Sosyalist İşçi 294 (18 Ağustos 2007)
Nasıl devam
edeceğiz?
22 Temmuz seçimlerinin sol açısından tek parlak sonucu İstanbul’un iki bağımsız adaı, Ufuk Uras ve Baskın Oran kampanyalarıydı. Bu iki adayın kampanyaları toplam 110 bin oy alırken bütün ülke çapında bir etki yarattı. Baskın Oran’a ait olan “ezberi bozmak” sloganı bütün bağımsızlara mal edildi.
Ufuk ve Baskın’ın tartışmaları seçimlerde ki en önemli sesler oldu. Çünkü her iki adayda gerçekten “ezberi bozan” tartışmalar yürüttüler. Bu nitelikleri ile de çok sayıda aktivistin harekete geçmesine yol açtılar. Binlerce be binlerce aktivist Baskın ve Ufuk kampanyalarına katıldılar.
Ufuk Uras ÖDPliydi. Nitekim seçimlerden sonra doğal olarak partisine döndü. Bu nedenle Ufuk Uras kampanyası Baskın Oran kampanyasından daha az sayıda bireyi aktivist olarak kendisine çekti.
Baskın Oran kampanyasına ise 3-4 bin arası akti-vistin katıldığı biliniyor.
Şimdi kampanyanın aktivistleri Ufuk Uras’tan her ay gelip seçmenlere ve aktivistlere “parlamento raporu” vermesini istiyorlar. Kampanya boyunca “başka bir meclis mümkün” dedik. Bu talep tam da bu sloganın somutlaşmış halidir. Başka bir meclis için ilk adım temsilcilerimizin gelip rapor vermesidir.
Ufuk Uras’dan ikinci beklenen ise sokaktaki hareketin içinde yer alması, onun parlamentodaki sözcüsü olmasıdır.
Önümüzde ki 5 ay içinde ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı DurDe Ekim ayında Hrant Dink’in katillerinin mahkemesine çağırıyor. Küresel BAK 1 Eylül’de ve 26 Ocak’da savaşa karşı gösteriler yapıyor. KEG ise 8 Ocak’ta nükleer enerji yasasını durdurmak, Türkiye’nin Kyoto’yu imzalaması için Ankara’ya gidiyor.
Baskın Oran ve Ufuk Uras kampanyalarının aktivistleri bu eylemlere katılacaktır. Ama biz Ufuk Uras’ı milletvekilimiz olarak, Baskın Oran’ı ı ise hareketimizin adayı olarak bu eylemlerde görmekistiyoruz.
Her iki adayımızı BarışaRock’da da görmek istiyoruz.
Önümüzdeki dönemde seçim kampanyasındaki örgütlenmelerimizi korumalı, BAK, KEG ve DurDe ile seçim kampanyalarımı-zın örgütlenmeleri arasında daha güçlü ilişkiler kurmalıyız.
Buradan yürünecek yer kampanyaları devam ettirmek ama bu arada yerel seçimlere hazırlanmaktır. Her bölgede yerel örgütlenmeler kurmak, milyon oy hedefi ile yepyeni bir kampanya başlatmaktır. Amaç ülke çapında yayılmak, küçü,k de olsa bir kısım belediyelerde kazanmak ve bu seçimlerden örgütlenme düzeyini yükselterek çıkmaktır.
Şimdi 22 Temmuz öncesinden çok daha örgütlüyüz, çok daha güçlüyüz. Bir yandan kampanyalarımızı inşa edeceğiz, aktivistlerimizi çoğaltacağız, diğer yandan da yerel örgütlenmelerimizi güçlendireceğiz.
Yeni bir hareket, yeni bir çıkış, yeni bir ufuk önümüzde duruyor.
Doğan Erbaş - Baskın Oran sorunu
22 Temmuz seçimlerinde DTP önce İstanbul 2. Bölgede Baskın Oran’ı aday göstermesine rağmen daha sonra DTP Parti Meclisi’nin ifadesi ile “İstanbul teşkilatının ısrarıyla” Doğan Erbaş aynı bölgeden aday olarak gösterilmiştir. DTP Parti Meclisi bu kararın yanlışlığını vurgulayarak çok olumlu bir tutum almıştır.
Ne var ki solun kimi kesimleri DTP’nin olumluluğundan çok uzak bir noktadadır. Sanki Baskın Oran bir Kürt bölgesinde, örneğin Diyarbakır’da aday olmuştur da DTP destek vermemiş gibi bir tutum gelişmiştir.
DTP’nin kendi adaylarını çıkarma hakkı elbette vardır. DTP adaylarını desteklemek asıl olarak Türk solunun işidir. Baskın Oran’da durumu tamamen böyle kavradığını DTP yönetimine her fırsatta iletmiştir.
DTP oyları neden düştü?
22 Temmuz seçimlerinde diğer bir çok siyasal gücün yanı sıra DTP oyları da düştü. DTP Parti Meclisi kaybedilen oyların AKP’ye gittiğini belirtiyor.
DTP Parti Meclisi “AKP Kürt sorununda d,üer partiler gibi kesin retçi konuşmadı. Zaman zaman sorunu kabul eden ve çözüm için adım atacakmış gibi söylemleri kullandı. Diğer partilerin bu konudaki katı tutumu karşısında AKP bir seçenek olarak görüldü. Sınır ötesi operasyona hemen evet dememeleri ve halkın olasıbir CHP-MHP koalisyonunun Kürt halkını imhaya götürecek süreci başlatacağı endişesi taşımasını da buna eklersek, AKP’nin Kürt halkının önemli bir kesiminden oy almasının sebepleri ortaya çıkacaktır” demektedir.
Yani, DTP’ye göre AKP’nin Kürt politikası ve CHP-MHP koalisyonu korkusu oyların AKP’ye gitmesine neden olmuştur.
DTP Parti Meclisi bölgedeki DTP’li yerel yönetimlerin eksikliklerinin de oy kaybına neden olduğunu vurgulamaktadır.
DTP’nin ilk gerekçesi doğrudur. AKP Kürt sorununda farklı olduğunu anlatabildiği ölçüde Kürt oylarını aldı. Diğer partileri bölgede silerken DTP’yi de epey geriletti.
Ne var ki asıl neden DTP’nin halkın sosyal sorunlarıile ilgilenmemesidir. Sadece ulusal sorunun partisi olmakla, sadece kimlik politikaları ile ilerlemek mümkün değil.
zaten bu nedenle Türk solu ile kurulan ittifaklar Kürt partilerinin işine yaramamaktadır. Çünkü DTP’nin yanına katılan Türk solu asıl olarak DTP politikalarına eklemlenmektedir ve bu da bir işe yaramamaktadır.
Şimdiye kadar sadece Ufuk Uras kampanyasında süreç farklı işlemiş ve bu nedenle Ufuk Uras seçilmiştir. Aynı nedenle İzmir’de Levent Tüzel seçilememiştir.
DTP’nin kendiş yanına takılacak bir Türk soluna ihtiyacı yoktur. Tam tersine Türkiye’de metropollerde Türk emekçi yığınlar arasında onların sorunlarını dillendirecek bir sola ihtiyaç vardır. Ancak bu gerçekleştiği takdirde Kürt hareketi gerçek bir müttefiğe sahip olacaktır.
DSİP sayısız kereler bunu Kürt dostlarımıza anlatmıştır. Bundan sonra da anlatacaktır.
Öte yandan DTP’nin bölge belediyelerinin yetersizliği üzerine söyledikleri aslında yeterli sosyal politikalara sahip olunmaması olarak anlaşılmalıdır.
Yeni bir sol önümüzdeki dönemde mutlaka gelişecektir. Ufuk Uras ve Baskın Oran kampanyaları bunun göstergesidir.
Sol neden bu denli küçük?
Sol partiler, TKP, ÖDP, EMEP ve İşçi Partisi 22 Temmuz seçimlerinde az ya da çok oy kaybetti.
Bu 4 sol partinin yanı sıra çeşitli sol gruplar bir dizi bağımsız adayla da seçimlere katıldı. Bu bağımsız adayların aldıkları oylar ancak onbinde bir-iki ile ifade edilebilecek düzeydeydi. Ancak bu seçimlere katılan “partilerin” parti olamdan bağımsız aday taktiği ile seçimlere katılanlardan daha “büyük”, “güçlü” olduklarını göstermiyor. Seçim sistemi bağımsız adayları bir dizi haksızlık yaparken, “partilere” olanaklar sağlıyor. İyi kötü radyo ve televizyon kullanılıyor, birleşikoy pusulasında daha görülür bir yer ediniyorlar. Bütün bunlar da sonuçta sol “partilere” binde 2-3’lük bir “oy gücü” sağlıyor!
4 sol partiden 2’si, TKP ve İşçi Partisi milliyetçi-yurtsever bir çizgiyle seçimlere katıldılar. Milliyetçilikleri bir işe yaramadı. CHP-DSP’de olduğu gibi ülkedeki milliyetçi havanın gelişmesine ne kadar katkıda bulundularsa MHP’nin büyümesine o denli katkıda bulunmuş oldular.
Diğer iki partiden biri, EMEP seçimlere DTP’nin müttefiki olarak girdi. DTP bağımsız aday çıkarmadığı yerlerde EMEP’i destekledi. Bu parti 26 bin oy aldı.Bir önceki seçimlerde DTP’nin öncülü DEHAP sadece Aydın’da 25 bine yakın oy almıştı. Yani EMEP DTP oylarınında yıkımına neden oldu.
Çünkü aslında DTP’nin müttefiki olmasına rağmen EMEP’de milliyetçilik kartına oynadı.
Levent Tüzel BirGün ile yaptığı bir röportajda Ermeni sorunu üzerine “sosyalistlerin, tarihteki yaşanmışlıklara halkın duygularını rencide etmeden ve geleceğe düşmanlıkları taşımadan, halklar arası düşmanlığı arttırmadan yaklaşmaları gerekir. Yaşananları bir soykırımdır diye ilan edip, buradan mahkûm etmenin bugün için Türkiye halklarına, Türkiye'nin Ermenistan başta olmak üzere komşu ülkeleriyle ilişkilerine de fayda getirmeyeceğini görmek gerekiyor” diyor.
Böyle bir politika savunan bir partinin DTP’den aday gösterilmesinin yanlışı ortada. İzmir seçim sonuçları ise daha açık bir gösterge. EMEP ülke çağında DTP oylarını yıkıma uğratırken Levent Tüzel’de İzmir2de aynı işi gerçekleştirmiştir.
Sol, öncelikle milliyetçidir. Milliyetçilik solun oylarını arttırmamış, azaltmıştır. İkinci olarak ise hareketin hiçbir parçasıyla ilişkisi yoktur. Eskiden kalma ilişkileri ile kimi etkin olduğu alanlar onu bir güç gibi göstermekte ama hareketin yeni adımlarında bu eski sol tam anlamı ile yoktur.
Yeni sol ve emek-sermaye çelişkisi
Sınıftan kaçış mı?
Ufuk Uras ve Baskın Oran kampanyaları geleneksel sol muhalifleri tarafından sınıftan kaçmakla itham ediliyor. Her iki kampanyada işçi sınıfının sorunlarına kendini dayandırmamış. Emekçilerin taleplerine yer verilmemiş. Emek-sermaye çelişkisi reddedilmiş.
Eşcinsellerin, azınlıkların, başörtülü kadınların, seks işçilerinin haklarını savunmak emek-sermaye çelişkisini reddetmek midir? İşçi sınıfının talepleri ücretlerin ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi, sendika hakkı, işyeri sorunlarıyla mı sınırlıdır? Burjuva demokrasisinin sınırlarının genişletilmesini savunmak sistemle uzlaşmak mıdır?
İşçiler ve siyasal bilinç
Kapitalist toplum, sermayenin ücretli emek üzerindeki sömürüsüne dayanır. Kapitalist sınıfının varlık koşulu işçi sınıfı üzerindeki egemenliğinin devamını sağlamaktır. Devlet, kapitalist sınıfın iktidarını ayakta tutan temel araç olsa da asıl araç ideolojik egemenliktir.
Kapitalizm ırkçılık, anti-semitizm, cinsiyetçilik ve homofobiyle işçi sınıfını böler. Yahudi düşmanlığı, homofobi, kadınların ezilmişliği binlerce yıllık bir tarihe dayansa da kapitalizm tarafından devralınıp kullanılır.
Bir işçi çoğu zaman kendisini sömürülen sınıfın parçası olarak değil, bir ulusun , bir cinsin ya da bir ırkın üyesi olarak görür. İşçilerin kendilerini kapitalizmi yıkma gücüne sahip bir sınıfın üyesi olarak görmeleri ve bu sayede devrimci bir eyleme yönelmeleri, kendileri dışındaki ezilenlerin talep- lerine sahiplenmelerinden geçer.
"İşçiler, hangi sınıfı etkilediğini gözetmeksizin zorbalığın, baskının, şiddetin ve kötü muamelenin her türlüsüne cevap vermek üzerine eğitilmedikçe - üstelik, herhangi bir bakış açısıyla değil, sosyalist bakış açısıyla cevap vermek üzere eğitilmedikçe - işçi sınıfı bilinci gerçek bir siyasi bilinç olamaz." (Ne Yapmalı? Lenin, 1902)
Demokrasi mücadelesi
Ezilenlerin mücadelesi demokratik bir karakter taşır, demokrasi mücadelesiyse, sosyalizm mücadelesinin bir parçasıdır.
Burjuva demokrasisinin sınırlarını genişletmek, devlet baskısını geriletmek, yasalarda yazılı olan hakları gerçek yaşamda işler kılmak işçi sınıfı mücadelesinin önünü açar. Burjuva demokrasisini toptan reddetmek, örneğin darbe koşullarıyla parlamenter demokrasiyi aynı kaba koymak büyük bir körlüktür.
Gerçek bir demokrasi, mevcut demokratik kazanımların savunulmasından ve geliştirilmesinden doğar.
İşçilerin gündemi
İşçi sınıfı, bizleri liberallikle suçlayanların sandığı gibi sadece kendi sorunlarıyla mı ilgilenmektedir? 22 Temmuz seçimleri bunun hiç de böyle olmadığını gösterdi. İşçilerin gündemi darbedir, başörtüsü sorunudur, küresel ısınmadır, savaştır. Kendi haklarının çoğu küresel olan sorunlarda düğümlendiğini gören emekçiler, dünyadaki tüm kardeşleri gibi tavır almaktalar. Sosyalistler, bu yüzden 'sınıfa' soyut bir bağlılık yerine daima onun örgütlenmesinin ve mücadelesinin önünü açmaya çalışıyorlar.
Volkan Akyıldırım
GÖRÜŞ
Şerefinizle ölemediniz mi?
Tahmin edersiniz ki, faşist veya kuvva-yı milliyeci mail gruplarına üye değilim. Ama geçenlerde
"Yıl 2029, kızım 18, ben 41 yaşındayım" başlıklı bir ileti geldi. Bazı bölümleri şöyle:
"Baba bizim bayrağımızda sizin zamanınızda ay-yıldız varmış, neden şimdi haç işareti var?
Eskiden her mahallede 1-2 cami varken, şimdi neden her ilde bir cami var, daha önce ezan denen bir şey varmış, şimdi bu çan sesleri ne baba?
Bizim evin önünden tanklarla geçen Amerikan askerleri kim baba?
Baba hani sizlere Kürtlerle Türkler kardeştir demişler, kardeşlerim neden bizi öldürüp ülkemizde ayrı devlet kurdular.
Atatürk size bir hitabe yazmış, "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" demiş. Baba kanınız o kadar bozuk mu ki ülkemizi bu hale getirenlerin yakasına yapışmadınız?
Baba Türkiyeli ne demek, biz Türk çocuğu değil miyiz, soyumuz belli değil mi bizim, o kitapta okumuştum "Ne mutlu Türküm diyene" yazıyordu. Türküm demek suçsa ve kötü bir şeyse siz eskiden neden söylerdiniz?
Bu günleri göreceğime hiç doğmasaydım. Türklüğünüzden utanmadınız, hiç olmazsa insanlığınızdan utansaydınız baba. Bu vatan göz göre göre altınızdan kayarken hiç olmazsa ŞEREFİNİZLE ÖLEMEDİNİZ Mİ?"
Fransa'da siyasetin ana fay hattını neoliberal ekonomik siyasetler oluşturuyor. Ta 1995 Aralık ayında hükümetin finans paketini yenen büyük grevden beri, sonra neoliberal AB anayasasının devasa bir kampanya sonucu reddedilmesiyle, ardından işe yeni giren işçilerin tüm haklarını ellerinden alan yasayı öğrencilerin ve genç işçilerin püskürtmesiyle, bütün büyük mücadeleler neoliberal uygulamalara karşı oldu.
İngiltere'de ise, fay hattını Irak savaşı oluşturuyor. Ülke tarihinin en büyük protesto yürüyüşleri Irak savaşına ve işgaline karşı oldu. Savaş başladığında dokunulmaz ölçüde popüler olan Tony Blair bu yıl istifa etmek zorunda kaldı, yerine geçen Brown'un önündeki temel sorun hâlâ Irak.
Türkiye'de ise ana fay hattı ne neoliberalizm, ne de savaş. Bunların ikisi de çok temel ve önemli mücadele alanları, ama deprem bunlardan kaynaklanmıyor. Ana fay hattı, yukarıda alıntıladığım iletinin tam ortasından geçiyor: Milliyetçilik, ırkçılık, muhtıra, darbe, "Ne mutlu Türküm diyene", "Vatan elden gidiyor", "Vatan bölünüyor".
Bu fay hattının Türklükle, "Türk'üm" demenin suç olmasıyla, vatanın herhangi bir şekilde tehdit altında olmasıyla hiçbir ilişkisi yok elbet. Korunmaya çalışılan, ne Türklük, ne de vatan. Merkezinde asker olan, baskıcı, anti-demokratik bir devlet yapısı korunmaya çalışılıyor. AB, ABD, haç işareti, Soros, Barzani gibi rengârenk unsurlardan oluşan canavar gibi bir dış düşman ve Kürtler, Ermeniler, azınlıklar, yerli Sorosçular, "asker düşmanları", Sabetaycılar, misyonerler ittifakından oluşan daha da korkunç bir iç düşman var!
Bütün bunlara gülüp geçilebilirdi, ama bu düşmanlara karşı duran güçlerin merkezinde birkaç yüz bin kişilik bir ordu ve çeperinde "derin" unsurlar olduğu için ciddiye almak zorundayız. (Çeperde TKP, İşçi Partisi filan da var, onlara gülebiliriz işte). Bu fay hattını aşmadan, ne neoliberal uygulamalar gündeme gelebiliyor, ne de başka bir şey. Ne demokrasi mümkün olabiliyor, ne de emekçi hakları mücadelesi.
Roni Margulies