikte kullanılır. “Devrimci şiddet” yerli yersiz öne sürülür. Sadece egemen sınıfa karşı değil, sol gruplar arasında da sık sık şiddet kolayca uygulanır. Hatta bir yürüyüşte hangi grubun öne geçeceği konusunda bile kolayca şiddet uygulanır.
Acaba gerçekten de sol ile şiddet arasında bu denli yoğun bir ilişki var mı?
Devrim, öncelikle işçi sınıfının var olan egemen sınıfı devirip iktidara el koymasıdır. Tarih bize bu sürecin şiddet içermediğini gösterdi.
Rus Devrimi çok az can kaybıyla gerçekleşti. Ancak burjuvazi daha sonra direnmeye başladı, devrime saldırdı ve oldukça kanlı bir iç savaş başladı.
Ancak Rus Devrimi’nin en kanlı dönemi Stalin’in iktidarı oldu. Tarihin en kanlı dönemlerinden birisi olan Stalin iktidarı sol içi şiddet kullanımını meşru hale getirdi.
Sosyalist devrim işçi sınıfının kendi eylemi olmak zorundadır. Hiçbir güç onun adına hareket edemez, hiçbir siyasi parti ya da sol grubun eylemi işçi sınıfının eyle-minin yerine geçemez.
Sosyalist devrim işçi sınıfının kendisini devlet olarak örgütlemesidir. Bu nedenle işçi devleti diğerlerinden bütünüyle farklı olan ve sönümlenmeye daha kurulduğu an başlayan bir devlettir.
Solda yer alan ve kendilerine ikameci denen sol anlayışlar her zaman kendi eylemlerini örgütlerler. Bunlardan bazıları sosyalizmi kendi gruplarının silahlı eylemi ile kurabileceklerini anlatırlar. İşçi sınıfına ve büyük emekçi yığınlara sadece kendilerini desteklemeleri çağrısını yaparlar.
İkameci sol anlayış işçi sınıfını ve emekçileri devrimin öznesi olarak değil, pasif bir destekçi yığın olarak görürler.
İkameciler arasında “silahlı mücadele” fikri yoğun olarak kullanılır. İkameciler silahlı mücadelenin burjuva devletini yıkabileceğine inanırlar. Oysa devletin muazzam silahlı gücü büyük yığınların eylemi olmadan yenilemez. 700 bin kişilik orduya karşı en iyimser olasılıkla bir kaç yüz militanın silahlı mücadelesinin kazanma şansı yoktur. Böyle olunca iktidar işçi sınıfı tarafından nasıl alınacak? Burjuva sınıfı iktidarını işçi sınıfına terk mi edecek? Ya da işçi sınıfı kendi partisini kuracak ve sonra seçimlere girerek kazanacak ve böylece mi iktidarı kazanmış olacak?
Bütün bu sorular haklı sorular ama cevapları küçük, çok küçük bir grubun silahlı mücadelesi değil.
Eğer devrim işçi sınıfının kendi eylemi ise o takdirde işçi sınıfının ve emekçilerin büyük çoğunluğu devrim için harekete geçmelidir. Bu takdirde böylesi bir hareketin doğal sonucu egemen sınıfın hareketi bastırmak için şiddet kullanmasıdır. Şiddet kullanımında elinde olan en önemli araç ise silahlı kuvvetleridir.
Ancak, askerler, işçi ve emekçi çocuklarıdır. Dolayısıyla işçi ve emekçilerin ayaklanmasını bastırmak için yollandıkların da, eğer üze- rine yollandıkları hareket gerçekten işçi ve emekçilerin büyük çoğunluğunun hareketi ise o takdirde saf değiştirirler. Subaylarının emirlerini dinlemezler. Silahlarını egemen sınıflara karşı çevirirler. İşte ancak bu vakit silahsız işçi yığınları burjuvazinin hizmetinde olan orduyu yenme olanağına sahip olur.
1917 Ekim Devrimi’nde ve tüm diğer devrimlerde gerçekleşen hep askerlerin saf değiştirmesi ve silahlarını egemen sınıfa çevirmeleridir.
Daima şiddet kullanan aslında egemen sınıftır. Kendi iktidarına karşı tehlike olarak gördüğü, kendi yasalarına karşı gördüğü her eyleme, her harekete karşı şiddet uygulayan onlardır.
Çok zaman bu şiddet aşırıdır. Aşırı şiddetten amaçları yıldırmak ve aynı eylemim tekrarını engellemektir.
Sosyalistler devrimin şiddetle birlikte anılmasına karşı çıkarlar. Her türden ikameci anlayışa karşı mücadele ederler ve bıkmadan kazanacak olan mücadelenin yığın eylemleri olduğunu anlatırlar.
İşçi sınıfının en önemli silahı tüfek, tabanca ya da bomba değil, grevdir. Üretimden gelen gücünü kullanan işçiler sermaye sahibi egemen sınıfa en ağır darbeyi vururlar.
İşçi sınıfı için bütün işçilerin, emekçilerin bütününün desteği ile çıktıkları bir genel grev en önemli silahtır.
Ulaşım işçileri ulaşımı felç ederken, telekominikasyon işçileri haberleşmeyi felç eder. Gıda, sağlık, eğitim hizmetleri durur. İşçilerin bütünü çalışmadıkları vakit sermaye sınıfı bir hiç haline gelir. Bütün işçiler greve çıktıklarında doğal olarak hepsi yürüyüşlerle bir araya gelirler ve taleplerini hep birlikte ifade etm- ye başlarlar.
Milyonlarca işçi sokakları, meydanları doldurur ve doğal olarak işçiler herşeyi kontrol etmek istemeye başlarlar. İşte bu bir devrimin başlangıcıdır. Karşılarına çıkan askerlere bizim tarafımıza geçin çağrısı yaparlar. Askerler işçilerin tarafına geçmeye başlayınca da bu devrim gerçekleşmesidir.
Doğan TARKAN


Taksim’e ilk ne zaman çıktık?
Bazı sol grupların Taksim meydanına sanki 30 yıldır ilk defa çıkılıyormuş gibi davranması size de biraz garip gelmiyor mu?
Ben kendi adıma, Irak ABD tarafından ilk bombalandığı gün 20 Mart 2003'te Taksim’e çıkıldığını hatırlıyorum. Hem de bu 1 Mayısta olandan çok daha fazla insan vardı.
Sonra çeşitli işçi eylemlerinde, savaş karşıtı eylemlerde, daha 6 ay önce küresel ısınma için bir eylemde oradaydık.
1998'da KESK polisle çatışarak Taksim meydanına çıktı. Bizzat oradaydım.
Lübnan eylemini hatırlamıyor musunuz arkadaşlar. Taksim'de buluşmuş Dolmabahçe'ye yürümüştük.
Daha bir kaç ay önce İran-ABD atışmaları olurken Küresel BAK karar aldı, ABD İran'ı vurursa Taksim'deyiz diye. Biliyoruz, BAK karar alırsa mutlaka yapar.
Hrant Dink vurulduğu günün akşamı, Taksim'de binlerce insan buluşup, Pangaltı'ya yürümedik mi?
Hrant Dink'in cenazesinde yüzbinler Taksim’de değil miydi?
Arada yapılan küçük basın açıklamalarını saymıyorum bile...
Neden, şimdi, 1 mayıs'ta, birkaç yüz kişi, Taksim’e çıkmaya çalıştı diye, orası "bizim" oluyor anlamıyorum.
Orası zaten "bizim"di.
Sizler kendinizi savaş karşıtlarından, Irak'ta insanların öldürülmesine karşı çıkanlardan, sahte bir paranoyayla İran'a saldırmak isteyen Bush'a karşı çıkanlardan, "Gelme Bush" diyenlerden, küresel ısınmaya karşı mücadele edenlerden, vicdani-i redcilerden, Türkiye'nin Lübnan'a asker göndermesine karşı olanlardan, G8 karşıtlarından, sahte sendika yasası istemeyen kamu emekçilerinden, grevdeki belediye işçilerinden, AKM yıkılmasın diyen sanatçılardan, Malatya'da öldürülen Hıristiyanlarla dayanışmak isteyen ırkçılık ve milliyetçilik karşıtlarından, "Hepimiz Ermeniyiz" diyenlerden...
Daha devam etmek istemiyorum... Ayırıyorsanız, o başka...
Ben ayırmıyorum. İsteyen ayırabilir, o başka!
Gül DÖNMEZ


Eşcinsellere karşı polis baskısı
Geçen hafta çıkan yeni polis yasası ile yetkileri ge-nişleyen polis ilk iş olarak İstanbul Beyoğlu’nda eş-cinsellerin gittiği bir barı bastı. İçerdekileri terörize eden polis barı cop ve bi- ber gazı tehdidiyle zorla boşalttı.
Olay anında barda bulunan eşcinsellerden biri olan Deniz Kar:
“Polis kin, nefret ve homofobi dolu bakışlar ile resmen linç girişiminde bulundu.
“Ne yapacağımızı şaşırdık. Polis beni itti ve üzerime yürüdü. Ellerindeki cop ve biber gazını doğrultarak bizi uzaklaştırdı.
“Karşılık verseydim kesin ben de fiziksel şiddete maruz kalacaktım.
“Bu yapılan insan haklarına aykırıdır ve polis bu gücü nereden alıyor bilmek istiyorum!” diye konuştu.