Sosyalist İşçi 297 (14 Eylül 2007)

 

Sayfa 3 :


BAŞYAZI
Grevler Neden olmuyor?
Bir süredir basında bir dizi grev ilan haberi çıktı. Hava-İş, Teksif bunların en önemlileri. Tekstil sanayiinde hemen hersene grev kararı alınmakta. Fakat bu sene olduğu gibi bu grevler gerçekleşmemekte. Son anda bütün grev kararları uzlaşma ile son bulmakta. Neden?
Acaba neden sendikacılar mı? Sendikacılar uzlaşmacı da ondan mı hep son dakikada greve çıkılmaktan vaz geçiliyor. Yoksa son dakikada sendikacıların yaptıkları açıklamalar doğru mu? İşçiler bütün istediklerini alıyorlar mı?
Asıl neden bunlar değil.Türkiye işçi sınıfı kendisine güvenmiyor. Kapıda bekelen büyük işsiz ordusu bir tehdit. Diğer yandan ekonomi tökezleyip duruyor. Bir süredir ekonomi gelişiyor olsa da işçiler için henüz kötü günlerin anısı silinmiş değil.. Tekrar aynı koşullara dönülebileceğini düşünüyorlar. Zaten bu nedenle çoğu AKP’ye oy verdi.
Grevlerin başlayabilmesi için işçi sınıfının iki şeye ihtiyacı var: Birincisi greve çıkabilecek moral. Kazanan grevlere, direnişlere ihtiyaç var.
Ya da bir dizi toplumsalmücadelenin kazanılması gerekir. 1 Mart gibi, Ufuk Uras meclise girmesi, Baskın Oran’ın 31 bin oy alması gibi. Bu tür kazanımlar artarsa ve ekonomi yeniden hızla tepetaklak olmazsa işçi sınıfı yeniden kazanmanın mümkün olduğunu düşünmeye başlayabilir ve grevler de yeniden başlayabilir.
İkincisi işçilerin dayanışmaya ihtiyacı var. Bunun için önce işçi sınıfını her fırsatta bölen sol sekter anlayışlardan ve sağ sendikacılardan kurtulması gerekiyor. Bazı sol anlayışlar Emek Platformu’nu bölerken işçi sınıfına en büyük kötülüğü yaptılar. hareket bu anlayışlardan bütünüyle temizlenmeden işçi hareketinin yeniden yükselmesi mümkün değil.


12 Eylül
Halkın vicdanında mahkum oldu
12 Eylül’ün üzerinden 26 sene geçti. Bu süre içinde 12 Eylül’ün mağdurları generalleri, işkencecileri yargılatamadılar.
Ancak 12 Eylülcüler halkın çoğunluğunun gözünde mahkum oldu. Dün 28 Şubat’a, bugün 27 Nisan muhtırasına karşı çıkan halk yığınlarının gözünde darbeciler mahkum olmuştur. Bunedenle yeni bir askeri darbe olasılığı 12 Eylül’e göre düşüktür. 22 Temmuz seçimlerinin ilk açıkmesajı darbeye hayırdır!
Solun bir kısmı bunu anlamamakta israrlı. Çünkü onlar ne darbe, ne şeriat derken bugünkü darbelere karşı açık tutum alamamaktadırlar. Bu nedenle bir kısmı, 12 Eylül’de eziyet çekmiş, işkence görmüş, yargılanmış ya da yargılanmamış ama senelerce hapishanelerde yatmış olanlar Cumhuriyet Mitingleri’ne koştu. Bazıları “şeriata karşı darbeyi desteklerim” dedi.
Bu çizginin hakim olduğu ya da bu çizginin bulaştığı bir eğilimin darbecileri yargılatması mümkün değil. Büyük yığınları darbeciler yargılansın diye harekete geçirmesi mümkün değil. Çünkü darbeciliğin kamu vicdanında mahkum olduğunu ve bu kamu vicdanının bugünkü darbe girişimlerine karşı tutum alışlarda şekillendiğini kavrayamıyorlar.


Kürtler barış için ellerini uzatıyorlar
Barış isteğine yanıt verin
Şırnak’ta bir çatışma oluyor. İki taraftan ölüler var. Parlamentoda grubu olan bir partinin lideri bu çatışmada devlet güçlerinin kimyasal silah kullandığını ileri sürüyor. Bu bilgiyi ölenlerin ailelerinden aldığını söylüyor ve derhal hakkında dava açılıyor!
Aynı günlerde, hapishanelerde ki direnişlerde ilk ateşin o zamanki bütün iddialara karşın jandarma tarafında yapıldığı, bir tür konrtolsüz kimyasal silah kullanıldığı bir jandarma komutanı tarafından açıklanıyordu.
Ardından Diyarbakır Belediye Başkanı merkezi hükümetin kendilerine eşitsiz davrandığını, yardım etmediğini söylüyor. Başbakan ve basın ağır bir biçimde saldırıyor. Niye? Çünkü Diyar-bakır Belediye Başkanı Diyarbakır için “kalemiz” ifadesini kullanmış ve daha da öteye bu bir savaş ilanı ise biz varız demiş. Vay canına! Bir belediye başkanı nasıl böyle ifadeler kullanabilirmiş?
Daha sonra ise Genelkurmay Başkanlığı birçok başkasının yanı sıra milletvekillerini bir resepsiyona davet ediyor. DTP milletvekilleri ve ÖDP’li Ufuk Uras bu resepsiyona davet edilmiyorlar. Neden? Bunun hiçbir açıklaması yok. Ama zaten bütün ülkeyi fişleyen Genelkurmay Başkanlığı’nın bu icraatına kimse laf edemez. Adamlar devletin başına, Cumhurbaşkanına bile canları istediği gibi davranıyorlar. Çünkü kendilerini bu ülkenin tek sahibi, tek efendisi gibi görüyorlar.
Ard arda yaşanan bu üç olay devletin belli yerlerindeki kimi unsurların barışa karşı olduklarını gösteriyor. DTP’nin uzattığı barış elini iten ve onun yerine sopayı, tehdidi öne çıkaran tutum çözümsüzlüğü tercih eden bir anlayışa sahiptir.
DTP’nin uzattığı barış eli çok önemli bir fırsattır. Bu eli iterek çözüme ulaşılamaz. Genelkurmay yetkilileri meslek icabı savaştan yana olabilir. Ama hükümet aynı tutumu benimserken hata yapmaktadır.
AKP, DTP oylarını alabileceğini ve belediyelerde ki DTP üstünlüğüne son verebileceğini düşünmektedir. Son seçimlerde bölgede DTP oylarının düşmesi ve AKP’ye kayması onların bu düşüncesini daha da derinleştirdi. Ama yanılıyorlar.
DTP bir dizi nedenle oy kaybetti. Bu doğru. Bu oylar AKP’ye kaydı. Bu da doğru ama bu sürecin sürekli böyle gelişeceğini düşünmek çok yanlış. DTP oylarının daha da gerileyeceğini düşünmemek gerekir ve ve mevcut düzeyi ile DTP oyları belediyelerin yeniden kazanılmasına yeter.
AKP hükümeti seçimlerde oylarının büyük ölçüde artmasına neden olan istikrarın devam etmesini istiyorsa barıştan, çözümden yana olmak zorundadır. Önüne çıkan bu fırsatı tepmemelidir.
Barış isteyen zorluklara katlanmaya razı olmak zorundadır. Savaşı bitirip barışı hakim kılmak sancılı bir süreçtir ama bu sancılı süreç, barış kazanıldığı takdirde büyük olumluluğa dönüşecektir. Barış için çalışanlar, barış için fedakarlık yapmış olanlar barış sürecinde bu tutumlarının karşılığını göreceklerdir.
Genelkurmay Başkanlığı yetkililerine gelince halkın temsilcileri arasında keyfi bir ayrımcılık yapmaktadırlar ve bu bir suçtur.
Doğan TARKAN


Dünyaya bakmadan Türkiye’ye dönük politika yapılamaz
Kapitalizm bir dünya sistemi. Emperyalizm çağı ile birlikte bu daha da güçlenen bir durum oldu. İçinde olduğumuz dönemde ise dünya çok daha entegre bir ekonomik yumak.
Kapitalizmin dünya sistemi olması sadece ekonomide değil, yaşamın her alanında önemli. Kültürel alandan, siyasete, sınıf mücadelesine kadar.
İşçi sınıfı ve emekçiler için 1980lerin ve 90’ların yenilgisi bütün dünyada yaşandı. Amerika’da da, Türkiye’de de, Latin Amerika’da da, Afrika’da da işçi hareketi gerilerken egemen sınıflar üstünlük elde etti.
Yeni liberal politikalar bu dönemde ortaya çıktı. Dünyanın her yerinde egemen sınıfların işçi sınıfına saldırısı yeni liberal politikalarca belirlendi.
1999’un son günlerinde Amerikanın Seattle kentindeki gösteri ise bütün dünyada yeni bir dönemin başlangıcı oldu.
Bütün dünyada hareket hızla yüksel-meye başladı.Yeni, yenilgi yaşamamış bir kuşak mücadele alanına atıldı. Her yerde değişik boyutlarda, değişik biçimlerde yeni bir hareket ortaya çıktı ve giderek kendisine politik ifadeler bulmaya başladı.
Dünyanın her yerinde bu hareketin önündeki engel sosyal demokrasiden-stalinizme kadar eski sol. Yenilgi döneminde şekillenen politik tutumları terk edemeyenler harekete uzak durdular, hareketi küçümsediler eleştirdiler.
Türkiye’de de aynı süreci yaşıyoruz. 1980lerin ve 90ların yenilgi döneminde şekillenen politikalardan kurtulamayan Türk solunun önemli bir kısmı yeni harekete karşı. Ondan öğrenmek yerine onu karalamaya çalışıyor. Ve işin ilginci, Barışarock festivalinde açıkca görüldüğü gibi bir yandan onu karalı-yor, diğer yandan onu en kötü biçimde kopya etmeye çalışıyor.
Bu solun kullandığı milliyetçi bir ifade var: Yeni harekete bakıyorlar ve “tak-litçi” diyorlar. Belli ki onlar çok Türk bir tarz arıyorlar!
Aslında eleştirdikleri kendilerinden farklı olan ve kendilerini aşıp giden.
1960’larda da aynı süreç yaşanmıştı. Fransa’da Fransız Komünist Partisi, Türkiye’de TİP yeni harekete karşı çıkmış, onu en sert biçimde eleştirmiş ve engellemeye çalışmıştı. Hem FKP hem de TİP bunda başarısız olmuştu.
Bugün de yeni hareketi karalamaya çalışanları aynı son bekliyor. Tarihin çöplüğü!
Yusuf BULUT