Sosyalist İşçi 295 (25 Ağustos 2007)

 

Sayfa 6 :


Troçki:
Özgürlüğün
susturulamayan sesi

1917 yılında Rusya'da gerçekleşen işçi devriminin liderlerinden Troçki'nin en önemli özelliği tüm yaşamını işçi sınıfının dünya çapında kapitalist sistemi yıkma mücadelesine adamış olması. Daha lise yıllarından başlayarak içinde aktif bir biçimde yer aldığı işçi devrimi mücadelesine hem bir örgütçü, hem bir hatip, hem bir işçi lideri, hem bir yazar ve teorisyen olarak eşsiz bir katkı sundu.
Mücadeleyle dolu bir yaşam
Rusya'da çarlık rejimine karşı çıkan binlerce işçinin başına gelenler Troçki'nin de başına geldi. Hapis, sürgün, zorunlu göçmenlik Troçki'nin yaşamının ayrılmaz parçası oldu. Ama bu zorlu koşullarda Troçki sosyalizm mücadelesine katkı yapmaktan bir an bile vaz geçmedi.
Devrimin lideri
1905 yılında Rusya-Japonya savaşının da etkisiyle birdenbire patlak veren işçi devriminin haberini alır almaz Rusya'ya geri döndü. Çarlığa karşı ayaklanan işçiler, Sovyet adını alan bir örgütlenme biçimi geliştirmişlerdi. Sovyet, işçilerin farbrikalarda başlattığı grevleri örgütlemek için kurulmuş ama hızla grevleri genel bir greve, genel grevi çarlığa karşı genel siyasi ayaklanmaya dönüştüren mücadelenin doğrudan demokrasiye dayanan örgütlenme aracı olmuştu.
Sürekli devrim
Devrimin en patlamalı döneminde Rusya'ya dönen Troçki, sovyet içinde en etkili isim oldu. Yüzbinblerce işçinin hem kapitalistlere hem de çarlık zorbalığına karşı ayaklanmasının örgütü olan sovyetin liderliğini üstlenen Troçki bir yandan da Rus devriminin karakteri hakkında yazdığı yazılarda, "sürekli devrim" teorisini geliştirdi. İşçi sınıfı sadece çarlık zorbalığına karşı değil, kapitazlistlere karşı da devrimi sürekli kılmalıydı. İşçi sınıfı bir kez devrimci girişkenliğini sergilemeye başladığında, bu mücadelenin kapitazimi topyekun devirmeden durması mümkün değildi. Ama Troçki sürekli devrim hakkındaki yazılarında çok önemli bir vurgu daha yapıyordu: Bir ülkede işçi sınıfının devrimci mücadelesinin kazanmasının tek yolu, devrimin bir dünya devrimine dönüşmesi, tüm ülkelerin işçi sınıflarınca desteklenmesi ve ayaklanmanın dünya çapında örgütlenmesidir.
Sürgünde bir dünya devrimcisi
1905 devriminin yenilmesi, işçi sınıfının çarlığın artan baskısıyla karşılaşması Troçki'nin bir kez daha tutuklanması, hapisten kaçması ve bundan sonra bir sonraki devrime kadar Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden ABD'ye kadar çok sayıda ülkede devrimci mücadeleye katılması, onun enternasyonalizminin kuru bir teori olmadığının da kanıtıdır.
Troçki edebiyattan bilime, resimden şiire çok çeşitli ilgi alanları ve yetenekleri olan bir devrimciydi. "Edebiyat ve Devrim" kitabında, "sadece politikayla yaşanmaz" derken, aynı zamanda hangi ülkede yaşıyorsa o ülkenin işçi hareketleriyle ilişkilenmeye çalışmış, mücadelelerine katılmıştır.
Sovyetin sözcüsü
Yaklaşık on yıl süren ikinci sürgün dönemi, 1917 Rus işçi devrimiyle birlikte bir kez daha sona erdi. 1917 yılında da işçiler sovyetler halinde örgütlenmiş ve Çarlığı devirmiş, sovyet bir işçi iktidarı olarak Rusya'da en etkili güç olmuştu.
Üstelik bu kez işçi devriminin içinde Bolşevik Partisi çok etkili bir güçtü. Troçki Bolşevik Partisi'ne katıldı. Bir yandan da sovyet içinde yeniden en etkili isim oldu. 1917 yılının Temmuz-Ekim ayları tam bir sokak mücadelesi dönemiydi. Ekim ayında işçiler Bolşevik Partisi ve Lenin ve Troçki liderliğinde yeni bir devrimci atılım gösterdi. Devrim sürekli kılınmalıydı. Ekim ayında çarlıktan sonra işçi devriminin ürünü o-lan ikitdara yerleşmeye çalışan, darbe yapmaya, devrimle kazanılmış hakları gasp etmeye çalışan burjuvalar da yenildi. İşçi devrimi zafer kazandı.
Stalinizme karşı mücadele
Ama Troçki'nin sürekli devrim teorisinde işaret ettiği bir tehlike yavaş yavaş gerçekleşmeye başlamıştı. Rus işçi sınıfının devrimci patlaması, uluslararası işçi sınıfının aynı girişkenliğiyle karşılanmadı. Rus devrimi yalnız kaldı. Kapitalist bir dünyada ayakta kalmaya çalışan tek bir ülkenin işçi iktidarının şansı olamazdı ve Rusya'da, daha sonra stalinizm adını alacak olan karşı devrimci-bürokratik bir gelişme yaşandı. 1917 Ekim devriminin tüm kazanımlarına, tüm özgürlüklerine karşı başlayan karşı devrimci hareket, en başta Troçki'yi hedef tahtasına oturttu.
Stalinizm işçi sınıfının devrimci geleneğinin tüm önemli köşe taşlarına karşı gelişti. İşçi sııfının devrimci geleneği, yani marksizm, enternasyonalisttir, stalinizm ise milliyetçi. Marksizm özgürlükçüdür, stalinizm baskıcı, marksizm kadınların özgürlüğünü savunur, stalinizm cinsiyetçidir. Marksizm işçi sınıfına dayanır, stalinizm ise bürokrasi, burjuvazi ve dünya kapitalizmine. Troçki, Rusya'da işçi sınıfı stalinizme karşı yenilirken, tüm gücüyle mücadele etti ama işçi sınıfı yenilirken bir işçi devrimcisinin kazanması mümkün değildi. Troçi de yenildi ve Stalin tarafından İstanbul'a sürgüne gönderildi.
Faşizmin en keskin tahlili
Troçki bundan sonra Rusya'ya bir kez daha dönemeyecekti. İstanbul'daki sürgün yıllarında işçi sınıfının devrimci geleneğine çok önemli iki katkı yaptı: Birinci katkısı, Almanya'da gelişen Hitler dalgasını dakik bir biçimde analiz etmek oldu. Faşizmin tahlilini yaptı, olağanüstü bir rejim olduğunu ve işçi sınıfının sendikal haklarını, basın özgürlüğünü dağıtmayı hedefleyen, toplumun orta sınıfları üzerinde yükselen, kitlesel bir hareket olduğunu anlattı. Faşizme karşı birleşik mücadeleyi önerdi. Stalinizm ise Troçki'nin görüşlerinin yayılmasına karşı tüm dünyada amansızca mücadele etti. Geleneksel uzlaşmacılığıyla faşistlerle uzlaştı. Almanya'da faşizm egemen oldu. Troçki faşizmin Almanya'daki egemenliğinin sorumlusu olarak stalinizmi, onun etkisindeki komünist partileri suçladı ve bir dünya savaşının kapıyı çaldığını anlattı.
Susturulamayan
anti kapitalist

Bir yandan da satlinizmin uluslararası diplomasi örgütüne dönüşen ve özellikle Avrupa ülkelerindeki işçi sınıfının o ülkelerin burjuvazileriyle ualaşmaya zorlayan Komünist Enternasyonal'in yerine yeni bir enternasyonalin kurulması için mücadele etti.
Troçki bir yandan sonraki kuşaklara, tüm marksist eserler içinde güncelliğiyle, içeriğindeki zenginliğiyle ve öngörülerindeki keskinlikle en etkili çalışma olan faşizm tahlillerini bırakırken bir yandan da Türkiye'den Meksika'ya uyazanan sürgün yıllarında marksist geleneği, sosyalizmin özgürlükler demek olduğunu anlatan mücadele geleneğini yaşatmaya çalıştı. Troçki'nin ailesi, yakın çevresi ve tüm dünyadaki yoldaşları bir yandan kapitalist ülkelerin polsilerince, bir yandan faşistlerce ve aynı zamanda stalinist polis ağı tarafından sürekli baskı altında tutuldu ve imha edildi.
Meksika'da stalinist bir ajan tarafından öldürülen Troçki, 1800'lerin işçilerinin mücadelesini 20. yüzyılın işçi mücadelelerine bağlamayı, tüm zorluklara rağmen başardı.
Troçki, anti kapitalist mücadelenin, sosyalizmin ve özgürlüğün sesi olmaya devam ediyor.
Şenol KARAKAŞ



Oral seks bebeği
Başlıkta gördüğünüz aşkın hatta taşkın ifade 16 Ağustos tarihli Hürriyet gazetesindeki bir haberin başlığıydı. Haberde eski ünlü tenisçilerden Boris Becker'in DNA testi onaylı çocuğunun kendisine ne kadar benzediği konu ediliyordu. Hürriyet'in bu pornografik tanımı kullanmasının sebebiyse, iddiaya göre mevzubahis çocuğun annesi olan manken hanımın Becker'le bir lokantanın merdiven altında bir şeyler yaparken sporcunun spermlerini çalması ve böylece kendini hamile etmesi.
Valla geleneksel örf ve ananelerimizle bağlarım pek zayıftır, ama ben bile bu başlığı görünce "çoluk çocuk okuyor bu gazeteyi" demekten kendimi alamadım. Ayrıca kızcağızın annesi çikolata renkli Rus, babası da Alman diye ortadaki ciddi kişilik hakkı ihlalini, yani insan hakkı ihlalini göz ardı mı edeceğiz? Böyle bir "tanımlama" kabul edilebilir mi? Bir de 'çocuk istismarının engellenmesi' diye bir duyarlılık vardır ki, bu olayda anlaşılan yıllık izninin bir bölümünü kullanmış. Çocuk istismarından yalnızca pedofiliyi anlayanlar içinse ortada bir sorun olmayabilir tabii. "Tanımlama"nın ne kadar erkek-egemen olduğuna da dikkat çekmek isterim ayrıca, kendimi erotik dergide "forum sayfası" okuyormuş gibi hissettim. Bir kadın editor o başlığı atar mıydı?
Hürriyet'in internet sayfasına bir süredir hakim olan "erotikleşme" eğilimi bizatihi gazeteye de mi sıçrıyor acaba? Pek sanmıyorum. Ertuğrul Özkök'ün de böyle bir şey isteyeceğini tahmin etmiyorum. Zaten Emin Çölaşan'ı kovmasının yarattığı tartışmalara harcıyordur şu aralar enerjisini, böyle ayrıntıları gözden kaçırması doğaldır. Eleştirdiğimiz haberle aynı gün yayınlanan yazısında Özkök, Çölaşan'ın gönderilmesinin "siyasi bir mesele" olmadığını savunmuş ve "öyle olsaydı kadromuza Yılmaz Özdil gibi muhalif bir yazarı katmazdık, öyle olsaydı Oktay Ekşi, Bekir Coşkun vs gibi muhalif yazarlar burada yazmazdı" demiş.
Bu ülkede sanırım muhalifliğin tanımının yeniden yapılması gerekiyor. Yani memleketin iki görünür siyasi güç odağından birine (hükümet) şiddetle muhalefet ederken bir diğerine (hükümet-dışı devlet) gönül vermek sahiden de muhaliflik midir? Baskın Oran'ın deyişiyle "80 yıllık ezberler"i kimi zaman sofistike biçimde, kimi zamansa en kaba haliyle savunmak muhaliflik midir, tutuculuk mu? Bunu bir de sığlıklarını örtmek için çok agresif bir dille yapanlar var ki, AKP %47 oy alınca nihayet kovulabiliyorlar. Hiç şüpheniz olmasın, o oyu CHP alsa bileti kesilecek kişi Ahmet Hakan olurdu. Ayrıca Çölaşan'ın saldırgan üslubunu özleyenlerin içi Yılmaz Özdil'in sövgüleriyle şimdiden ferahlamaya başlamıştır.
Burak COP