Sosyalist İşçi 297 (14 Eylül 2007)

 

Sayfa 6 :


Liberalizm, bolşevizm
ve yeni hareket

İstanbul'da 1. ve 2. bölgedeki seçim kampanyaları sırasında açığa çıkan aktivizm gücü sol açısından çok büyük bir potansiyeli barındırıyor. Bu potansiyel kaçınılmaz bir biçimde bir dizi tartışmayı da beraberinde getirdi.
Yeni olan liberal mi?
Bu tartışmada kullanılan moda bir deyim var: Liberal. Özellikle Baskın Oran seçim kampanyasının politik vurguları, liberallikle suçlanmaya başlandı. Böylece yeni bir deneyim, yepyeni bir politik birikim, sokakta mücadele etmeye istekli yepyeni aktivistler bir çırpıda liberal ilan ediliyor.
Her iki kampanyaya liberal suçlamasını yapanlar, esas olarak, yeni küresel hareketin gelişme potansiyellerini göremeyen, görmeyi başardığında ise bundan ürken, bu gelişmenin yepyeni bir solu şekillendirme ihtimalinden rahatsız olan milliyetçiler.

Yeni hareketin dinamikleri
Yeni olanın kaçınılmaz kaderi, eski olan tarafından eleştirilmektir. 1800'lerin sonundan 1917 Ekim devrimine kadar Rusya'da yaşanan sınıf mücadelesinde eski ve yeni arasındaki çatışma her zaman gündemdeydi. Lenin'in marksist oluş süreci başlı başına yeni ve eski arasındaki çatışma sürecidir. Rusya'da tüm devrimcilere ilham veren Narodnik hareket, tüm yeni kuşak aktivistleri etkiliyordu.
Sosyalizmin işçi sınıfının kendi eseri olduğu temel tezi üzerinde yükselen marksizm, Rusya'da, Nardonik hareketle mücadele ederek gelişti. Gizli örgütlenmeyi temel alan, suikast becerisi gelişkin olan, ütopik sosyalizm geleneğinden beslenen Narodniklerle tartışma kendi sorunları etrafında yürüttüğü mücadeleyi genel siyasal mücadeleye bağlamaya çalışan işçi hareketinin gelişimi açısından bir zorunluluktu.
Yeni olan işçi hareketi ve marksizmdi ve Lenin tercihini, yeni ve devrimci olandan yana yaptı.
Yeni olana açık olmak, yeninin gelişmesi için imkanlar yaratmak ve yeni hareketten öğrenmek, Lenin'in en belirleyici özelliklerindendi. Harekette saf bir komünizm aramayan, hareketi çelişkili ama devrimci bir yapı olarak görme yeteneği, özelikle 1905 Rus devrimi sırasında ortaya çıkan "sovyet" tartışmasında belirgin bir biçim aldı. İşçilerin grev komitelerinden çarlığa karşı ayaklanmayı örgütleyen doğrudan demokrasiye dayalı yapılara dönüşen bu örgütlenmeler, bir çok Bolşevik Parti üyesi tarafından görmezden gelinir ya da açıkça kınanırken, Lenin, sovyetin, işçi hareketinin mücadele içinde geliltirdiği öz yönetim organları olarak işçi partisinden tüm farklı yanlarını açıkça analiz etti. Lenin sovyette bir işçi devletinin tohumlarını gördü.
Ama başarı sadece hareketin teorik analizini yapmakta olamaz. 1905 devrimi, Lenin'in hareketten nasıl öğrendiğini gösteren örgütsel önlemlere de yol açtı. On binlerce işçi sokaklarda, grevlerde, dire-nişlerde değişirken, Bolşevik Parti'nin yapısının devrimden önceki biçimini korumasını arzulayan muhafazakarlara karşı mücadele eden Lenin 1907'de şunu söylüyordu: "Biz geleceğin partisiyiz çünkü gelecek gençliğe aittir. Biz yenilikçilerin partisiyiz ve yenilikçilerin peşinden en candan gelenler her zaman gençliktir. Biz eski kokuşmuşluğa karşı fedakarca mücadele veren partiyiz ve gençlik her zaman fedakarca mücadeleyi üstlenenlerin başında gelir". (age, sf 198)
Bu satırları yazdığında Lenin 37 yaşındaydı ve Bolşevik Partinin çoğunluğu genç, çok gençti. Neredeyse Bolşevik Parti, yirmi yaşında gençlerin partisiydi denilebilir. (age, sf 197)

Ölü kuşakların hayaleti
Bolşeviklerle menşevikler arasında Rusya'da yüzyılın başında yaşanan bölünme eskiyle yeninin çatışmasına çok iyi bir örnek oluşturur. Rusya'da neredeyse tanınan tüm sosyalist yazarlar menşeviklerle tutum almışlardı. Bolşevikler gazetelerine yazı yazacak yazar bulmakta zorlanıyordu. Plehanov gibi Marksizm Rusya'ya taşıyan yaşlı kuşak, Lenin'in de ara-larında olduğu yeni ve müca-deleci kuşakla çelişiyordu.
Yeni olanın cesurca desteklenmesine bir başka örnek, Lenin'in 1917 Ekim devriminden sonra, tüm dünyada sosyal demokrasiden yaşadığı radikal kopuştur. Ekim devrimi tüm dünyanın çivisini çıkartmışken, eskiler, milliyetçileşen sosyal demokratlar hareketin önüne engel olmaya başladığında, Birinci Dünya Savaşı'na açık ya da örtülü onay verdiklerinde Lenin ve bolşevikler eskiyle tüm bağlarını koparttılar.

Hayaletten kaçış yok
Kuşkusuz koşullar çok farklı. 1900'lerin Rusya'sında değiliz. Ama bir şey var ki, o hep aynı. Eskiyle yeni çatışmaya devam ediyor.
Yeni olan, ezberleri bozarak, milliyetçiliğe meydan okuyarak, tüm ezme ezilme ilişkisinde ezilenlerden yana saf tutarak, seçim kampanyası boyunca ilk adımlarını attı. Tüm Türkiye'nin kendi dar grup dünyasında yaşayanlar dışında tüm Türkiye'nin gözünün, Baskın Oran ve Ufuk Uras kampanyalarında olmasının nedeni buydu. Bugüne kadar sayısız kampanyada bir araya gelen, çok sayıda deneyim biriktiren, savaşlara, ırkçılığa, yeni liberalizme, küresel ısınmaya karşı mücadele etme deneyimi taşıyan yeni bir hareket, seçim kampanyasında politik olarak nasıl şekillenebileceğinin de işaretlerini gördü.
Lenin'e, göre devrimci partinin yapması gereken ısrarla "siyasal gerçekleri teşhir" et-mektir. Bu teşhir, "Kapitalizme hayır" ve "Yaşasın işçi sınıfı" denilerek yapılamaz. Bolşe-viklerin tüm faaliyeti Rusya'da ve dünyada yapılan haksızlıklara karşı kampanyalar yapmaktı.
DSİP'in, savaş, ırkçılık ve kapitalizm karşıtlarının, Uras ve Oran kampanyalarında yer almaları, her iki kampanyanın da "siyasi gerçekleri teşhir etme" yeteneğinden kaynaklanıyor.
Henüz yolun başındayız. Yolun sonunda olanlara, yeniye kızmak yerine, yeniden öğrenmek gerektiğini söylemek, ona katılmak, onunla birlikte gelişmekten başka bir devrimci yol olmadığını anlatmak dışında yapabileceğimiz bir şey yok.
Şenol KARAKAŞ


MedyaManyak
Yine köşe oligarşisi
Türk basınında köşeleri tutmuşları incelemeye bu yazıyla devam ediyorum… Geçen hafta köşe yazarı milletinin şu ortak özelliklerine değinmiştim: Aslında gereğinden fazla sayıda olmaları, sürekli aynı insanların yazması, egemen ideolojik hegemonyanın sözcüsü ve yeniden üreticisi olmaları, mevkilerini elde etmede ve kaybetmemede nepotizm/kayırmacılık ağlarından yararlanmaları, kalifikasyon (yetkinlik) yoksunu olmaları. Şimdi de köşemenlerin (bu lafı şimdi uydurdum) bu hasletlerini biraz detaylandırayım izninizle.
Batı gazeteleriyle karşılaştırıldığında bu memlekette gerçekten de bir köşemen enflasyonu var. Belli başlı gazeteler sayfa sayfa, sütun sütun köşe yazarı dolu. Fikirlerine önem verilecek insanlar olsalar gam yemem. Ama öyle olmadıkları için gam yiyorum. Bu enflasyonun yol açtığı çeşitli sorunlar var. Haberlere, yani basın emekçilerine, muhabirlere ayrılan yer daralıyor. Ekonomik rasyonalite açısından bakarsanız, yerine ilan alınsa daha fazla değer üretebilecek yerler berber sohbeti kalitesindeki yazılarla heba oluyor. Daha da kötüsü, bilhassa gazeteciliğin mutfağında yetişmiş köşemenler, artık genel yayın yönetmeni koltuğunda dahi oturuyor olsalar, bazen özel haber yapmaktan da geri durmuyorlar. Böylece hem muhabir denilen paryaların önemi azalıyor, hem de iyi haberci yetişmesinin önü kesiliyor.
Sürekli aynı insanlar yazıyor. Yıllar geçtikçe parya basın emekçilerinin dikey hareketliliği büsbütün zorlu hale geliyor. Köşeyi bir tutan bırakmaya yanaşmıyor (ona o köşeyi verenin de bir bildiği var herhalde). Mesela Hürriyet'in mevcut başyazarı 27 Mayıs darbesinden sonra Kurucu Meclis üyesi olduğunda babam 10 yaşındaydı. Babam şimdi 60'ına dayandı ama beyefendi bir kenara çekilip anılarını yazıyor değil hâlâ. Veya ben niye hâlâ Hasan Pulur'u, Rahmi Turan'ı okuyorum? Türkiye halkının eğitim ortalaması "ilkokul 4" olduğu için mi bize böyle bir seçki reva görülüyor?
Türkiye'de bir insanın köşemen edilmesinde meritokrasi kuralları işler diyecek babayiğit var mı aranızda? Neden bir genel yayın yönetmeni amigo-holigan karışımı damadını spor yazarı yapar da kimse "hop mop" falan demez? Güngör Mengi görmüş geçirmiş bir gazeteci olabilir, ama her Ruhat Mengi yazısı okuduğumda kendimi taksi şoförüyle siyaset konuşuyor gibi hissediyorsam ben mi çok müşkülpesent bir duruş göstermiş oluyorum? Veya kaç tane Radikal okuru "Hasan Celal Güzel'e bayılıyorum" der ki?
Gene bana ayrılan yeri ekonomik kullanamadım ve ideolojik hegemonya ve kalifikasyon eksikliği konularına değinemedim. Yok, benden köşe yazarı olmaz arkadaş…
Burak COP