Sosyalist İşçi 296 (1 Eylül 2007)
BAŞYAZI
Devlet
adım atmak zorunda
Kürt halkı barış istiyor. Savaşmak istemiyor. Devlet ise bulduğu her fırsatta Kürtleri aşağılıyor, barış sürecini kesintiye uğratıyor.
Son olarak Genelkurmay DTP milletvekillerine 30 Ağustos protokolünde yer vermedi. Sorun burada 30 Ağustos'un ne anlama geldiği değil, Kürt milletvekillerine uygulanan ayrımcılıktır. Bunun bir ilk adım olduğu ve devletin bulduğu her fırsatta savaşı tırmandırmak isteyen uygulamalara devam edeceği çok açık.
Kürt milletvekillerine, "Söyleyin bakalım, PKK'ye terörist diyor musunuz demiyor musunuz?" sorusu ise başlı başlına provoke edici bir sorudur. Bu soruyu soranlar ve DTP milletvekillerinden bu soruya yanıt bekleyenler, boşuna beklerler. Çünkü DTP milletvekillerinin cezai soruşturmaya maruz kalmayı göze almadan bu soruya yanıt vermeleri imkansız.
Bugün savaş kışkırtıcılığı değil de barış sürecine katkı yapılmak isteniyorsa sorulacak soru çok açık: Devlet nerede hata yapıyor? PKK'nin 1999 yılından beri önerdiği barış çağrısı neden görmezden geliniyor?
Her iki sorunun yanıtı da çok açık. Genelkurmay, devletin geleneksel ve köhnemiş bürokrasisi ve tüm milliyetçi- ler, Kürt sorununu bir terör sorununa indirgiyorlar. Gelişmeleri, "Bir avuç silahlı adamın" yarattığı etki olarak görüyorlar.
Kürt sorunu her şekilde tarif edilebilir, ama kesinlikle bir terör sorunu olarak tarif edilemez. Kürt sorunu, son seçimlerde yirmi milletvekilini meclise sokan Kürt halkının tercihinde net bir biçimde açığa çıktığı gibi, her şeyden önce siyasi bir sorundur. Kürt halkının barış çağrılarına verilmesi gereken ilk yanıt siyasi olmak zorundadır.
Şimdi önümüzde çok önemli bir fırsat var. Meclisteki yirmi milletvekili, Kürt sorununun siyasal çözümü için çok önemli adımdır. Kürt halkının sokaklardan yükselen barış talebi ve siyasal önerileri, artık mecliste de yankılanacak.
Burada Kürt sorununun çözümü için en önemli hamle ise soldan gelmek zorunda. Bir yandan anayasa tartışmalarında bir yandan da her günkü eyleminde, devleti, Kürt sorununun siyasal çözümü için adım atmaya zorlamalı. Uzatılan barış elinin görmezden gelinmesine izin vermemeli.
Savaşa, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı yaygın kampanyalar yapmalı. Kürt milletvekillerine yönelik her saldırıyı sokakta göğüslemeli.
Emek eksenli politika
1989 Bahar eylemlerinden bu yana Türkiye’de işçi sınıfı hareketi esas olarak kamu emekçilerinin mücadelesi olarak sürdü.
Kamu emekçilerinin grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı için verdiği mücadele büyük emekçi yığınları harekete geçirdi. Ne var ki kamu emekçileri hareketinin çeşitli düzeylerdeki önderlikleri bu mücadeleyi ilerletmeyi başaramadı. Kamu emekçilerinin muazzam mücadele potansiyeli giderek eridi ve bitme noktasına geldi.
Hareketin önderliği kazanmak için taktikler geliştirmek yerine protesto etmeyi tercih etti. Bir sendika gibi davranmaktan çok bir dernek gibi davranıldı.
Mücadele biçimleri sınırlandı. Ankara’ya giderek ne istendiği pek de belli olmayan gösteri yürüyüşleri yapmaktan başka bir mücadele biçimi kullanılmadı. Özellikle de işyerlerinde mücadeleler geliştirilmedi.
Önce grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı kazanılmak istendi. Oysa hareket o günlerde işyerlerinde grev yaparak toplu sözleşmeler yapmayı başarabilirdi. Zaten grev ve toplu sözleşlme yapma hakkı ancak böyle kazanılabilirdi. Önderlik ise işyerlerindeki mücadele potansiyelini genel grevler yapmaya çalışarak boşalttı. Bu genel grevlerin Ankara yürüyüşleri gibi somut bir ta- lepleri, hedefleri yoktu.
1997 Türkiye işçi hareketinin son büyük gösterisinin yaşandığı yıl oldu. Büyük İzmit depreminden hemen önce Türk-İş, DİSK ve KESK meslek odalarıyla birlikte “mezarda emeklilik” yasasına karşı harekete geçmişti. Ne var ki deprem bu mücadeleyi kesintiye uğrattı.
Ancak sol sekterlik birleşik bir işçi mücadelesinin gelişememesinin önündeki asıl nedendi.
Sol sekterlik DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’yi diğer emek örgütlerinden koparmak için var gücüyle çalıştı ve sonunda zaten birleşik bir mücadeleden kaçınan Türk-İş bu “dörtlü”den koparıldı. Sekterler işçi hareketini bölmeyi başardılar.
Ardından kamu çalışanlarına toplu sözleşme ve grev hakkını içermeyen bir sendika hakkı dayatıldı ve o güne kadar mücadele yeteneklerini büyük ölçüde harcamış olan KESK hemen hemen hiçbir mücadele veremeden bu yeni yasaya boyun eğdi.
Süreç bundan sonra kamu emekçileri arasında KESK’in gerilemesi, Türk Kamu Sen ve Memur Sen’in gelişmesi biçiminde devam etti.
Ne yazık ki KESK önderliği geçmişten doğru dersler çıkaramadığı için de önümüzdeki dönemde bu süreç güçle-nerek devam edecek gibi görünüyor. Sekterizm şimdilik işçi hareketinin en önemli kesiminde başarılı görünüyor.
Bütün bunlar Türkiye’de son yıllarda bir işçi-emekçi mücadelesinin olmadığı-nın göstergeleri. Her iki-üç yılda bir bazı iş kollarında grev kararları alınmakta, fakat son anda bu grevler gerçekleşememekte ve uzlaşma sağlanmaktadır. Bunun temel nedeni işçi hareketinin kendi güvenmemesidir. Grevin kapıya dayandığı her işkolunda emekçiler ve sendikaları kapıda bekleyen işsizler ordusundan ve mücadelede yalnız kalmaktan korkmaktadır.
Bu süreç değişmedikçe de işçi hareketinin yeniden büyük bir sıçrama yapması beklenemez.
1980 sonrasında da grevler serbest bırakıldığında greve çıkan her işçi kesiminin yenilişi işçi sınıfının diğer kesimlerini mücadeleden uzak tutuyordu. Ama bir yandan da tek tek işyerlerinin mücadelesi yerine genel bir mücadele isteğini öne çıkarıyordu. Nitekim 1989 Bahar eylemleri işte bu şekillenme üzerine başladı.
O vakit de sermaye sınıfının imdadına Körfez savaşı yetişmişti.
Şimdi emek hareketinin öncelikle yeniden kendisine güvenmeye başlaması gerekiyor. Yeniden kazanabileceğini ve yalnız olmadığını görmesi gereki- yor. Yeniden güç biriktirmesi ve sekter anlayışlara rağmen birleşik mücadeleye başlayabilecek hale gelmesi gerekiyor.
Bu koşulların oluşmasına toplumsal mücadelelerin katkısı olabilir, olmaktadır.
Örneğin, 1 Mart’ta Irak savaşına müdahale için önerilen tezkerenin red edilmesi, savaşa karşı büyük bir mücadele dalgasının başlamış olması, son zamanlarda Ufuk Uras’ın parlamentoya girmesi, Baskın Oran kampan- yasının ülke çapında yarattığı etki, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı Hrant Dink’in cenazesinin yığınsallığı emekçi safları olumlu etkileyen gelişmelerdir. Ne var ki hareketin ileri fırlaması için bunlar henüz yeterli kazanımlar değil. Belli ki emekçilerin daha fazla kazanıma ihtiyacı var.
İşte bu noktada emekçi yığınlar günlük küçük kazanımlara değil genel siyasete bakıyorlar. AKP’nin büyük emekçi yığınların desteğini alabil- mesinin nedeni de bu.
Sol ise tam da bu noktada hata yapı- yor. Baskın Oran kampanyası solun çok çeşitli kanatları tarafından emek politikaları savunmamakla eleştiriliyor. Öncelikle bu doğru değil. Baskın Oran kampanyası emeğin haklarını en iyi biçimde savundu, ancak kampanyanın ana vurgusu emek hakları olmaktan çok ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı çıkış oldu. Kampanya ayrıca bu çıkışı emeğin konumlanışı ile de birleştirdi.
Tam da bu nedenlerle Baskın Oran kampanyası ülke çapında bir etki yarattı. Bütün gözler herşeyden çok Baskın Oran kampanyasına döndü. Sol sekterler kampanyayı yalan yanlış iddialarla eleştirirken emekçiler kampanyaya umutla baktılar.
Binlerce gönüllü kampanyanın etrafında örgütlendi. Bu gönüllüler bundan sonra da mücadeleye devam etmekte kararlı. Ve ülke çapında bakılan hareket gene Baskın Oran kampanyası.
Baskın Oran kampanyası başından itibaren Ufuk Uras kampanyası ile birlikte anıldı. İki kampanya emekçiler tarafından bir tek hareket olarak görüldü. Ufuk Uras’ın parlamentoya girmesi ise bu iki kampanyanın ortak başarısı olarak görülmekte. Bütün emekçiler, ırkçılığa ve milliyetçiliğe, darbeye karşı olan herkes Ufuk Uras’ın parlamentoda, Baskın Oran’a ait sloganı hayata geçirerek ezberi bozmasını beklemekte.
Doğan TARKAN
Marksizm 2007
l Yeni liberalizme, savaşa küresel direniş l Filistin’de neler oluyoır ve çözüm ne? l Latin Amerika: Yeni türden bir devrim mi? l Irak: İşgal, direniş ve çözüml Çin yeni süpergüç mü oluyor? l Kapitalizm ve gıda l İşçi sınıfı iktidarı: Rus devrimi l Rusya’da devrim neden yıkıldı l Kemalizm kimin ideolojisi l Otonomculuk, anarşizm ve sosyalizm l Marksist gelenekte ulusal sorun l Kürt sorununa nasıl bir çözüm l ABD emperyalizmini anlamak l İşçi iktidarı mı, halk iktidarı mı? l Sosyalizm ve milliyetçilik l Devrim nasıl birşey olacak? l Cinsiyetçilikten nasıl kurtuluruz? l Küresel ısınmayı durdur, dünyayı değiştir l Şeriat, Türkiye ve laiklik