Sosyalist İşçi 294 (18 Ağustos 2007)
Sosyalizm mümkün mü?
70 yıl önce Rusya’da tarihin ilk muzaffer devrimi gerçekleşti. Kimsenin, hatta devrimin en önemli liderleri olan Lenin’in dahi, beklemediği bir anda Rus işçileri sokaklara döküldü.
Şubat 1917’de sokaklara çıkan işçiler 3-4 gün gibi çok kısa bir süre içinde Rusya’yı yöneten zalim Çarı devirdiler. Askerler ayaklanan işçilerin yanında tutum aldılar. Devri.m beklenmedik bir hızda gelişti.
Devrilen Çarın yerine bir geçici hükümet kuruldu. İçinde çeşitli sosyalist partilerden de insanların olduğu bir geçici hükümet kuruldu. Bu geçici hükümet işçilerden eylemlerine son vererek evlerine ve işlerin e dönmelerini istedi. Geçici hükümet artık yeniden istikrar sağlanmalı diyordu.
Oysa işçiler böyle düşünmüyorlardı. Onlar zaten “devrim yapmak” için değil, acil taleplerini kazanmak için sokağa çıkmış ve Çarlık yönetimini devirmişlerdi. Acil ta-leplerini kazanmadan da işle-rine geri dönmeye niyetleri yoktu.
İşte bu nedenle 1917 yılının Şubat ile Ekim ayları arasında yaşanan bir dizi gelişmenin sonunda işçi sınıfı iktidarı kazandı.
Rusya’da iktidarı alan sovyetlerdi. Sovyet Rusca grev komitesi anlamına gelmekteydi ama artık işçilerin, köylülerin ve askerlerin işyeri, köy ve askeri birim esasına dayalı örgütlenmesine sovyet denmekteydi.
Sovyet iktidarı basit ve aynı zamanda çok işlevli bir örgütlenmeydi. İşyerinde toplanan işçiler şehir sovyetine gidecek temsilcilerini seçiyorlardı. İstediklerinde toplanıp seçtikleri temsilcileri geri çağırıyorlardı. Sovyeti parlamenter demokrasiden daha demokratik kılan ilk olgu buydu.
Sovyet yöneticileri hiçbir zaman ortalama işçi ücretinden daha fazla ücret almıyordu.
Düzenli bir ordu, polis ve gizli polis örgütlenmesi yoktu.
Gerek Şubat ayaklanmasında, gerekse de Ekim ayaklanmasında hemen hemen hiç kan dökülmedi. İktidar işçilere kansız bir devrimle geçti. Ne var ki burjuvazi daha sonra örgütlenmeye ve sovyet rejimine karşı direnmeye başladı.
Sonunda iç savaş çıktı. Eski Çarlık subayları bir Şubat Devrimi sonrasında kurulan Geçici Hükümette yer alan sosyalist partilerle birlikte Ekim Devrimine, işçi iktidarına karşı ayaklandılar..
İç savaş kanlı oldu. Sovyet iktidarını korumak için Şubat ve Ekim Devrimlerinin öncü kadroları, öncü işçiler savaşmaya gittiler. Bu parti üyesi işçilerin çoğu içsavaşta öldü.
İşçilrin yığınsal bir biçimde sovyet iktidarını korumak için savaşa gitmesi işyerine dayalı sovyetlerin de giderek işlevsiz hale gelmesini sağladı. İç savaş bittiğinde bir yandan sovyetler artık işlevsiz olmuştu, diğer yandan da yeniden işlemeye başlayan sanayiye köylerden gelen yeni işçiler girmişlerdi. Bu işçiler Şubat ve Ekim Devrimlerinin deneylerine sahip değillerdi ve onları gerçekleştiren işçilerin bilinci-ne de sahip değillerdi.
Bütün bunlara ek olarak İç Savaşta burjuvalara karşı savaşmaya giden işçiler savaş boyunca subay, parti veya sendika yöneticisi veya devlet görevlisi haline gelmişlerdi.
İç Savaşta önce düzenli bir ordu kurulmuş, ardından zorunlu askerlik uygulanmış ve bunların yanı sıra polis ve gizli polis örgütlenmeleri kurulmuştu.
Bütün b unlar sovyet rejiminin bürokratlaşması anlamına geliyordu.
Nitekim, içsavaşın ardından çok hızlı bir bürokratlaşma başladı. Ekim devriminin ve iktidardaki Bolşevik Partisi’nin (devrimden sonra adı Komünist Partisi olarak değiştirilmişti) önderi Lenin bu durumu eleştirmeye, partiyi bürokratlaşma konusunda uyarmaya başlamıştı.
Lenin bir suikast sonucu yaralandı ve bir süre sonra öldü. Ağır hasta olarak yaşadığı son günlerinde büyük Rus milliyetçiliğine karşımücadele etmeye başladı. Büyük Rus milliyetçiliğinin başında Stalin ve arkadaşları vardı. Ne var ki Lenin’in mücadelesi yeterli olmadı. Rus egemenliği altında bir Sovyetler Birliği kuruldu. (Bu Birlik 1991’de yıkıldı ve parçalandı.)
Lenin’in ölümünden sonra Rus Devrimi daha da hızlı geriledi. Artık üretim araçlarına kollektif bir biçimde egemen olan bürıkrasi için engel eski Bolşevik Parti ve onun üyeleriydi. Nitekim ard arda gerçekleştirilen temizlik hareketleri ile eski Bolşevikler imha edildiler. Önce Bolşevik partisi’nin bütün önder kadroları yok edildi, ardından partinin hemen hemen tümü aynı sonuca ulaştı. Yeni Komünist Partisi’nin Şubat ve Ekim Devrimleri’ni gerçekleştiren devrimci parti ile bir ilişkisi yoktu.
Stalinist bürokrasinin karşı devrimine en önce Troçki direndi. Bu nedenle Stalinistler için Troçki ve troçkizm en büyük düşman oldu. Uzun yıllar boyu, Troçki ile aynı fikirleri paylaşsın, paylaşmasın rejime muhalefet eden herkes troçkist olmakla suçlandı.
Troçki herşeyden önce Ekim Devrimi’nin en önemli fikrini savunuyordu: Tek ülkede sosyalizm olmaz. Gerekli olan bir dünya devrimidir. Troçkizm bu nedenle enternasyonalistken kendi iktidarını sosyalizm olarak göstermek isteyen stalinizm koyu milliyetçiydi. Stalinist gelenekten gelen partilerin hala “yursever” vs gibi adlarla milliyetçi olmalarının temel nedeni bu.
Troçki işçi iktidarını savunuyordu. İşçi ve emekçilerin kendilerini devlet olarak örgütlemelerini sosyalizm olarak tarif ediyordu. Stalinizm ise burjuva toplumunda olduğu gibi sovyet bürokrasisinin partisinin iktidarını sosyalizm olarak tanımlıyordu ve partinin dışındaki bütün fikirlere karşı amansız bir terör uyguluyordu.
Stalinizm tek ülkede sosyalizmin mümkün olduğu tezi ile birlikte bunu kanıtlamaya girişti Kapitalizm karşısında sosyalizmin rekabet gücünü arttımata kalkıştı. Bunu yapmak için de doğal olarak işçi ve emekçileriğ daha kötü koşullarda daha fazla çalıştırmaya başladı. Bunun sonucu olarak onbinlerce işçi mesela işe geç kaldıkları için rejimi sabote etmekten suçlanarak toplama kamplarına gönderildi. Stalinist Rusya sosyalistler ve işçi sınıfı için bir büyük zindan haline geldi.
Stalin troçkizme karşı dünya devriminin mümkün olmadığını savunuyordu. Oysa stalinin bu görüşü savunduğu dönemde dünyanın bir dizi bölgesinde önemli devrimci gelişmeler yaşanmaktaydı.
Örneğin Çin’de işçiler Şanghay’da sovyet ilan etmişti. Komünist Partisi bu ayaklanmanın milliyetçiler tarafından bastırılmasına göz yumdu. Ardından Stalinist Rus Komünist Partisi bu milliyetçi pşarti ile ittifak kurdu.
İspanya’da Barselona’da işçiler gene sovyet kurdular. Stalinist İspanya Komünist Partisi Rusya’dan gelen silahları ile Barsellona’ya girerek devrimi bastırdı.
Almanya’da Stalinist Parti milyonlarca işçiyi örgütlemiş olan sosyal demokratlar yerine Nazilerle işbirliği yaptı. Nazi tehlikesine karşı sosyal demokratlarla bişrleşik bir mücadele cephesi kurmayı reddetti.
Bütün bunlar Rusya’da “tek ülkede sosyalizm” teorisi etrafında stalinist diktatörlük kurulurken yaşandı ve her biri dünya devriminin mümkün olduğunun kanıotıydı ama birer birer stalinistler tarafından katledildiler.
Sosyalizm, yani sömürüsüz, baskısız bir dünya mümkün. Bu dünya çalışan sınıfların kendi iktidar organlarını kurarak bütün dünyada iktidarı ele geçirmeleri mümkün olacak.
Yusuf BULUT
Hürriyet gene neyin peşinde?
Bende bir alışkanlık gelişti sevgili okurlar. Hürriyet gazetesi neyi savunuyorsa, daha bunun ardındaki bit yeniğini aramaya başlamadan tam tersini savunmaya başlıyorum. Bu belki çok rasyonel bir tutum değil ama ne yapayım, ben de insanım. Bu refleks bende Hürriyet'in 1 Mart tezkeresi öncesi ve sonrasındaki yayınları ve Irak'ın istilası sırasında Pentagon bültenine dönüşmesiyle başladı. O tarihten beri bakıyorum, gazetenin sahibi aynı, genel yayın yönetmeni aynı. Tutumum değişmiyor.
Türk basınının amiral gemisi şu aralar Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığını engellemeye soyundu. Normal şartlarda Cumhurbaşkanı'nın Abdullah Gül ya da bir başkası olması beni fazla ilgilendirmezdi, meğer ki Baskın Oran olsun mesela (fantezi yaptım). Ama Hürriyet'in alâkalı-alâkasız pek çok yazarı bir anda Gül'ün neden Cumhurbaşkanı olmaması gerektiğine dair yazılar döktürmeye başladığından beri Gülist oldum. Bu furyaya katılanlar arasında Ahmet Hakan gibi, örneğin İslamcı kökenli olması itibariyle "alâkalı" yazarlar olduğu kadar, Ferai Tınç gibi "alâkasız" bir dış politika yazarı da bulunuyor. Tınç'ın dayanağı da bir harika. 2004'te Bürgenstock'taki Kıbrıs görüşmeleri sırasında Türk gazeteciler eğlence olsun diye aralarında bir mini seçim düzenlemiş (yerel seçimler kapıdaydı). Gül onlara "sizin sandıktan bize oy çıkmaz" demiş, Ferai Hanım da bu oyunu ciddiye alan tek kişinin Gül olmasına çok şaşırmış, iktidar hırsı insanı nasıl da değiştiriyormuş…
Bilmem çok mu komplo teorisi gibi olacak ama sanırım Hürriyet "iyi sıhhatte olsunlar"a göz kırpıyor. Siz bakmayın CHP'yi yöneten politbüronun "İkinci Cumhuriyetçiler medyada çok etkililer ve seçimlerde AKP'yi desteklediler" diye rapor yazmasına. Basının amiral gemisinin aleni CHP amigosu veya örtülü CHP destekçisi çok sayıda yazarı seçimlerden önce renklerini bir güzel belli ettiler. "Nabız tutmak" için Türkiye'nin 81 iline dağılan Hürriyet yazar ve muhabirlerine kalsaydı AKP mecliste zar zor çoğunluğu sağlayacaktı. Bir de seçim sonuçlarını tahmin eden Tarhan Erdem'e çatıp durdular. 22 Temmuz'dan sonra da halka kızdılar.
İsmet Berkan'ın yazdığı gibi, Türkiye'de hâlâ seçim yapılmamış ve AKP yüzde 47 oy almamış gibi davrananlar var ve bu partiye "Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanı yapıp gerginliklere neden olmayın" diye tavsiyelerde bulunuyorlar. Uzlaşma diye diye yapılan bu dayatmada, genel yayın yönetmeni ifadenin en olumsuz anlamıyla "başarılı bir politikacı" olan Hürriyet de rolünü iyi oynuyor.
Burak Cop