Sosyalist İşçi 288 (30 Haziran 2007)

 

Sayfa 8 :


SAYILARLA IRAK
İşgalden bu yana 2.2 milyon Iraklı ülkelerinden kaçmak zorunda kaldı. 1.9 mil- yon Iraklı ise ülke içinde evlerini terk ederek bir başka bölgeye göç etti.
Her ay 50 bin Iraklı evini terk etmeye zorlanıyor.
Bu sene Şubat - Mayıs ayları arasında her gün 100 sivil ölüyor.
Amerikan ve Irak ordusuna karşı haftada 1000 saldırı gerçekleşiyor.
Ürdün’de 200 bin Iraklı çocuk var, ama ancak 20 bin Iraklı çocuk Ürdün’de okula gidebiliyor.
Ürdün’deki Iraklı göçmen çocukların yüzde 43’ü Irak’tayken şiddete maruz kalmış. Yüzde 39’u ise Irak’ta bir yakınlarını kaybettiklerini söylüyorlar.
Irak nüfusunun yüzde 54’ü günde 65 kuruşla yaşamaya çalışıyor.
Yüzde 15’i ise daha da kötü koşullarda yaşıyor.
Halkın sadece yüzde 32’sinin temiz içilebilir suyu var. 2003 ila 2005 arasında kirli su kullanmaktan oluşan hastalıklarda çok büyük bir artış yaşandı.
8 bin Iraklı bir yıldan daha fazla hapiste kaldı. 1.300’ü ise 2 yıldan daha fazla hapiste kaldı.
Uluslararası Af Örgütü’nün yayınladığı bilgilere göre onbinlerce Iraklı mahkemeye çıkmadan göz altında tutulmakta.
20 bin Iraklı aşırı kalabalık hapishanelerde ve gözaltı merkezlerinde.
Iraklı müfettişler, 2007 Nisan ayında 300 mahkum için inşa edilmiş olan Mahmudiye hapishanesinde 827 mahkum buldular. Aynı müfettişler Muthana Hava Üssü’nde 75 kişilik bir koğuşta 272 mahkum olduğunu saptadılar.
Mart 2007’de bir hafta içinde Amerikan güçleri tarafından 327 hava saldırısı gerçekleştirildi.
2.000 ıraklı doktor öldürüldü, yaklaşık 12 bin doktor 2003 Mart ayı ila 2007 Mart ayları arasında Irak’tan kaçtılar.

Bu sayılar Birleşmiş Milletler Göçmenler Yüksek Komiserliği yayınlarından derlenmiştir.



Oyak Bank’ın satılışı ve ulusalcılık!
9-10 sene önce 11 şubesi olan küçük bir banka iken, Sümerbank'ı bünyesine alarak Türkiye'de önde gelen bankalardan biri haline gelen Oyakbank, 2.7 milyar dolara Hollandalı İNG firmasına satıldı.
Bu satış işlemi ilk bakışta kapitalist sistem içersinde gerçekleşen bir alış veriş gibi görünse de, aslında ulusalcıların yarattığı şişirme efsanelerden birinin daha patlaması açısından oldukça önemli.
Bilindiği gibi son yıllarda Ordu üzerinde yaratılmaya çalışılan sözde anti-emperyalizmin ayaklarının ne kadar yere bastığı son dönemde daha da netleşiyor.
Erdemir'i OYAK satın almıştı. Satış sonrası yönetimde faşistlerin bulunduğu Türk Metal Sen başta olmak üzere neredeyse bütün ulusalcı-milliyetçi çevreler "yabancılara gitmedi", "ulusal sermayenin elinde kaldı" argümanlarıyla sevinçten dör köşe olmuşlardı. Ancak daha sonra ulusalcıları hayal kırıklığına uğratan OYAK,, hisselerin bir bölümünü Fransa kökenli bir şirket olan Arcelor'a satmak istemişti.
Son dönemde yaşanan benzer gülünç bir örnek, ulusalcıların duayenlerinden İlhan Selçuk'un tutumudur. Selçuk 28 Şubat sürecinde Ülker grubunu "yeşil sermaye" olarak nitelemekte ve ekono-mik alandan dışlanmasını savunmaktaydı. Aynı Selçuk, 9 yıl sonra Cumhuriyet gazetesinde Ülker grubunun ürettiği Cola Turka'nın "ulusal sermaye" açısından "ne kadar önemli olduğunu" dem vurmaya başladı.
Bu durum bize İlhan Selçuk'un "yeşil-beyaz sermaye" ayrımından vazgeçtiğini mi gösteriyordu? Aslında bu sorunun cevabı çok açık.. Cumhuriyet'i yöneten vakıftan Alev Çoşkun Ülker’in istişare üyesi.
Bütün bu tezatlar gösteriyor ki, kapitalizm uluslar arası bir sistemdir. "Ulusal sanay", "ulusal kapitalizm", "yerli sermaye-komprador sermaye" gibi bütün bu beklentiler olsa olsa bir küçük burjuva hayalidir ve 1960'larda kaldığını zannettiğimiz fakat bugün hala canlı olan solun "milliyetçi-yurtsever" çocukluk hastalığının tipik bir göstergesidir. Son kertede anti-kapitalist temele dayanmayan bir anti-emperyalizm, yabancı düşmanlığı ve küçük burjuva milliyetçiliğinden öteye gidemeyen ham bir hayal olur.
Onur Öztürk


Çöp Sepeti
Gökkuşağı Projesi, engellilerin hayata kazandırılmasına yönelik bir proje. Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından koordine edilmesi planlanmış. 10 ilde bu amaçla merkezler kurulması amaçlanmış.
Gel gör ki, kazın ayağı planlamadan bambaşka şekilde yürümüş. Proje henüz bir kaynağa dahi sahip değilken bir organizasyon firması ile 400 bin dolarlık anlaşma imzalanmış. Hala kaynak yokken 180 bin dolarlık bir yemek organize edilmiş Çırağan Sarayı'nda. Yemekte zenginlerden bağış toplanacakken, borç alınmış ve 1.9 milyon YTL devlete borç kaydedilmiş. Projenin banka hesabında bulunan para ise 20 bin YTL.
Kısaca, Radikal gazetesinden öğrendiğimize göre ortada bir yolsuzluk var. İyi de bu yolsuzluk neden var? Proje koordinatörü mü sorumlu?
Devlet her yerden her hizmetten vergi topluyor. Kamusal hizmetlerden bile. Türkiye'de sağlık bakanlığına göre 8.5 milyon engelli yaşıyor. Bu nüfusun yaklaşık %12'sini oluşturuyor. Ve "laik üniter yapısı, devleti ve milleti ile bölünmez bütünlüğü" ile Türkiye Cumhuriyeti engellilerini önemsemiyor. Basit, kaynaksız, plansız projeler ile göstermelik işler peşinde. Projeler ise, engellilere yani bu ülkenin %12'sine yönelik bırakalım ayrıcalıklı uygulamaları, basit hizmetleri bile götürmekte beceriksiz davranıyor.
Çırağan Sarayı'nda 180 bin YTL'ye zenginlere yemek veriyor. Muhtemelen vergiden de düşecekleri bir parayı, özürlülerin de toplumun çoğunluğunun da hiç göremeyecekleri bir yemekte zenginlerden rica ediyor.
Kapitalizm, engellileri yok saydığı için de tarihin çöp sepetine göndermemiz gereken bir sistem.
Ersin TEK