Sosyalist İşçi 298 (21 Eylül 2007)

 

Sayfa 6 :


Kapitalizm ve eğitim
Hayatımızın en az 12 yılını öğrencilik yaparak geçiriyor- uz, üniversiteye gidebilecek kadar şanslıysak bu rakam 16 yılı buluyor. Kendimizi yeni yeni tanımaya başladığımız yıllarda, hemen üniformalar ya da önlüklerle kendimizi bir okulun kapısında buluyoruz: "Türküm, doğruyum, çalışkanım". Henüz ilköğretimin sonuna gelmeden yarış başlıyor, ilk sosyalleşmeye başladığınız mekan, arkadaşlarınızla kıyasıya rekabete zorlandığınız bir yarış pisti haline geliyor.
Gerçek anlamda bir şeyler öğrenebilmek ise neredeyse imkansız çünkü yarışta öğrenmeye zamanınız yok, ezberlemek daha kolay, sistemin de işine böylesi geliyor zaten, tabii ezber yaparken Türklerin hiç bir savaştan yenilgiyle çıkmadığını, kahramanca savaştıklarını, en fazla "geri çekilmek zorunda kaldıklarını" da unutmamalısınız.
Bunları ezberleyip "fikri hür, vicdanı hür" bir öğrenci olarak liseye geçtiğinizde ise üniversitelere girebilmek için yarış sertleşiyor, mali durumu el- verenler ise ellerinde avuçlarında ne varsa dershanelere veriyorlar.
Üniversiteye girince de iş bitmiyor, farklı şehirlere giden öğrencilerin barınma, sağlık, kitap gibi bir çok ihtiyacın giderleri yoksul ailelerin karşılayamayacağı kadar fazla. Parasız denilen, devlet üniversitelerinde bile harç ödemek zorundasınız, bunun yanında bir çok üniversitede uzun süredir kanunsuz bir şekilde olsa da bütün öğrencilerden katkı payı alınıyor. Kıt kanaat geçinip, bunları da karşılayabilirseniz "vatana hizmet et- meye hazır" bir işsiz ya da işçi oluyorsunuz. 16 yıllık öğrencilik, işçi sınıfından gelenler ve yoksullar için çoğunlukla böyle geçiyor.
Karl Marks, topluma egemen olan fikirlerin egemen sınıfın fikirleri olduğunu söylüyordu. Kuşkusuz eğitim, burjuvazinin fikirlerini egemen kılmak ve sistemin devamlılığını sağlamak açısından elinde bulundurduğu en önemli araçlardan bir tanesidir. İşte bu yüzden her sabah tek tip kıyafetler içinde, henüz ne olduğunu anlayamayacak yaştayken bayrak törenlerine katılırız, işte bu yüzden bize sürekli; yaşıtlarımızla, arkadaşlarımızla, tüm dünyayla rekabet halinde olduğumuz öğretilir.

Eğitim işlevi
Kapitalizm içinde eğitimin bir diğer işlevi de gereken nitelikli iş gücünü üretebilmektir. Bu yüzden verilen eğitim, hayatın gerçeklerinden çok piyasanın gerçekleri ile uyum halindedir; egemen bir anlayış sürekli pompalanmakta ya da bir takım teknik bilgiler hiçbir toplumsal bağlam içine oturtulmadan verilmektedir. Bu şekilde herkesin sistem içindeki görevini sorgulamaksızın kabul etmesi hedeflenmektedir. Eğitimin, kapitalizm içindeki bütün ideolojik işlevine rağmen, her insanın en temel haklarından biri kabul edilmesi gerektiğini unutmamak gerekir.
Tabii kapitalizmin her alanda yarattığı eşitsizlik eğitimde de derin biçimde kendisini gösterir. Bir çok çocuk daha ilköğretim çağında çalışmaya başlamaktadır, parası olanlar özel okullarda farklı bir eğitime tabii tutulurken, parası buna yetmeyen ezici bir çoğunluk zor koşullarda öğrenim görmektedir. Bu eşitsizlikler, neoliberal politikalarla gitgide derinleşmektedir.
Eğitim-Sen'in "2007-2008 Öğrenim Yılı Başında Eğitimin Durumu" başlıklı raporuna göre okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretimde yaklaşık 5 milyon çocuk ve genç eğitim hakkından yararlanamamakta. Özel dersler, servis ücretleri ve etüdler sayılmadığında bile bir ailenin, öğrencinin eğitim-öğrenim hayatı boyunca yaptığı harcama 50 bin YTL'yi bulmakta.
Eğitime bütçeden ayrılan pay da neoliberal politikalarla gitgide azalmakta ve eğitim alanı, emekçilerin suratına inen bir tokat olan piyasanın "görünmez eli"ne terkedilmektedir. Tabii bu süreçte eğitim emekçilerinin de örgütsüzleşmesi sağlanmaya ve her tür demokratik, kamusal denetimden yoksun, "bırakınız yapsınlar"cı bir eğitim sistemi hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Üniversiteler, neoliberal politikalardan etkilenen kurumların başında gelmektedir. Çoğunluğu işçi sınıfı ya da yoksul ailelerin çocuklarından oluşan üniversite öğrencileri de git gide piyasanın insafına terkediliyor. Bir çok ülkede ardarda öğrencilerin sosyal kazanımlarını biçmek isteyen yasalar geçirilmeye çalışılıyor. Türkiye'de öğrencilerin tek sağlık güvencesi olan medikolar kapatılmaya çalışılıyor. Bir çok öğrenci henüz okurken çalışmak zorunda kalıyor. Bu sistemde üniversite bitirenleri de çok parlak bir gelecek beklemiyor, mezun olanların büyük bir kısmı ya devasa işsizler ordusuna katılıyor ya çok düşük ücretlerle ve güvencesiz çalışmaya mahkum oluyor, biraz daha şanslı olanlar ise nitelikli işgücü olarak, çoğunlukla beyaz yakalı işçi sınıfının bir parçası oluyor.

Öğrenciler hangi sınıfın üyesi?
Bütün bu koşullara rağmen, öğrencilerin de tıpkı işçi sınıfı gibi bir sınıf olduğu yanılgısına düşmemek gerekir. Öğrenciler, üretim sürecinin herhangi bir parçası olmadıkları için bir sınıf sayılamazlar. Öğrencilerin, küçük burjuvazinin ya da işçi sınıfının bir parçası olduğu yönündeki bütün argümanlar saçmadır. Öğrencilerin büyük bir çoğunluğu, işçi sınıfı ailelerinden gelmesine, mezun oldukları zaman bu sınıfa mensup olacak olmalarına rağmen, orta ve üst sınıf ailelerden gelen bir çok öğrenci de mevcuttur ve bu öğrencilerin bir çoğu mezun olduklarında yeni orta sınıfın bir parçası olurlar. İngiliz Marksist Chris Harman'ın dediği gibi: "Öğrencilerin günlük deneyimi, işçi sınıfından gelenlerininki bile, sömürü değil, üretim sürecinde emek harcamak değil. Onların sorunu, her öğrencinin sınav denilen at yarışı hakkında endişelenmesi ve bunun yarattığı yabancılaşma, anlamsız atomizasyon ve parçalanma."
Öğrenciler bir sınıf olmamalarına rağmen, kitlesel mücadelelerin motor gücü olabildikleri ve bu mücadeleler içinde radikalleştikleri bir gerçektir. Son yıllarda Fransa, Yunanistan ve Şili'deki öğrenci hareketleri bunu gösterdi. Türkiye'de de savaş karşıtı hareket, ve neo-liberalizm karşıtı hareket içinde liseli ve üniversiteli gençler ağırlıkta. Dünyadaki küresel antikapitalist hareket genç bir hareket, gücünü buradan alıyor.
Yeni bir alternatif bu hareketin içinden çıkacaktır, eğer öğrencilerin dinamizmi, işçi sınıfına moral vererek harekete geçerse 1968'de olduğu gibi dünyayı değiştirme şansı doğacaktır.
Can Irmak Özinanır


İsrail’de yaşayan gençler nasıl Nazi oldu
"Nazi Eli" diyor ki: "Asla vazgeçmeyeceğim. Ben bir Nazi'ydim ve hepsini öldürene dek yorulmadan Nazi olacağım... Büyükbabam yarı Yahudi bir oğlandı. Çocuk sahibi olmayacağım, böylece az da olsa Yahudi kanına sahip bir pislik doğmamış olacak." Bu ve buna benzer cümleler geçen haftadan beri gazetelerden eksik olmuyorlar. Ama herkes hayretler içinde. Sanırım şaşırtıcı olan, bu sefer ki Nazilerin İsrail'de yaşayan Yahudiler olmaları. Hani, "anasını-babasını kesti" manşetli üçüncü sayfa haberleri gibi.
Bu noktada, Yahudi Naziler'in nasıl varolduğunu anlamak için belki de kimlik tanımları üzerine bir kez daha düşünmek gerekiyor. Öncelikle, Yahudi diyerek, çerçevesi insanlık içinde alt bir küme oluşturan, diğerlerinden ayrılabilen bir grup oluşturduğunuzu görmelisiniz. Bu mantık sizi dış çevreden, diğerlerinden koruyabilir, zayıf düştüğünüzde sizi kollayabilir, aç kaldığınızda size iş bulabilir. Ancak bazı karmaşık yan etkilerden de bahsetmek aynı derece kolaydır. Eğer fabrika sahibiyse, cemaatinden insanlara iş vermesi, bakkalsa cemaatinden olanın borç kredisini daha yüksek tutması, kan dökücüyse ırkının düşmanlarına yönelmesi beklenir. Pozitif ya da negatif (çağın ruhuna göre) milliyetçilik bu mantıkla işler. "Bizi" kolla, "ötekinin" rekabetini savuştur..
Tabii durum biraz daha çetrefilli ve her zaman olduğu kadar sıradan. Irklar-milliyetler üzerine kurulu bir dünyanın vazgeçilmez parçası olan, "zinde kuvvetlerin" karşıtını doğurması, üstelik işgalin çürüttüğü bir toplumda kaçınılmazdır. Çöken Sovyetler'den kaçan pek çok "Rus –(İsrail'de böyle tanımlanıyorlar)" için bu deneyim sarsıcı ve yıkıcıydı. Çoğu, İsrail şartlarının altında maaşlarla tem- izlik işlerinde, fedailikte ve işgal bölgesinde ön cephede çatışmaya zorlandılar. Gençleri, çetelerin vazgeçilmez üyeleri haline geldiler. 2003'te çocuk suçluların %14'ünün bu gençler (Rus) arasından çıktığı, dışlanmışlık ve ümitsizliği derinden yaşayan "ötekilerin" bir vatandaşlık bulmuş olmanın minnettarlığıyla hareket etmediği bir yerin ilginç yanı olmaması haberlerde bu kısmın görülmesini engellemiş olabilir mi? Ümit ederim öyledir.
Yediot Aharonot gazetesine konuşan bir öğretmen şöyle diyor: "Bu gençler muhtemelen hayal kırıklığı ve yoksunluğun öfkesiyle hareket ediyorlar." Sorunlu, örgütlü suça bulaşmış, edinemediğinden güce tapan, horlanan ve ümitsiz gençlerin cephelere sürülüp canavarlaştırıldığı heryerde yaşanan sıradan bir durum. Mekan ve zamana ait bilgileri, kim kime vurmuş bilgisine sarığ attığımızda -neredeyse bildiğimiz, "bizden" bir hikaye. Irk-millet egemenliği üzerine kurulu sistemler birilerini dışlayarak varolur. Kendi ötekilerini yaratarak güç kazanırlar. Üstelik sürekliliği olan bir askeri "ihtiyaç" varsa toplumun en korktuğu, şiddetle sakındığı herşeyi gözünün önünde, "içeriden" görmesi bu sistemlerin cilvesidir. Manyaklar, sapıklar, faşistler her zaman olacak, onları yaratan, yaşama şansı veren, güçlendiren, haklı çıkaran bu sistem devam ettiği sürece daha çok şaşıracağız. (Bu yazı yazıldığında İsmail Türüt'ün ırkçı şarkısının haberleri henüz gazetelere düşmemişti. Yazının konuyla hiç bir şekilde bağlantısı bulunmamaktadır...)
Avi HALİGUA


Sosyalizm hakkında daha fazla şey
Merhaba, gazetenizi ilgiyle okuyorum. Sosyalizm, dünyada sosyalistlerin katıldıkları mücadeleler ve deneyler hakkında daha çok makaleye yer vermeniz çok iyi olur. Mücadeleye katılan bir çok yeni insan gibi ben de geniş bir sosyalist bakış açısına ulaşmak istiyorum. Bu konuda okuma önerileri ve kitap tanıtımlarına da gazeteniz sayfalarında yer verebilir misiniz?
Kadir Mutlu


Haksızlık o kadar çok yerde ki
Küresel ısınma, savaş ve ırkçılık gibi sorunları işliyorsunuz. Bence bir çok haksızlık yaşadığımız alanda, çalıştığı-mız işyerinde, yürüdüğümüz sokakta gerçekleşiyor, asıl mücadeleleri bu noktada vermek gerekiyor. Eğer aktivistler her gün yürüdükleri caddede belediyenin birilerini zengin etmek için iki hafta da bir kaldırım değiştirmesine karşı kampanya yapar, oranın sakinlerinin imzasını toplar ve orada eylem yaparsa bir sonuç alması mümkündür. Evet, kazanımlara ihtiyacımız var, ben büyük kazanımların küçük kazanımlardan geçtiğini düşünüyorum.
Saniye Hozatlı


Nükleer hakkında daha çok bilgi
AKP'nin enerji sorununa çözüm için nükleer santral yapma girişimi tam bir felaket. Ancak bir çok yalanla insanların akıllarını karıştırıyorlar. Nükleer "güvenlidir", "ucuzdur", "bak Avrupa nükleer kullanılıyor" lafları benim ilk aklıma gelirler. Gazeteniz bu konuda daha fazla bilimsel çalışmaya yer verirse, bilmemiz ve insanları ikna etmemiz daha kolay olur.
Aslı Maytan