Sosyalist İşçi 297 (14 Eylül 2007)

 

Sayfa 7 :



Viyana'da BM İklim Konferansı toplandı:
Bağlayıcı bir karar yok
"2020 için belirlenen hedef bağlayıcı değil, ancak bu hedefin konması, sanayileşmiş ülkeler için önemli bir uluslararası uyarı niteliğine sahip..." diye bitiyordu ümitli medyanın nezih haberleri. Tabii haber olarak yer alabildiği medyadan bahsediyor olmamız iyice iç karartıyor.
Viyana'da Birleşmiş Milletler İklim Konferansı'na katılan 158 ülkenin temsilcileri, "atmosferi kirleten ülkelerin, sera etkisi yaratan gazların salımını sınırlandırmalarının sağlanmasını" amaçlayan anlaşma imzalayıvermişti.
Eh bu durumda, 1990 yılı sera gazı emisyonlarına göre 2012 yılına kadar yüzde 5.5'luk azaltım öngören Kyoto Sözleşmesi beklenenden epey önce ömrünü tamamlamış mı oluyor? Cevap ne yazık ki hayır.

Kyoto geride mi kaldı?
Anlaşmanın hiçbir bağlayıcılığı yok. Yani, devletlerden "prestijlerini korumak üzere kısıtlamalara gitmesi gerektiğini hatırlatmak üzere bir uyarı." Anlaşmanın içeriği her ne kadar "sanayileşmiş ülkelerin gaz salımını 2020'ye dek, 1990'daki düzeyinin yüzde 25 ila 40'ı arasında azaltmış olmalarının sağlanmasını" hedefleyerek dünyada yaşamın devamı için gerekli olan hedefleri ıskalamış da olsa (yüzde 90 civarı) eğer gerçek olsaydı büyük bir adım olarak değerlendirilebilirdi.
Son dönemde iklim değişikliğini gözlemleyen bilim insanlarının çalışmaları herşeyin çok daha hızlı ve beklenenden de kuvvetli bir şekilde gerçekleştiğini ortaya koyuyor. Artık Guardian gibi görece saygın kabul ettiğimiz gazetelerde "bilim insanları şaşkınlıktan donakladılar" gibi manşetleri görmek vaka sayılmıyor. İklim değişikliğiyle ilgili geri dönülmez sınırı geçip geçmediğimiz bilimsel bir tartışma konusu. Yani iklimle ilgili "işler" iyi gitmiyor.
Öte yandan, çeşitli sebeplerle devletler arası bir mekanizmaya muhtaç konumdaki çözümü üretmesi gereken BM üyeleri, çözümden gittikçe uzaklaşıyorlar. Sorunun çözümüne dair arayışlar, yerini -yeni dünyadan pay kapma- paslaşmalarına bırakmadıysa da, bırakmak üzere...

8 Aralık'ta Bali'de iklim zirvesi toplanıyor
Bu yılın sonunda Bali'de toplanacak iklim zirvesinde alınacak kararların hayatiliği de yukarıdaki çakışmadan kaynaklanıyor. Devletlerin acilen Kyoto'dan daha güçlü adımlar atmasını sağlamak üzere toplanacak Bali Zirvesi sırasında gereken radikal kararların kabul edilmesi ihtimali gittikçe zayıflıyor.
Tüm dünyada iklim değişikliğine karşı önlem alınması için çalışan hareketleri çok kritik bir üç ay bekliyor. Aralık başında pek çok şehrin meydanlarında gerçekleşecek gösteriler herşeyi belirleyecek.
Hükümetler üzerinde gerekli baskıyı yaratacak boyutta kamuoyu yaratamamanın bedelinin çok ağır olması ihtimali sanırım ABD Ulusal Kar ve Buz Bilgi Bankası'ndan, önde gelen buz bilimcilerden Mark Sereeze'in, şu sözleriyle özetlenebilir: "Eğer birkaç yıl önce sorsaydınız, Kutbun tüm buzunun 2100, en kötü ihtimalle 2070'de biteceğini söylerdim. Ancak artık 2030 tarihinin gayet gerçekçi olduğunu düşünüyorum... Gerçekten şaşırtıcı, uçurumdan yuvarlandık ve hala buz kaybediyoruz."
Avi Haligua



AB “reform anlaşmasına”
kanmayın

Son bir kaç yılın ender demokratik anlarını 2005 Mayıs ve Haziran aylarında, Fransa ve Hollanda’da Avrupa Anayasası’nın referandumlarla reddedildiği günlerde yaşadık.
Bütün Avrupa’da politikacılar ve egemen sınıflar tarafından desteklenen Anayasa’nın reddedilmesini sağlayan oylar gerçek bir halk hareketinin sonucudur. Ve hayır oyunu sağlayan bu hareketler esas olarak radikal sol tarafından yönlendirilmiştir. Reddedilen Anayasa Avrupa Birliği’nin (AB) ekonomi politikasına yeniliberalizmi sokacaktı.
Bu demokrasi patlaması Avrupa’nın egemenlerine büyük bir sorun yarattı. Dolayısıyla AB’nin Haziran ayındaki son zirve toplantısı Anayasayı bu kez “reform anlaşması” olarak tanımladı ve halk oylamasına sunmamaya karar verdi.
Reddedilen Anayasa’nın mimarı Valéry Giscard d’Estaing yeni pakate sadece daha kolay yutturulabilmesini sağlayan kozmetik değişiklikler yapıldığını söylüyor.
Fransız anti küreselleşme hareketinin temel örgütü Attac’tan Pierre Khalfa’nın söylediği gibi yeni anlaşma birçok açıdan daha kötü.
Mesela, Katolik Kilises,’nin bütün çabalarına rağmen Anayasa’da Hristiyanlığa referans yoktu ama anlaşma Avrupa’nın “dini geleneği”nden bahsediyor.
Bu iki nedenle kabul edilemez birşey. Birinci olarak kilisenin ve devlket işlerinden ayrılmasını savunan laikliğe aykırı.
İkinci olarak ise gelenek Hıristiyan olduğuna göre başta Müslümanlar olmak üzere hristiyan olmayan herkesi ikinci sınıf yurttaş yapmaktadır.
Anlaşma’nın bu maddesi Türkiye’yi AB’den dışlamaya çalışan Nicolas Sarkozy’nin değirmenine su taşımaktadır.
Daha da öteye Khalfa’nın açıkca gösterdiği gibi reform anlaşması Anayasa gibi AB’yi, ABD’nin yanı sıra dünya yeni liberal imparatorluğu’nun merkezi yapmaya çalışmaktadır.
Anlaşma “uluslararası ticaret ve doğrudan yabancı yatırımlar üzerindeki bütün sınırlamaları kaldırmayı” hedeflemektedir.
Örneğin, ABD Merkez Bankası aynı zamanda tam istihdamı da sağlamakla görevliyken Bağımsız Avrupa Merkez Bankası sadece enflasyona karşı mücadele ile görevli olacak.
Reform anlaşması seçilmemiş bir organ olan Avrupa Komisyonu’na tüm kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi yetkisini veriyor. Ve AB’nin NATO sorumluluklarını tanıyor ve yenilenmişl bir Atlantik Anlaşması öneriyor. İmzacılar daha fazla sınır ötesi görev öngörerek askeri yeteneklerini buna göre arttırmayı ve “terörizme karşı mücadeleye katılmayı” kabul ediyorlar.
Dolayısıyla aslında reform anlaşmasının halk oylamasına sunulması gerekiyor ve Haziran toplantısı tam da bu nedenle Anayasa’nın cesedinden bu anlaşmayı çıkardı.
Reform anlaşmasının referanduma sunulması şansı herşeye rağmen var ve en azından bir ülkede reddedişebilir. Anlaşma ancak üye 27 ülkenin hepsinin onaylaması ile yürürlüğe girebilecek.
Alex Callinicos


Menemen’de KEG çalışmaları
7-8-9 Eylul tarihlerinde duzenlenen İzmirMenemen şenliklerinde İzmir KEG 8AA standı açtı. Aliağa'da yapılması planlanan termik santralle karşı da imza toplandı. 8 Aralık’ta Ankara’ya çağrı yapan yüzlerce bildiri ve KEG bülteni dağıtıldı.
EGECEP'in düzenlediği “Küresel Isınma, hava kirliliği ve kireç ocakları” konulu panelde söz alan KEG aktivistleri Kyoto Ptorokolü’nü imzalamanın önemini vurguladılar, herkesi 8 Aralık'ta Ankara'da olmaya çağırdılar.
Şenlik sırasındabir çok öğrenci ve öğretmenle tanışan KEG aktivitleri bir çok küresel ısınma toplantıları gerçekleştirmeyi planlıyor.


İsrailli Naziler nereden çıktı?
İsrail'de ortaya çıkarılan neo-nazi örgütlenmesi herkesi şaşırttı. Hitler tarafından milyonlarcası katledilen Yahudilerin arasından nasıl bir Nazi örgütlenmesi çıkar? İsrailli gençler nasıl oldu da katillerinin simgesi gamalı haçı, Kavgam'ı sahiplendiler?
Olay şaşırtıcı gibi görünse de ne İsrail nazizmden bağışık ne de başka yerler faşizmden. Çünkü faşizm kapitalizmden kaynaklanıyor. İsrail kapitalist bir devlet ve ırkçılık korsan devletin temeli. Her ikisi de faşizmin üreyebileceği koşulları yaratıyor.
İsrail'e özgün bir faşizm aramak da gerekmez. Türk faşistleri nasıl Hitler'i temel alıp, onun fikirlerini anlatan Kavgam'da kendilerini buluyorsa umutsuz İsrailli lümpenler de aynı yerden esinleniyor. Almanya'nın işsizleri ve orta sınıfları öfkelerini nasıl Yahudilere yönelttilerse, İsrailli neo-naziler de aynı şeyi yapıyorlar ve öfkelerini ırkçılıkla çıkarıyorlar.


sosyalist işçi ne savunuyor?
Aşağıdan sosyalizm
-Kapitalist toplumda tüm zenginliklerin yaratıcısı işçi sınıfıdır. Yeni bir toplum, işçi sınıfının üretim araçlarına kolektif olarak el koyup üretimi ve dağıtımı kontrol etmesiyle mümkündür.

Reform değil, devrim
-İçinde yaşadığımız sistem reformlarla köklü bir şekilde değiştirilemez, düzeltilemez.
-Bu düzenin kurumları işçi sınıfı tarafından ele geçirilip kullanılamaz. Kapitalist devletin tüm kurumları işçi sınıfına karşı sermaye sahiplerini, egemen sınıfı korumak için oluşturulmuştur.
-İşçi sınıfına, işçi konseylerinin ve işçi milislerinin üzerinde yükselen tamamen farklı bir devlet ge-reklidir.
-Bu sistemi sadece işçi sınıfının yığınsal eylemi devirebilir.
-Sosyalizm için mü-cadele dünya çapında bir mücadelenin parçasıdır. Sosyalistler başka ülkelerin işçileri ile daima dayanışma içindedir.
-Sosyalistler kadınların tam bir sosyal, ekonomik ve politik eşitliğini savunur.
-Sosyalistler insanların cinsel tercihlerinden dolayı aşağılanmalarına ve baskı altına alınmalarına karşı çıkarlar.

Enternasyonalizm
-Sosyalistler, bir ülkenin işçilerinin diğer ülkelerin işçileri ile karşı karşıya gelmesine neden olan her şeye karşı çıkarlar.
-Sosyalistler ırkçılığa ve emperyalizme karşıdırlar. Bütün halkların kendi kaderlerini tayin hakkını savunurlar.
-Sosyalistler bütün haklı ulusal kurtuluş hareketlerini desteklerler.
-Rusya deneyi göstermiştir ki, sosyalizm tek bir ülkede izole olarak yaşayamaz. Rusya, Çin, Doğu Avrupa ve Küba sosyalist değil, devlet kapitalistidir.

Devrimci parti
-Sosyalizmin gerçekleşebilmesi için, işçi sınıfının en militan, en mücadeleci kesimi devrimci sosyalist bir partide örgütlenmeli-dir. Böylesi bir parti işçi sı-nıfının yığınsal örgütleri ve hareketi içindeki çalışma ile inşa edilebilir.
-Sosyalistler pratik içinde diğer işçilere reformizmin işçi sınıfının çıkarlarına aykırı olduğunu kanıtlamalıdır. Bu fikirlere katılan herkesi devrimci bir sosyalist işçi partisinin inşası çalışmasına omuz vermeye çağırıyoruz.