Sosyalist İşçi 296 (1 Eylül 2007)

 

Sayfa 4-5: Orta Sayfa


“Özgürlükçü ve eşitlikçi bir anayasa için koalisyon”
Sivil Anayasa’da ne istiyoruz
AKP yeni bir anayasa hazırlıyor. Kimi iddialara göre hazırlanan taslak çok yakında kamuoyuna sunulacak. AKP kendi taslağını “Sivil Anayasa” olarak adlandırıyor.
Solun önemli bir kesimi henüz içeriğini bilmeden AKP Anayasa taslağına karşı tutum alıyor. Solun başlıca argümanı yeni Anayasa önerisinin Anayasa’dan Atatürkçü ideolojiyi tasfiye etme adına aslında cumhuriyetin temel ilkelerini tasfiye edeceği şeklinde. Ne yazık ki bu eleştiri çok büyük ölçüde CHP-MHP ve TSK iddiaları ile çakışıyor.
AKP’nin “Sivil Anayasa” taslağını görmeden bu konuda konuşmak yersiz. Ama madem ki Anayasa değişiyor, bizim, sosyalistlerin de Anayasa değişikliğinden ne beklediğimizi anlatmamız gerekiyor.
Her şeyden önce yeni Anayasa aceleye getirilme-meli. Yeterince tartışılmalı.
İkinci olarak sosyalistler mümkün olduğunca basit, kısa bir dizi ilkede anlaşarak bu tartışma süreci boyunca tartışmalara ortak bir biçimde müdahale etmeli.
Türkiye’de ilk kez silahların gölgesi olmadan bir Anayasa hazırlanacak ve sosyalistler bu sürece çok aktif olarak katılmalıdır.
Bir yandan Anayasa’nın içeriğini belirlemek için çalışmalar yapılmalı, diğer yandan da topluma, emekçilere en temel konularda sol politikalar anlatılmalıdır.
Bütün bunlar için geniş bir koalisyon kurulabilir. Siyasi partilerden, sendikalardan ve odalardan, kitle örgütlerinden, Baskın Oran ve Ufuk Uras seçim kampanyalarından insanların katılacağı, solu temsil etme yeteneğine sahip bir geniş koalisyon oluşturmak mümkün. Bu koalisyon mutlaka parlamentodaki DTP grubunu ve ÖDP milletvekili Ufuk Uras’ı da kapsamalıdır. Koalisyonun önerilerini parlamentoda dile getirecek olanlar bu milletvekilleri olacaktır. Ancak, koa-lisyon kendisini sadece bir hukuk tartışması, Anayasa hazırlığı ve parlamenter mücadele ile sınırlamamalı, tam tersine sokakta, emekçi yığınlar arasında çalışmalıdır.
Sokak stantları, afişler, yaygın bildiri dağıtımı, toplantılar, yürüyüş ve mitinglerle bu kampanya sürdürülmelidir.
Anayasa Kampanyası emekçilerin ve bu ülkenin kimlikleri tanınmayan, ırkçılığa ve milliyetçiliğe maruz kalan azınlıklarının taleplerini dile getirmeli, savunmalıdır.
Birgün gazetesinde Mithat Sancar "güçleri birleştirmekten başka çare kalmıyor. 22 Temmuz seçimleri öncesinde denenen "ortak hareket" projesi, çeşitli nedenlerle yeterince başarılı olmuş sayılamasa da, değerli bir tecrübe ve küçümsenmeyecek bir dinamizm yarattı. Anayasa tartışmaları, kaldığımız yerden, ama o zaman geldiğimiz yere sıkışmadan devam etmek için önemli bir imkân ve fırsat sunuyor. Bunu en iyi şe-kilde değerlendirmek için, özgürlükçü ve/veya sosyalist, hangi sıfatla tanımlanırsa tanımlansın, sol güçlerin vakit kaybetmeden bir araya gelmeleri ve geniş katılımlı bir "anayasa koalisyonu" oluşturmanın yollarını aramaları gerekiyor.
“Siyasî partilerden sendikalara; meslek örgütleri, dernek ve vakıflardan çeşitli inisiyatiflere ve bireylere "ortak akıl" üretme ve "özgün eylem biçimleri" yaratma imkânı sunacak böyle bir koalis-yonun hareket noktası ve ortak paydası, "özgürlükçü ve eşitlikçi anayasa" talebi olarak belirlenebilir. Böylece, bir yandan, yasakçı, baskıcı ve inkarcı yönelimlere karşı demokrasiye ve çoğunluğa; diğer yandan, neoli-beral yapılandırma prog-ramlarına karşı, emekçilerin haklarına yönelik duyarlılığın güvencesi olarak algılanacak bir adres yaratılabilir. Bu çerçevede yürütülecek kampanyalar için de, mesela "toplumsal anayasa" gibi bir parola seçilebilir.
“Eğer oluşturulabilirse, bu koalisyonun ilk hedefi, "yeni anayasa"yı aceleye getirecek her türlü girişime karşı çıkmak; dolayısıyla acil talebi de, toplumun tüm kesimlerinin öneri ve itirazlarını dile getirebilecekleri kapsamlı ve özgür bir tartışma ortamının yaratılması olmalıdır.” diyor.
Mithat Sancar’ın önerisi dikkate alınmalı ve hızla hayata geçirilmelidir.
http://www.birgun.net/bolum-73-yazar-151.html


Sınırsız örgütlenme, düşünce ve eylem özgürlüğü
Türkiye de tüm yasal yapı baskı dönemlerinin izlerini taşır ve bu nedenle özgürlüklere bütünüyle kapalıdır.
Düşünce özgür değildir. Düşünceyi yasaklayan sayısız anayasal madde ve yasalar var.
Örgütlenme özgürlüğü ise sadece lafta var. Sendika kurmak ve toplu sözleşme yapabilmek sayısız kurala bağlıdır. Dernek kurmak için 40 takla atmak gerekir.
Siyasi parti kurulabilir ama partinin tüm yapısı yasa tarafından tarif edilmiştir. Partiler, dernekler çeşitli devlet kurumlarına düzenli rapor ve hesap vermek zorundadır.
Siyasi partiler belli bir örgütlenme düzeyine ulaşmadan seçimlere katılamaz. Siyasi partiler mutlaka bir genelbaşkan veya belirli sayıda insandan oluşan bir merkez yönetimi seçmek zorundadır. İl ve ilçe örgütünden başka örgüt yapısı olamaz.
Bütün bunlar örgütlenme özgürlüğü önündeki sınırlardır. Oysa isteyen istediği örgütü kimseye haber vermeden, hiçbir devlet kurumuna başvuruda bulunmadan kurabilmeli ve istediği gibi faaliyet yapabilmelidir.
Her düşünce kendisini özgürce örgütleyebilmelidir.
Düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü tamamlşayan üçüncü bir özgürlük ise eylem özgürlüğüdür. İsteyen istediği yerde eylem yapamazsa düşünce özgürlüğünün ve örgütlenmenin anlamı kalmaz.
Türkiye’de eylem yapabilmek için sayısız bürokratik engeli aşmak gerekir. Açık havada müzik de çalınan bir etkinlik yapmak ise eylem yapmaktan bile daha zordur!
Yeni anayasa tüm topluma sınırsız düşünce, örgütlenme ve eylem özgürlüğü tanımadır. Bu sınırsız özgürlüklerin istisnası bir ırkı diğer ırklardan üstün tutan ırkçı fikirler ve bu ırkçı fikirlerin örgütlenmesi ve eylemi olmalıdır.


Sözde değil gerçek laiklik istiyoruz!
Kemalistlerin kıskançlıkla savunduğu mevcut laiklik anlayışı aslında laik değil. Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kuruma sahip olan, din görevlilerini bu kurum aracılığıyla merkezi olarak atayan, devlet ve din işlerini birbirinden ayırıyoruz derken Türk-İslam sentezi soslu resmi din yorumunu dayatan bu anlayış iflas etmiştir.
Din dersleri zorunlu değil, seçmeli olmalıdır.
Diyanet kapatılmalıdır.
Ne sünnilik ne de Alevilik, Türkiye vatandaşlarını tanımlayan resmi bir din ve kimlik olmamalıdır.
Yeni anayasa devleti din ve birey arasından çekilmelidir. Her dini cemaat kendi ibadethanesini kurmak, yaşatmak, kendi din görevlilerini seçmekte özgür olmalıdır. İnançlar üzerindeki baskılar son bulmalı, başta örtünme hakkı olmak üzere inanç özgürlüğünün önü açılmalıdır.


Militarist olmayan bir anayasa
12 Eylül askeri darbesinin silahlarının gölgesinde hazırlanan ve kabul ettirilen mevcut anayasa tepeden tırnağa militaristtir.
Milli Güvenlik Kurulu'nu anayasal bir kurum olarak tanıyan yasalar değiştirilmelidir. MGK lağvedilmelidir.
Genelkurmay, Savunma Bakanlığı'na bağlanmalıdır. Orduyu meclis ve seçilmiş tüm siyasal kurumlar üzerinde tutan tüm maddeler anayasadan çıkarılmalıdır.
Darbecilik anayasal bir suç olarak ilan edilmeli, darbecilerin yargılanmasını engelleyen maddeler anayasadan çıkarılmalıdır.
Zorunlu askerlik kaldırılmalıdır. Vicdani red anayasal bir hak olarak tanınmalıdır.


Anayasal vatandaşlık
“anayasal vatandaşlık”tır. Yani, etnik kimliğe dayanmayan, Anayasayı be-nimseyenlerin vatandaş olduğu bir tanım gerekir.
Bugüne kadarki Anayasalar vatandaşlık tanımını Türklük üzerinden yapmaktadırlar. Türk olmayı üst kimlik olarak savunmaktadırlar ve başka hiç bir halkın kimliğini tanımamakta ve hatta tanınmasını isteyenleri suçlamaktadır.
Oysa Türkiye ‘de bir çok kimlik yanyana yaşamaktadır. Kendi dilleri, kendi gelenekleri ve kültürleri ile yanyana yaşayan bu halkların eşit ve özgür ortaklığı için vatandaşlık tanımı etnik temelli olmamalıdır.
“Anayasal Vatandaşlık” ilkesi en çok bu ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Türkler arasında anlatılmalıdır.
Açık ki böylesi bir talebe MHP ve CHP’den çok ağır bir saldırı gelecektir. Bölücülük bu saldırının en hafif suçlaması olacaktır. Onlara karşı Anayasa’ya ırkçılığı suç sayan maddelerin konması doğrultusunda bir kampanya ile cevap verilmelidir.


Irkçılık yasak olmalı
Yeni Anayasa’da Anayasal Vatandaşlık ilkesinin yanı sıra ırkçılığın insanlık düşmanlığı olduğu ve bu nedenle yasak olduğu vurgulanmalıdır.
Anayasa topluma sınırsız özgürlük tanırken ırkçılığı yasaklayarak bu “sınırsızlığın” sınırlarını çizmelidir.


Bush'a dikkat!
İran'a saldırmak istiyor!

Bush Neocon ekibiyle birlikte sürpriz bir ziyaret yaparak Irak'a gitti. Son haftalarda arka arkaya yaptığı açıklamalar Bush'un iyice köşeye sıkıştığını gösteriyor.
Neoconlar yalvaryakar bir durumdalar. Bush, Sky News televizyonuna yaptığı açıklamada, Irak'ta başarısızlığa uğramanın Orta Doğu'da kargaşaya yol açacağını söyledi ve ardından ekledi: ''Koalisyondaki tüm ortaklarımıza ihtiyacımız var. Herkesin iç politika kaygıları olduğunu anlıyorum. Ama Irak ve Afganistan'da yapacak daha çok işimiz var.'' (http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2007/08/070831_iraq_bush.shtml)
Özellikle İngiltere'nin Irak işgalinin başında 18 bin askerle yer alırken, dört buçuk yılda asker sayısını 5500'e indirmesi, ABD'yi Ortadoğu'da büyük bir yalnızlığa itiyor. İngiltere son olarak askerlerini Basra'da sokaklardan çekti ve havaalanındaki üslerde tutmaya başladı.
İngiltere'nin çekilen 5500 askerinin çok büyük bir askeri önemi yok. Önemli olan Irak'ta 160 bin askeri bulunan ABD'nin politik olarak yalnızlaşması ve Irak işgalinin başından beri ilan ettiği "Teröre karşı koalisyon" iddiasının tümüyle çökmeye başlaması.
Kuşkusuz savaş karşıtı hareket, Tony Blair'in peşini bırakmadığı ve sistematik bir biçimde Irak işgalini teşhir ettiği için İngiltere Blair başbakanken Irak'tan aşamalı çekilme planını açıklamıştı. Ne ABD'de ne de İngiltere'de Irak işgali meşru. Tersine kamuoyunun büyük çoğunluğu savaşa karşı ve Irak işgalinin hedeflediğinin tam tersi sonuçlar doğurduğunu düşünüyor.
Bu gelişmelere rağmen, yine de Bush'un Irak'tan çekileceğini düşünmek için çok erken. Irak'taki ABD fiyaskosunun neoconları daha az saldırgan yapacağını düşünmek de tümüyle yanlış olur. Neoconlar ABD emperyalizminin yönetici grubu olarak birkaç hedefe birden sahipti ve bu hedeflere ulaşmadan Irak'tan çekilmeyi düşünmelerini beklemek savaş karşıtı hareketin en büyük hatası olur.
Bu hedeflerden birincisi tüm enerjinin kontrolünü ele geçirmek, ikincisi İsrail'in konumunu garanti altına almak ve üçüncüsü İran sorununu çözmekti. Bu üç hedef ise tek bir ana hedefi sağlama alma stratejisinin üzerinde yükseliyor. Bu, ABD'nin 21.yüzyılı "Yeni bir Amerikan yüzyılı" olarak garanti altına alma, küresel hegemonik güç konumunu sarsılmaz bir duruma getirme stratejisi. Bu strateji varlığını sürdürüyor.
Bu ABD'nin Irak'ta işinin bitmediğini ve İran'a yönelik saldırı planlarından da asla vazgeçmediğini gösteriyor. ABD askerleri geçtiğimiz hafta, Irak'ta bir oteli basarak bir grup İranlıyı gözaltına aldı. İranlıların Irak hükümetiyle resmi bir görüşme yapan heyet oldukları açığa çıkmasına rağmen Bush yaptığı açıklamayla gözünün ne kadar dönmüş olduğunu gösterdi. Irak yetkililerine ''Irak'ta canice eylemlere karışan İranlıların'' baskı altına alınması gerektiğini söyleyen Bush daha büyük bir tehditte bulundu. İran'ın çok büyük bir tehdit olduğunu ve ABD'nin bu tehditle çok yakın bir zamanda yüzleşeceğini söyledi.
Savaş karşıtı hareket Irak işgaline aralıksız bir şekilde karşı çıkmayı sürdürmeli. Aynı zamanda İran'a saldırı olaslığına karşı da uyanık olmalı.


GÖRÜŞ
Anayasa ve yerel seçimlerle işe devam!
Şimdi ne yapacağız? Baskın Oran seçim kampanyasında yer alan herkes, bu soruyu tartışmak için 22-23 Eylül haftasonu bir araya gelecek.
Kendi hesabıma, toplantının seçim değerlendirme kısmının kısa olacağını umuyorum. İki hafta gibi bir sürede aday belirleyip 51 gün gibi bir süre boyunca sürdürülen kampanya, elbette, istediğimiz kampanya olmayacaktı, özellikle demokratik işleyiş açısından zayıf kalacaktı. Çare yoktu.
Önemli olan, aday çıkarmayı, bütün Türkiye'nin umut dolu gözlerini üzerimize çekmeyi ve sıfırdan başlayıp 30.000'den fazla oy almayı becermiş olmamız. (Haftasonu Ankara'da Barış Meclisi'nde konuştuğum Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu, "Baskın ve Ufuk kampanyalarını ne kadar büyük bir heyecanla izlediğimizi anlatamam" dedi).
Bir daha ne kampanyası yaparsak yapalım, bir dahaki seçimlere nasıl girersek girelim, en zor, en beklenmedik, en acele koşullarda olmayacaktır herhalde. Dolayısıyla, yapılan hataları saatlerce tartışmak yerine, şimdi ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı tartışmak daha önemli bence.
Bu tartışmayı önceden kısıtlamamak gerek; toplantıda çok yaratıcı somut öneriler çıkacağını umuyorum. Ama şu ana kadar kulağıma gelen iki önerinin genel kabul görme olasılığı yüksek gibime geliyor (başka önerileri dışlamamak kaydıyla elbet). Biri, yeni anayasa tartışmalarına müdahale etmek, diğeri yerel seçimler için şimdiden kampanyaya başlamak.
Anayasa meselesine bulaşmamak, Mithat Sancar'ın sözleriyle, "anayasa tartışmalarının kaderini AKP'nin temsil ettiği liberal-muhafazakâr çevre ile ekseninde CHP ve MHP'nin açıkça, ordunun da doğrudan veya dolaylı bir şekilde yer aldığı milliyetçi-otoriter cephe arasındaki çekişmeye terk etmek sonucunu doğuracaktır".
Dahası, AKP'nin isteyeceği anayasanın 1982 anayasasından daha kabul edilebilir olacağından kuşkum yok, ama CHP'den bu tarafa doğru solun bazı kesimlerinin, sırf öneri AKP'den geldiği için, "Laiklik elden gidiyor" yaygaralarına yeniden başlayacağına, azınlıklara verilen her hak karşısında "Vatan satılıyor" çığlıkları atacağına emin olabiliriz. Bu tartışmalara müdahil olmamak düşünülemez. Bizim yapacağımız, alternatif bir anayasa üretmek değil, önemli bulduğumuz alan ve konulara müdahale etmek ve bu konuların tabanda, mahallelerde, sokaklarda, kahvelerde tartışılmasını sağlamak olacaktır.
Yerel seçimler ise, Haziran ve Temmuz aylarında yaptığımız kampanyayı devam ettirmek, üstelik bu kez tam istediğimiz gibi yapmak fırsatını veriyor bize. Seçimlere yaklaşık 18 ay var. Bu süre içinde, Baskın Oran kampanyasının seferber ettiği kitleyi yansıtacak ve temsil edecek adayları belirlemek, tabandan ve demokratik bir şekilde seçmek mümkün olacak; nerelerde aday olmanın önemli olduğunu, nerelerde kazanmanın mümkün olduğunu saptamak için vakit olacak; seçtiğimiz yerlerde yerel sorunların neler olduğunu saptamak ve gündeme getirmek gerekecek ve, en önemlisi, bunları yaptıktan sonra aylar süren bir kampanyaya atılabileceğiz. İstanbul'da değilse de, daha küçük yerlerde belediye başkanları, İstanbul ve diğer büyük kentlerde de encümen üyeleri seçtirtmek, belki toplam bir milyon oy almak, Oran ve Uras kampanyaları kadar ses getirecek, bu yaz ülke çapında yarattığımız havayı genişleterek sürdürmemize olanak verecektir.
Ayrıca anayasa ve yerel seçim kampanyaları, somut hedefler için birlikte çalışmaya devam etmemizi, "Yeni bir sol nasıl olmalıdır, biz ne olacağız?" tartışmasını yanyana, omuz omuza iş yaparken sürdürmemizi sağlayacaktır.
Roni Margulies