Sosyalist İşçi 297 (14 Eylül 2007)

 

Sayfa 4-5: Orta Sayfa


Bush savaşı ve işgali yaymak istiyor
İran Irak olmasın!
Irak'taki yangın her an İran'a sıçrayabilir. Irak'ta her geçen gün daha fazla batağa saplanan Bush ve çetesi, işgali sürdürmek için yeni gerekçeler üretirken İran'ı "şeytan" ilan ediyor. ABD'nin bekçi köpeği İsrail'se Suriye'yi bombaladı. Pakistan'da işbirlikçi Müşerref'in iktidarı sallanırken olası bir ABD müdahalesinden söz ediliyor. Afganistan'da NATO saldırıları yoğunlaşırken, Lübnan'da ve Filistin'de iç savaş kışkırtılıyor. Savaş karşıtı hareket, emperyalist saldırganlığa karşı koymak zorunda.

Bush'un Irak'ta son kozu olarak gösterilen General David Petraeus ve ABD Bağdat Büyükelçisi Ryan Crocker, ABD kongresine sundukları raporda "hemen asker çekmek felaket olur" görüşünü tekrarladı.
ABD halkının yüzde 60'ının 'hemen geri çekilme planı açıklansın' talebine karşılık Bush'un savaş kurmayı 2008 yazına kadar 30 bin askerin geri çekilebileceğini açıkladı. Bu yılın Şubat-Haziran aylarında Irak'a 30 bin takviye asker gönderildi. Yani Bush sadece takviye güçleri geri çekmekten yana. Irak'ta bugün 168 bin ABD askeri bulunuyor, takviye askerilerinin çekilmesinin ardından 138 bin askerin işgali sürdürmesi planlanıyor.
ABD Bağdat Büyükelçisi'ne göre ABD'nin Irak işgali bir "devrim." 1 milyondan fazla Iraklı'nın öldürüldüğü, bir zamanlar Orta Doğu'nun en gelişmiş ülkesinin ortaçağ öncesi koşullara mahkum edildiği bu süreci "devrim" olarak nitelemek ancak bir katilin bakış açısı olabilir.

İran hedef gösterildi
ABD'nin Irak'ta amacına ulaşmak üzere olduğunu açıklayan Petraeus açıkça İran'ı hedef gösterdi. İran'ın Şii militanlarını "Irak'taki ABD birliklerine ve Irak yönetimine karşı savaş başlatmak"la suçlayan Petraeus, "İran'ın, çıkarlarına hizmet etmesi ve Irak devleti ile Irak'taki koalisyon güçlerine karşı savaş yürütmek amacıyla, Iraklı milisleri Hizbullah'a benzer bir güç haline dönüştürmeye çalıştığı daha açık görülüyor" diye konuştu.
ABD'nin savaş borazanlığını yapan Wall Street Journal gazetesinin haberine göre ABD İran-Irak sınırına üs kurmaya hazırlanıyor. ABD 3. Piyade Tümeni Komutanı General Rick Lynch'in açıklamasına yer veren gazete, İran sınırına 3-4 kilometrelik uzaklıkta inşa edilecek üssün en az 2 yıl görevini sürdüreceğini yazdı. Gerekçe İran'dan gelen silahların direniş hareketine ulaşmasının engellenmesi. Pentagon bu haberi yalanlamazken, burada kurulacak ABD üssünün Irak'a değil İran'a dönük bir işlev göreceği açık.

Savaş karşıtları harekete geçmeli
ABD askeri çevrelerine yakın kaynaklar ABD'nin 4 günlük yoğun bir hava bombardımanıyla İran'ı yerle bir etme planlarından söz ediyor. İran'a saldırı gerekçesi sunulan nükleer enerji üretimi yerini Irak'ın güvenliğini bozmak gerekçesine bırakıverdi. Olası bir hava saldırısı yüz binlerce İranlının kısa bir süre içerinde katledilmesi demek.
İran'a dönük olası bir ABD saldırısı ancak Türkiye kullanılarak gerçekleştirilebilir. Bombardıman uçakları saldırı dönüşünde Türkiye'nin hava sahasını kullanacak. Yara alan ABD uçakları İncirlik, Muş, Batman ve Diyarbakır'daki askeri üslere inecek.
Küresel savaş karşıtı hareket Bush'un emperyalist saldırganlığına karşı koymak zorunda. Küresel BAK 2 yıldır sürdürdüğü "İran Irak Olmasın!" kampanyasıyla kamuoyunu bilgilendirmek ve harekete geçirmek doğrultusunda adımlar attı. Şimdi güncelleşen tehdide karşı sen-dikalar ve kitle örgütlerini birleştirmeye çalışıyor.
Vietnam'da yenilen ABD, çekilirken Laos ve Kamboçya'yı yerle bir etmişti. Çünkü asıl amacı küçük Asya ülkelerini sömürmekten çok tüm dünyaya hegemonyasını kabul ettirmekti.
Tarihten ders çıkartan savaş karşıtları İran'ın Irak olmaması ve ABD'nin yenilmesi için acilen harekete geçmeli.


İsrail yine bombaladı
İsrail savaş uçakları Suriye'yi bombaladı. Boşalan mühimmat depoları Suriye üzerine bırakıldı. İsrail uçakları saldırıda Türk hava sahasını kullandı. Dışişleri Bakanı Ali Babacan bu bilgiyi doğrularken, İsrail'de gerçekleştirdiği saldırıyı savundu.
İsrail gazetesi Ha'retz İsrail'in Suriye saldırısını savunduğunu, Suriye yönetiminin bu durumu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konsey'ine taşımaktan başka bir şey yapmayacağını yazdı.
Geçen yaz Beşar Esad'ın sarayının üzerinden savaş uçaklarını geçiren İsrail 1 ay sonra Lübnan'a saldırmıştı. Gazeteci Robert Fisk, 1 Eylül tarihli makalesinde benzer bir duruma işaret etti:
"Biliyor musunuz ki, "Allah'ın Partisi" Hizbullah, Lübnan'ın güneyinde Zawter Sharkiya köyünden Beyrut'a kadar uzanan bir alanda kendi özel iletişim ağını kurdu? Bunu acaba neden yaptı dersiniz? Eh, İsrail gelecek savaşta iletişim sistemini yok ederse kendi telefonlarını korumak için herhalde. Gelecek savaşta mı? Evet. Yeni bir savaş olmayacaksa, Hizbullah Litani Nehri'nin kuzeyinde, NATO yönetimindeki Birleşmiş Milletler güçlerinin operasyon alanının çok ötesinde neden yeni yollar, siperler, lojistik yapıyor olsun ki?"
İsrail saldırganlığı ABD tarafından destekleniyor. Geçen yılın yazında Hizbullah tarafından yenilgiye uğratılan İsrail egemen sınıfı uğradığı bozgundan çıkmak için yeniden saldırganlaşıyor. FKÖ'ye silah ve para yardımı yaparak Hamas'a karşı darbe yapmasını destekleyen İsrail, Filistinlileri bir iç savaşa sürükleyerek nefes aldı.
ABD'nin saldırganlığına karşı çıkarken Filistin'i unutmamak, korsan devlet İsrail'i durdurmak gerek.


Müşerref diktası sarsılıyor
ABD'nin savaşı Asya'ya yayılabilir
ABD'nin dünyadaki sayılı dostlarından biri olan Pervez Müşerref diktası İslamcı muhalefetin kitle gösterileriyle sarsılıyor. ABD yanlısı baskıcı diktatörlük yaz boyunca kitlesel muhalefet tarafından adım adım sıkıştırılmıştı.
İslamcı muhalefetin lideri ve olası bir seçimde iktidara gelmesi kaçınılmaz olarak gösterilen Navaz Şerif Pakistan'a ayak basar basma tutuklandı ve sınır dışı ilan edildi. Şerif'i karşılamak isteyen 2 bin kişi tutuklanırken, Pakistan'daki işbirlikçi yönetimin çöküşü Afganistan'da batağa saplanan NATO güçlerinin de bozgunu anlamına geliyor. Bu Pakistan'a dönük bir ABD müdahalesinin koşullarını hazırlıyor. Bu savaşın Irak'tan başlayarak Asya'nın tümüne yayılması demek. Vakit çok geç olmadan onları durdurmak gerek.


Küresel BAK, Kürtler ve Irak:
Büyük resmi görebilmek
1 Mart tezkeresinin engellenmesinden bu yana savaş ve işgal karşıtı kampanyayı sürdüren Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, geleneksel sol çevrelerin eleştiri oklarını üzerine çekmeye devam ediyor.
Sekter sol, BAK'ı anti-emperyalist bulmu- yor ve şu itirazı dile getiriyor: "Yanı başımızda bir savaş sürerken (TC-PKK), Irak'la ve Orta Doğu'yla ilgilenmek bir hatadır."
Küresel BAK yürüttüğü kampanyalarda ABD'nin Irak'tan çekilmesi, İran'ın yeni bir Irak olmaması, İsrail'in Filistin'de yarattığı vahşetin durdurulması, NATO'nun Afganistan'dan çekilmesi, Lübnan ve Suriye'ye dönük saldırıların durdurulması ve İncirlik'teki ABD üssünün kapatılmasını öne çıkardı. Dünyada tüm savaş karşıtı kampanyalar gibi BAK da 6,5 milyar insanın geleceğini Irak'taki işgalin son bulmasının ve ABD'nin Orta Doğu'dan çekilmesinin belirlediğini tespit ediyor. Bush'u ve neo-conları hedef alıyor, çünkü ABD yönetici eliti küresel sermayenin hegemonyası için jandarmalık yapıyor.

Irak neden önemli?
BAK, büyük resme bakıyor ve bu resmin odak noktası Irak. 1960'ların sonunda Vietnam'da ABD'nin yenilgisi tüm dünyada kapitalist sistemi temellerinden sarsmış ve devrimci bir dalga yaratmıştı. Bugün Irak'taki ABD işgalinin son bulması benzer bir devrimci dalga yaratacak. Aksi taktirde, Bush kazanırsa, küresel kapitalizmin savaşı tüm dünyaya yayılacak ki bu barbarlık demek. İşte bu yüzden BAK başından beri ABD'deki savaş karşıtı hareketle birlikte davranıyor, Bush'a karşı savaş karşıtlarının küresel gücüne güç katmaya çalışıyor.
Peki ya Kürtler ve Türk devleti arasındaki, şimdilik PKK'nin tek taraflı ateşkesiyle düşük düzeyde ilerleyen, ama yakın geçmişte 30 bin kişinin yaşamına neden olan savaş nerede duruyor?

Kürt sorunu ve Küresel BAK
BAK bugüne dek savaşı şiddetlendirme ve sınır ötesi operasyon girişimlerine karşı durdu, eylemler yaptı. Yani Kürt sorununda tarafsız kalmadı. Ancak yukarıda anlatılan perspektiften de hiç ayrılmadı. Çünkü Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etmesinin önündeki en büyük engel, dün Orta Doğu'yu ve Kürtlerin yaşadığı tarihsel bölgeyi cetvelle çizerek bölen İngiliz emperyalizmiyse bugün ABD-İngiltere emperyalist ittifakıdır. Bunu görmemek, ana sorunu es geçip tali olana gözlerini dikmek, Türkiye'yi, Kürtleri dünyadan kopararak ele almak, böylesi bir bakışın sahiplerini kaçınılmaz olarak yanılgıya sürükler. Küresel BAK bu yanılgıya hiç düşmedi, tutarlı bir anti-emperyalist çizgi izledi.
Küresel BAK'ın ABD'ye karşı mücadelede ısrar etmesi, bugün milliyetçiliğin etkisi altındaki Türk halkının Kürtlerle arasındaki engelleri aşması, kardeş dünya halklarıyla birlikte buluşması için de bir köprüdür. Sekter sol, dünyayı anlayamadığı gibi BAK'ı da anlayamıyor, çünkü enternasyonalizmden bi haber.

Küresel BAK,
savaş karşıtı hareketi böldü mü?

Halkevleri yöneticisi Ferda Koç, Birgün'e verdiği röportajda Küresel BAK'ı suçluyor:
"Türkiye solunun son 5-10 yıldaki en büyük başarısı 1 Mart'tır. Dünyanın hiçbir ülkesinde savaşa karşı böylesine büyük bir başarı kazanılamadı, bu başarı tek örnektir. Ama bu başarıyı kazanan güçler bir hafta sonra parçalandılar. Bu işin sorumlularının hesap vermesi lazım. Türkiye'de savaş karşıtı hareketin birliğini yeniden sağlama zorunluluğumuz var. Buradaki engellerin başında iki tane kuvvet var. Birincisi Kürt milliyetçiliği, ikincisi sol liberalizm. Kürt ulusal hareketinin savaş karşıtı hareketin geliştirici bir gücü olmasını sağlamamız lazım. Ama olmuyorsa da illa da bunu yapacağız diye tutturmayız. Sol liberalizm de, savaş karşıtı hareketin anti-emperyalist doğasını ve sınıf karakterini yok sayma dayatması içerisinde davranıyor. Barış ve Adalet Koalisyonu bu dayatmanın ifadesidir. Geniş cephe siyasetinde cephe çalışması yapacağınız güçlerin varlığını yadsımasını isteyerek cephe üretilemez." (Birgün, 4 Eylül)
Nerden tutarsan elinde kalır diye tabir edilebilecek türden bu sözlerdeki Küresel BAK'a dönük itham, 1 Mart'ın hemen ertesinde Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu'nun dağılmasından bu yana dile getiriliyor. Ferda Koç da diğer sekter solcular gibi gerçeği çarpıtıyor
1 Mart tezkeresinin durdurulması Türkiye solunun değil, savaş karşıtlarının, sendikaların, solun, Kürtlerin, İslamcıların, bağımsızların ortak zaferidir. Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu 159 örgütün birleşmesi sonucu etkili bir güç oldu. 159 örgüt arasında solun bir kesimi bu birliğin "emperyalist savaşa" karşı birlik olmasını dayattı, yani Ferda Koç'un bugün de savunduğu gibi savaşa karşı çıkmak için illa da "devrimci" olmak gerektiğini savundular. Ancak başta sendikalar ve emek örgütleri olmak üzere taraftar bulamadılar. İyi ki de bulamadılar, bulsalardı ne 159 örgüt, ne Kürtler, ne İslamcılar, ne sendikalar, ne de sayısız örgütlenme yan yana gelirdi. 159 örgütü Halkevleri ve benzerleri değil, Küresel BAK'ı kuranların o dönemdeki çabası birleştirdi.
Dayatma yapan birileri varsa bu BAK değil, başta Halkevleri olmak üzere geleneksel Türk soludur. 1 Mart zaferinin hemen arkasından Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu'na sayısız dayatma geldi, her örgüt kendi özel gündemini Koordinasyona dayattı: F tipi hapishaneler, tecrit, kadın hakları vs… Ancak 1 Mart zaferini mümkün kılan 159 örgütün tek bir konuda birleşmesiydi. Sekterlerin dayatması sonucu Koordinasyon işlevini yitirdi. Savaşa karşı en geniş birliği ve tek konulu kampanyayı savunanlar Küresel BAK'ı kurdular. BAK son 4 yılda Türkiye'nin en kitlesel eylemlerini gerçekleştirdi. Geriye kalanlar ise 2000 kişiyi toplamak da bile zorluk çekti. Ferda Koç'un örgütü ise birkaç yüz kişiyle polise saldırıp geri çekilmekten, kitle eylemlerini sabote etmekten başka bir şey yapmadı.
Küresel BAK, ne Halkevleri ne de başka bir örgüt/partiyle yan yana gelmiyor. Çünkü BAK, herhangi bir örgüte üye olmayan, çoğu genç binlerce aktivistten oluşuyor. Yan yana gelinen her mitingde BAK kortejlerine saldıran, barış eylemlerinde "kurtuluşa kadar savaş" sloganı atacak kadar sekter olan gruplarla neden "birlik" oluşturalım ki? Ferda Koç da aslında bunu istemiyor, ancak örgütünün küçük hesapları için BAK'a iftira atıyor. Koç'a önerimiz bildiği yolda devam etmesi, BAK'a karışmamasıdır, herkes bildiğini yapsın.


GÖRÜŞ
CHP ve sendikalar
Yakın geçmişe kadar işçi sınıfının örgütlü, öncü kesimleri CHP'ye bakar, CHP'ye oy verirdi. Cumhuriyet'i ve laikliği korumak filan gibi nedenlerle değil; CHP'nin biraz daha solda durduğunu, biraz daha 'işçi dostu' olduğunu düşündükleri için. Gerçekten de, bu partinin parlamentoda örneğin özelleştirme gibi konularda yürüttüğü muhalefet işçi sınıfını yüreklendirir, morallendirirdi.
En az beş yıldır, AKP ilk seçildiğinden bu yana, CHP 'sollukla', 'işçi dostluğuyla' tüm ilişkisini kesti, işçi sınıfını ilgilendiren konular dahil olmak üzere pek çok konuda AKP'nin bile sağına geçti. Basitçe, milliyetçi, sağcı bir parti haline geldi.
Hızla sağa kaymakla CHP, bir yandan, siyasi yelpazenin koca bir bölgesini boşaltmış, boş bırakmış oldu ve böylece kemalizmden, milliyetçilikten, Genelkurmay kuyrukçuluğundan, Müslüman düşmanlığından arınmış yeni bir sosyal demokrat/sol/sosyalist oluşumun yaratılması için bir fırsat yarattı. Baskın Oran kampanyası, en azından DSİP için, sadece yüzde 10 barajından kaynaklanan bir gereklilik değil, daha önemlisi, bu fırsatı değerlendirmek doğrultusunda atılan bir ilk adımdı.
Ne var ki, CHP sağa kayarken, bir yandan alan boşalttı, ama bir yandan da o alandaki insanları, yani işçi sınıfının öncü kesimleri de dahil olmak üzere o güne kadar CHP'ye güvenen çok sayıda kişiyi peşinden sürükledi, milliyetçileştirdi, sağcılaştırdı. Partinin kendisi o alandan çekilmekle kalmadı, sol sosyal demokrasinin doğal tabanı olan örgütlü işçilerin, sendikacıların önemli bir kesimini de beraberinde götürdü. Eğitim-Sen'in, DİSK'in son yıllardaki açıklamalarına, önde gelenlerinin konuşmalarına bakınca, milliyetçiliğe ne kadar kaymış olduklarını görmek mümkün.
Aynı beş yıl içinde, AKP toplumun bütününde olduğu gibi, işçi sınıfının içinde de muhafazakârlık ve yumuşak Müslümanlık temelinde (ve elbet ekonomik koşulların da yardımıyla) çok ciddi kazanımlar elde etti, taraftar kazandı, destek sağladı.
Kısacası, çok kaba bir tasnifle, işçi sınıfının öncü kesimleri milliyetçileşti, geniş tabanı ise AKP'lileşti. Milliyetçileşen kesim, geri kalanına "şeriatçı", "gerici", "Cumhuriyet düşmanı" diye baktıkça, Cumhuriyet mitinglerinde bayraklara sarındıkça, aralarındaki makas daha da açıldı, kopukluk daha da kesinleşti. KESK ve DİSK küçülür, etkisizleşir ve yetki kaybederken, Kamu-Sen ve Hak-İş'in büyümesinin önemli bir nedeni budur. Evet, devlet KESK ve DİSK'i kösteklerken diğer ikisini himaye etmektedir, ama süreci sadece bununla açıklamak mümkün değildir.
Bu makas kapanmadan, bu kopukluk giderilmeden, KESK ile DİSK'in güç kazanması, işçi sınıfı mücadelesine katkıda bulunması (hatta katkıda bulunmak bir yana, mücadelenin içinde yer alması) giderek zorlaşacak.
Bu arada, Türk-İş sendikaları bu kopukluğu yaşamadan ciddi sendikacılık yapmaya devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde, Hava-İş ve TEKSİF sendikaları, grev tehdidini kullanarak (ama greve çıkmaya gerek bile kalmadan) üyeleri için önemli kazanımlar elde etti. Hava-İş belki de en avantajlı olan sendika. Üyeleri hem vasıflı (işten atılıp yerine hemen yenilerinin alınması kolay değil) hem de çok yoksul değil (ücret kaybını göze alıp greve çıkma ihtimalleri daha yüksek). Bunu bilen hükümet, işverene müdahale edip sendikanın taleplerinin önemli ölçüde karşılanmasını sağladı. TEKSİF'in büyük ve önemli 20 tekstil işyerinde grev tehdidi de, aynı nedenlerle, başarılı oldu.
Bu durumda, KESK ve DİSK'in geleceği parlak mıdır sizce?
Roni Margulies