Sosyalist İşçi 302 (17 Kasım 2007)

 

Sayfa 3 :


Telekom işçileri:
Baskılara rağmen grev devam ediyor

Türk Telekom grevi uzun bir sessizlikten sonra gelen ilk grev. Grevci işçiler üzerinde ağır bir baskı var. Buna rağmen grev sürüyor.
Türk Telekom işçilerinin kazanması çok önemli. Çünkü onlar adeta karanlığı yırtıyorlar, ses- sizliği bozuyorlar. Bu nedenle de baskı ile karşılaşıyorlar.
Birçok yerde polis grevci işçileri “sabotajcı” diye göz altına alırken birçok yerde de taşeron firma işçileri polis desteği ile telekom hatlarını tamir ediyorlar. Bu aslında bütünüyle yasadışı bir uygulama.
Türk-İş yönetimi tüm konfederasyonun Telekom işçileri için harekete geçebileceğini söyledi. Bu çok önemli bir mesaj. Gerçekleşmesi için Türk-İş ve diğer sendika yöneticilerine baskı yapmak gerekiyor.

3 Kasım:
Bu bir ilk adım

3 Kasım günü TTB, TMMOB ve KESK’in çağrısı ile gerçekleşen yürüyüş bir süredir sokaklarda var olan milliyetçi havaya iyi bir cevap oldu..
Gösterinin en önemli özelliği yürüyüş çağrısını yapan üç meslek örgütünün gösteriye yoğun katılımıydı. Özellikle de KESK ve Eğitim Sen kortejleri çok kalabalık ve canlıydı.
3 Kasım gösterisi bir kere daha gösterdi ki sokaktaki milliyetçi göstericiler aslında küçük bir faşist güruhtur. Toplumun büyük çoğunluğu barışçı bir çözüm bekliyor.

Yeni anayasa
Bilinmez geleceğe ertelendi

Seçimlerin hemen ardından AKP yeni bir anayasa çıkarılması tartışmaları başlattı. AKP anayasasının nasıl birşey olacağı tam olarak açıklanmadı, ama ortaya çıkan yanları ile var olan 12 Eylül anayasasından daha ileri olduğu açık. Bu nedenle 12 Eylül’den yana olan tüm güçler ve milliyetçi histerinin, kemalist gürültünün etkisi altındaki sol AKP’nin anayasa adımlarına karşı çıktılar.
AKP anayasasının işçi ve emekçilerin anayasası olmayacağı açık ama 12 Eylül anayasasına göre daha ileri bir hukuk metni olacağı da açık.
Sosyalistler yeni anayasa tartışmaların a ktif olarak katılmak ve bu arada emeğin taleplerini dillendirmek durumunda.
Ne var ki yeni anayasa tartışması bir süredir gündemden düşmüş durumda. Şimdi basın esas olarak Kürt düşmanlığı yapıyor. Anayasa gündem dışına itilmiş durumda.
Eğer AKP geri adın atmazsa bir süre sonra yeniden gündeme geldiğinde sosyalistler hazırlıklı bir biçimde bu gündeme müdahale etmeli ve bu tartışmayı emeğin taleplerinin formüle edildiği, emekçi yığınların kendi taleplerini dillendirmek için harekete geçtiği bir sürece dönüştürmelidir.


Kürt halkına, DTP'te dokunmayın!
TBMM korsan devlet İsrail'in başbakanını ağırladı. Böylece Türkiye israil'le Filistin arasında barış köprüsü kurduğunu iddia ediyor. Bir yandan barış köprüsü kurduklarını iddia edenler diğer yandan "savaş" çığlıkları atıyorlar.
İsrail'e barış, Kürtlere savaş!
İsrail başbakanı mecliste ağırlanıyor, DTP milletvekilleri ise meclisten atılmak isteniyor.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, DTP'li miletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını önerdi.
CHP ve Deniz Baykal, Irak'a yönelik operasyonun acilen başlatılması gerektiğini beyan etti.
Başbakan Tayyip Erdoğan, kısa bir üsre içinde sınırötesi operasyonun halledeileceğini söyledi.
Medya ise haftalar önce başlattığı linç girişimine devam ediyor. Bir çok büyük gazetenin köşe yazarının kaleminden kan damlıyor.
Bütün bu sert ortam içinde faşistlerin açıklaması sorunun özüne işaret ediyor. Artık tartışılan, sadece Türkiye'nin sınırötesi operasyon yapıp yapmayacağı değil. Bugün tartışılan, Kürt sorununda hangi adımın tercih edileceği. Kürt halkıyla savaşmaya devam mı edilecek yoksa sorunun çözümünde devlet siyasal-barışçıl yönetmler mi izleyecek?
Çok açık ki, sınır ötesi bir operasyon, aynı zamanda sınır içi bir operasyon anlamına da gelecektir. Bu operasyonun hedefinde ise Kürt hareketinin meşru, siyasal ve bugün mecliste bulunan temsilcisi DTP yer alıyor.
Bu yüzden DTP'nin yeni Genel Başkanı ve özellikle kadın milletvekilleri hakkında karalama dolu haberler gazeteleri ve televizyonları kapladı.
Bu yüzden, DTP'li milletvekilleri meclise girdiğinden beri en çok, "PKK terörist mi değil mi?" sorusuna muhatap oluyor. Sanki bu soruya DTP'li milletvekilleri "Evet" yanıtını verdiğinde Kürt sorunu çözülemecekmiş gibi.
Önümüzde, simgesel bir sınırötesi "operasyon" ya da Kuzey Irak Kürt yönetimiyle de çatışmayı göze alan daha vahim bir savaş riski gibi olasılıklar duruyor. Tayyip Erdoğan'ın Bush'la yaptığı görüşme, Türkiye'nin Barzani ve Talabani güçleriyle kapsamlı bir savaşa girmesinin imaknsız olduğunun altını çizdi. Bu durumda, hükümet, MHP, CHP ve askerin basıncıyla daha simgesel bir harekata kalkışabilir.
Açık ki, sınır ötesi operasyon ne kadar simgeselse, sınıriçi DTP üzerindeki terör, karalama ve yıldırma kampanyası o kadar şiddetli olacak.
Hatta, denilebilir ki, tezekereye bağlı bir sınırötesi operasyon yapılmasa bile, AKP hükümeti, faşistler ve CHP DTP'nin üzerine gitmeye devam edecekler. DTP'nin meclisteki varlığına yönelik, Kürt hareketinin düşünce, basın, gösteri yapma ve örgütlenme özgürlüklerine yönelik baskılar artırılacak.
Bu yüzden bugün halkların kardeşliğini savunmak çok önemli.
Bu yüzden bugün "sınırötesi operasyona hayır" demek çok önemli.
Bu yüzden bugün DTP'ye sahip çıkmak çok önemli.
Bu yüzden bugün Kürt halkının özgürlüklerini savunmak çok önemli.
Bu yüzden bugün Kürt sorunun siyasal çözümünü savunmka çok önemli.
KESK, TMMOB ve TTB'nin 3 Kasım'da Ankara'da düzenlediği miting bu yüzden çok önemliydi. On binlerce insan, emekçiler, gençler, kadınlar, "Barış istiyoruz, operasyona hayır!" diye bağırdılar.
Çünkü, tüm açıklığıyla ortada ki, Kürt hareketine yönelik savaşçı tutum, DTP'nin haklarını kısıtlamaya yönelik baskılar, tüm demokratik kazanımlara yöneliktir.
Bugün DTP'li milletvekjillerinin dokunulmazlığını kaldıracak cüreti gösterenler, bunu bir tartışma konusu yapmaya cesaret edenler, yarın sokaklarda aklımıza gelen her türden kazanıma saldırmaya da cesaret edebilirler.
3 Kasım buzdağının görünen kısmıydı. Biz çok daha kalabalığız.
Bugünün görevi, bu kalabalığa güven verecek, sokağa çıkma cesareti kazandıracak, yeni 3 Kasımları örgütlemektir.


Arat Dink kaçıyor mu?
Hrant Dink'in oğlu Arat Dink'in Türkiye'yi terk edip Avrupa'ya yerleşmeye gittiği yönünde haberler çıktı. Milliyet'e göre Arat babası gibi direnememiş, aldığı ceza da işin tuzu biberi olunca ülkeyi terk etmişti. Haber, güya ülkeyi terk eden Arat Dink’i kaçmakla suçluyordu.
Sonradan yalan haber olduğu ortaya çıktı. Arat Dink ile Agos Gazetesi'nde yapılan bir röportaj bunu en açık şekilde kanıtladı.
"Şu an Türkiye'deki pek çok genç, yaşamına bu ülkede devam etmekle ilgili kaygılar taşıyor. Yurtdışında yaşamak konusunda, genç bir Ermeni olarak ne düşünüyorsun?",
"Böyle bir şeyi hayatım boyunca hiç düşünmedim, hiç istemedim. Elbette, bu ülke dışında yeni bir hayat kurma planları yapan arkadaşlarım oldu. Ama kendimle ilgili böyle bir düşüncem hiç olmadı. İnsanın doğduğu ortama bağlı bir canlı olduğunu düşünmüşümdür hep. İnsan, "Hayatımı nerede kurayım?" gibi bir düşünceyle baş başa kalmamalı, bulunduğu yeri güzelleştirmeyi amaçlamalı. Bu amaçla üretmeli ve kendinden sonrakilere daha iyi bir yer bırakmaya uğraşmalı. Şu andan itibaren de ülkeyi terk etmek isteyecek en son genç ben olabilirim, çünkü birçok olumsuzluğa rağmen burada kalmayı tercih etmiş koca bir örnek var önümde. O örnek bana herkese verdiğinden daha fazla ilham veriyor. Türkiye'nin bizim için iki çıkış kapısı var: Biri babamın geçtiği kapıdır. Diğeri de, "Eğer gitmek zorunda kalırsam geçeceğim" dediği kapı, yani Der Zor yoludur."*
Diyelim ki haber doğruydu ve Arat korkup ülkeyi terk ediyordu. Bunda 'suç' onun mudur yoksa onu ayrılmak zorunda bırakan 'millici' güçlerin mi? Ülkede bir nefret iklimini baskın kılmaya çalışan ve 'ya sev ya terk et' ırkçı sloganını bile, söz konusu olan Ermeniler olduğunda, yeterli bulmayıp 'ya öl ya terk et'e çeviren devlet destekli silahlı zihniyet karşısında 'kaçmak' kadar doğal bir davranış olamaz. Ama Arat babasının izinden mücadelesini sürdüreceğini zaten söylü-s yor.
Arat'ın, Ermenilerin, azınlıkların, hepimizin rahatça yaşayabileceği bir Türkiye, ırkçılığın ve milliyetçiliğin yenilmesiyle mümkün. Hrant Dink cinayeti aydınlatılmadan ve sorumluları cezalandırılmadan bu noktaya ulaşmak mümkün değil.
* 'Der Zor' 1915'te Osmanlı'nın Ermenileri sürdüğü Suriye'nin bir çöl bölgesidir. Osmanlı'nın Suriye'den bölge hakkında istediği rapora verilen cevapta bölgede "insan yaşayamaz" deniyordu. Raporu alan Osmanlı, Ermenileri o bölgeye doğru sürdü.
Cengiz ALĞAN


Agos’a elini uzat
Agos gazetesi baskı altında. Gazetenin Sahibi Sarkis Serokyan ve Yazı İşleri Müdürü Arat Dink mahkum oldular.
Agos gazetesi ayrıca Şükrü Elekdağ tarafından açılan bir davadan dolayı para cezasına mahkum edildi. Agos dostları şimdi bu para cezasını ödemek için Agos’a destek oluyorlar. Şükrü Elekdağ’a hepsi madeni 1 YTL’lerden oluşan miktar verilecek.
Agos’a dönük baskılara karşı en iyi yanıt Agos okumaktır.
Eğer bayinizde yoksa Agos’u istetin ve her hafta alın. Dağıtım şirketleri Agos’u yeterince iyi dağıtmıyorlar.