Sosyalist İşçi 302 (17 Kasım 2007)

 

Sayfa 4-5: Orta Sayfa


Nükleer enerji
üzerine palavralar


TBMM Türkiye’de 3 nükleer enerji santralı yapılmasına izin veren bir yasayı toplumda tartıştırmadan, bu konudaki tüm yaygın muhalefete rağmen alel acele kabul etti.
Yasanın kabulü sırasında muhalefette olan partiler iktidardaki AKP ile birlikte hareket ettiler.
Yasanın kabul edilişi sırasında nükleer lobisinin dünya çapında ileri sürdüğü bir dizi yalan hükümet yetkililerince tekrarlandı.

YALAN
1
Nükleer enerji ucuzdur.

Tam tersine nükleer enerji santralleri en pahalı santraller.
Bir hidro elektrik santralinin maliyeti kW başına 1.500-2.000 dolar, kömürle çalışan bir termik santralin maliyeti kW başına 700-1.200 dolar, doğalgazla çalışan bir enerji santralinin maliyeti kW başına 350-500 dolar.
Nükleer santralin maliyeti ise kW başına 3.500 ila 5.000 dolar arasında. Yani nükleer santral yapımı çok pahalı.
Nükleer santrallar rüzgar ve güneş enerjisini kullanmaktan da daha pahalı.
Üstelik bu maliyete nükleer atıkların taşınması ve depolanması dahil değil.

YALAN
2
Nükleer enerji üretimi artık tehlikeli değil

Nükleer santraller konusunda dünya kamuoyu Çernobil kazasından sonra çok duyarlı hale geldi.
Birçok ülkede nükleer santraller eskiden daha fazla kabul görürken şimdi nüfusun önemli bir kısmı nükleer santrallerin yapılmasına karşı. Bu nedenle nükleer santral yandaşları bu konuda da büyük bir yalan söylüyorlar.
Nükleer santraller sürekli olarak atmosfere radyasyon salmaktalar. Bunun sonucu olarak santrallere yakın bölge-lerde oturanlar arasında kansere yakalanma oranı daha yüksek ve bu tesbit edilmiş bir gerçek.
İkincisi nükleer kazalar sadece Çernobil ile sınırlı değil.
Bugüne kadar hükümetlerin kabul ettiği bine yakın kaza oldu. Çernobil bunların en büyüğü ve en yıkıcısı.
Çernobil kazasının sonucu olarak 500 bine yakın insanın öldüğü kabul ediliyor ve çok daha fazla sayıda insanda da bu kaza sonucu kalıcı hasarlar oluştu.
Çernobil’de ki patlamadan en çok Beyaz Rusya etkilendi. Bu ülkede toprakların dörtte birinde yüksek radyasyon olduğu için artık tarım yapılamı- yor. Santralın çevresindeki ülkeler olan Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’da kanser vakalarında büyük bir artış var.
Çernobil’deki patlamadan sonra rüzgarlar radyasyonu Türkiye’nin Karadeniz kıyılarına da getirdi. Bu nedenle Karadeniz’de kanserden ölüm oranı çok büyük bir artış gösterdi.

YALAN
3
Yeni santraller yapılıyor

Şu anda dünyada 24 yeni nükleer santral yapılıyor. Bunların büyük çoğunluğu orta gelişmişlikte ülkeler inşa ediliyor.
Ne var ki bir çok gelişmiş ülkede nükleer santral yapımları durduruldu ve birçoğunda var olanlar sökülüyor.
Çernobil kazasının hemen ardından İtalya’da var olan nükleer santralların hepsi sökülmeye başlandı.
Kullandığı elektriğin yüzde 50’sini nükleer santrallerden sağlayan Belçika kazadan sonra nükleer santrallerin sökülmesi kararı aldı.
Almanya 2020, İsveç 2012 yılına kadar bütün nükleer santrallerini kapama kararı aldı ve bazı santraller sökülüyor.
2006 yılına kadar 68’i Avrupa’da, 23’ü ABD’de, 7’si Kanada’da 12’si ise Japonya ve Uzakdoğu ülkelerinde olmak üzere 110 nükleer santral kapa-tıldı.
ABD’de ise artık yeni hiçbir nükleer santral yapılmıyor.

YALAN
4
Nükleer santraller sera gazı üretmiyor

Gerçekten de sadece reaktörlerin çalışmasına bakıldığında nükleer santraller çok az karbondioksit salıyor. Ancak sürece uranyum madeninin çıkarılması, taşınması ve işlenmesi süreci olarak bakıldığında 1 kW/saat elektrik enerjisi üretebilmek için nükleer santraller fosil yakıtı ile çalışan santrallerden daha fazla karbondioksidi atmosfere salmaktalar.
1 gigavat/saat elektrik üretebilmek için yüzde 3 oranında zenginleştirilen 30 ton uranyum yakıtı gerekli. Bu 30 ton uranyumu elde edebilmek için 650 bin ton cevher çıkarmak gerekiyor.
Bunu gerçekleştirmek için atmosfere salınan karbondioksit miktarı ise 427 bin ton. Bu fosil yakıtı ile çalışan santrallerden daha çok.

Daha ayrıntılı bilgi için www.kureseleylem.org
bakabilirsiniz.


Siz kazanacaksınız diye biz ölmeyeceğiz
Nükleer santral yaptırmayacağız
AKP hükümeti seçimlerden önce hızlı bir çalışma ile TBMM’den nükleer santral yapımına izin veren bir yasa geçirmişti. Yasanın çıkışına CHP’liler de oy vermişti. Ne var ki dönemin Cumhurbaşkanı, Ahmet Necdet Sezer teknik bazı nedenlerle yasayı reddetmişti.
22 Temmuz seçimlerinden sonra, puslu bir havanın ortasında AKP hükümeti bu kez de CHP ve MHP ile elele nükleer santral yapımına izin veren yasayı yeniden çıkardı. Bu kez Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yasayı onaylaması beklenmekte.
Yasa 3 nükleer santral yapımını öngörüyor, ama henüz bu santrallerin nerelere yapılacağı kesin değil. 2 tanesinin uzun süredir adından bahsedilen Akkuyu ve Sinop’ta inşa edilmesi büyük olaslılık.
Nükleer santraller çalışabilmek için büyük hacimde suya ihtiyaç duydukları için santrallerin deniz kenarında veya büyük nehirlerden birinin yanında kurulması olasılığı yüksek.
Nereye kurulacak olurlarsa olsunlar bu santraller hem yakın çevreleri için hem de çok daha geniş bir alan için büyük bir tehlike oluşturmaktalar.
Sadece bir kaza olduğu zaman değil, normal çalışmaları halinde de nükleer santraller çevreye radyasyon yayıyorlar.
Bir de atık sorunu var. Ortalama büyüklükte bir santral yılda 20-25 ton radyasyonlu atık çıkarıyor. 10 yılda inşa edilmesi gereken bu 3 santral 600 ila 1000 ton arasında nükleer atık üretecekler.
Nükleer atıklar nükleer santrallerin en büyük sorunlarından birisi. Çünkü atıklar yüzyıllar boyunca öldürücü dozda radyasyon yaymaya devam ediyorlar. Ne yaparsa-nız yapın kurtuluş yok.
İngiltere’de nükleer atıklar için 400 milyar dolar harcandı, ABD’de daha fazla miktarda para harcandı. Bir çözüm üretilemedi. Roketlerle uzaya fırlatmak, okyanusların dibine gömmek gibi fikirler geliştiril-meye çalışılmış olmasına rağmen bunların hiçbiri makul bulunmadı.
Hükümet şimdi elinde yasa olduğu için nükleer santralleri kurmak için güvenli adımlar atabileceğini düşünüyor, ama ne kamuoyu ne de onun temsilcisi olan sayısız meslek örgütü, kitle örgütleri aynı şekilde düşünmüyorlar.
Meslek örgütleri, sendikalar yoğun bir biçimde nükleer santrallere karşı olduklarını açıklıyorlar.
Geçtiğimiz sene Sinop’ta yapılan gösteri toplumun nükleer santrale ne kadar yoğun bir biçimde karşı olduğunu gösterdi.
Şimdi daha güçlü bir biçimde toplumun nükleer santrallere karşı olduğunu göstermeliyiz.
Herşeyden önce nükleer lobisinin öne sürdüğü her argümana toplum içinde cevap vermek gerekiyor. Toplumun kafasında nükleer enerji konusunda karanlık hiçbir nokta kalmamalı.
Ardından milliyetçi argümanlarla tartışmak gerekiyor. Kimileri nükleer santrallerin nükleer silah yapımı için bir ilk adım olduğunu düşünüyor ve bu nedenle Türkiye’nin de nükleer silahlara sahip olması gerektiğini ileri sürerek nükleer santralleri savunuyor.
Herşeyden önce nükleer silah sahibi olmak gerekmiyor. Tam tersine Türkiye toprakları üzerindeki İncirlik üssü üzerindeki nükleer silahlar derhal kaldırılmalıdır. Nükleer silahlar insanlığın ve dünya üzerindeki yaşamın en tehlikeli düşmanlarından birisidir.
Hükümete karşı bugünden başlayarak sürekli baskı yapmak gerekiyor. Bir yandan bütün toplum nükleer santrallerin tehlikeleri konusunda bilgilendirilirken bir yandan da bu tepki sokakta ifade edilmelidir.
Önümüzdeki ilk gösteri 26 Nisan’da. Çernobil’in yıldönümünde. Sokaklara çıkacağız ve “nükleer santral istemiyoruz” diyeceğiz. Bu vesile ile topluma bir kez daha nükleer santrallerin ne denli tehlikeli olduğunu anlatacağız.
Eğer toplumun tepkisini dinlemez ve adım atmaya kalkışırlarsa bu kez protestomuzu daha da güçlendireceğiz.
Nükleer santralcılar şunu bilsin ki bu ülkede nükleer santral yapımına hiçbir biçimde izin vermeyeceğiz. İnşaata başlarlarsa toplanıp oraya gideceğiz ve inşaatları durduracağız.


90 yıl sonra Ekim devrimi
Troçki ve
sol muhalefet

Stalinist bürokrasiye karşı ilk mücadeleyi Lenin başlatmıştı. Lenin'in 1921'deki ölümünün ardından mücadeleyi Troçki liderliğindeki Sol Muhalefet üstlendi.
Sol Muhalefet politikaları birbirine bağlı iki başlığa sahipti.
1) Rusya'da Ekim Devrimi'nin kazanımlarını korumak ve toplumsal temelini yitirmiş işçi iktidarını yeniden ayağa kaldırmak.
2) Dünya sosyalist hareketini yeniden devrimci bir rotaya oturtmak ve 3. Enternasyonal'in (Komintern) yozlaşmasını önlemek.
1921-1928 yılları arasında stalinist bürokrasi daha önce şiddetle reddettiği Yeni Ekonomik Politikaları (NEP) uyguladı. Lenin'e göre 'geri adım' olan NEP üretimin kolektifleştirilmesine şiddetle direnen köylülükle bir uzlaşmaydı. Zorla el koymanın yerine sabit bir vergi getirildi. Özel ticaret ve küçük üretime izin verildi. Yabancı sermaye "taviz"lerden yararlanması için Rusya'ya davet edildi.
NEP, istikrarlı para politikası yaratmak, devlet ve özel kuruluşlara piyasa kurallarını kabul ettirmek için altın standardına bağlı sıkı mali ortodokslukla, devletleştirilmiş sanayide kârlılığın artırılmasının bir arada yürütülmesiydi.
Alınan önlemler ekonomik canlanma yarattı. Sanayi üretimi 1913'teki düzeyine ulaşıyordu. Ancak kapitalist önlemlerin yarattığı canlılık beraberinde sosyal sonuçlar da getirdi:
"Ve şimdi yönettiğimiz şehirler yabancı bir görünüş alıyordu; hareketsiz, çürümüş bir bataklığa saplandığımızı hissediyorduk… Para tam da kapitalizmdeki gibi bütün mekanizmayı işletiyordu. Şehirlerdeki bir buçuk milyon işsiz yetersiz yardım alıyordu… Gözlerimizin önünde sınıflar doğuyordu; skalanın en altındaki işsiz ayda 24 ruble alırken, üstteki mühendis 800 ruble ve ikisinin arasındaki parti görevlisi 222 ruble alıyor ama bu arada parasız birçok şey elde ediyordu. Çoğunluğun sefaleti ile azınlığın refahı arasında büyüyen bir uçurum vardı." (Victor Serge, 1937, akt. Duncan Hallas, Troçki'nin Marksizmi, Z Yay.)
İç savaş sırasında devrimi gerçekleştiren sınıfın imha olmasının ardından fabrikaları yeni bir işçi kuşağı doldurmuştu. Topraklarından henüz ayrılmış ve mücadele geleneği olmayan köylüler fabrikaları doldurmuştu.
Troçki liderliğindeki Sol Muhalefet, Rusya'da işçi iktidarını korumanın yolunun:
1) Sanayileşmeyi artırmak 2) Ücret eşitliğini yeniden sağlamak 3) Tarımda kolektivizmi özendirmek ve köylülüğü ikna etmekten geçtiğini savundu.
Sol Muhalefet'in Rusya için önerdiği politikalar bir tek noktaya hizmet ediyordu: Yeniden güçlü bir işçi sınıfının ortaya çıkması ve her düzeyde işçi denetimin sağlanması.
Muhalefet aslında Lenin'in politikasını devam ettiriyordu. Lenin'e göre Rusya'da işçi iktidarı Batı'dan gelecek bir sosyalist devrime kadar ayakta kalmaya, istikrarsızlık yaratmaya devam etmeliydi. Rus devrimi dünya devrimi gelmediği sürece iç kapanmak, yozlaşmak ve yenilmek durumundaydı.
Oysa Stalin 1925'te Sovyetler Birliği'nde "tek ülkede sosyalizm"in zafere ulaştığını ilan edi- yordu. Tek ülkede zafer mümkün olmuşsa başka ülkelerdeki devrimleri bir zorunluluk olarak görmeye gerek yoktu.
Sol Muhalefet, "tek ülkede sosyalizm"i gericilik olarak niteledi.
Komintern’in 5. kongresinde bu tez hakim oldu ve Sol Muhalefet azınlıkta kaldı.
Muhalefetin azınlıkta kalmasının iki nedeni var. Devrimi yapan işçi sınıfı imha olmuştu ve bu deneyi yaşayıp kazanımlarını savunanlar toplumda bir azınlıktı. Partiyle devletin iç içe geçmesi sonucu muazzam bir güç elde eden stalinist bürokrasi düşman ilan ettiği muhalefete karşı acımasızca baskı uyguladı. Muhalefet adım adım tasfiye edildi. Ekim Devrimi’ne katılmış bir çok bolşevik tutuklandı. Troçkistler kahramanca direnseler de kaybettiler, temsilcisi oldukları işçi sınıfı gibi.
Rusya'da tarih 1929'u gösterdiğinde hızla kapitalist birikime geçilmiş ve bürokrasinin politikaları Komintern'e dayatılmıştı. 1927'de Çin, 1929'da İngiltere, 1936 İspanya devrimleri milli çıkarlar uğruna feda edildi.
1929-1938 yılları arasında güçlenen ekonomiyle toparlanan işçi sınıfı yeniden direnmeye başlamıştı. SSCB yıkıldıktan sonra açılan arşivler yeni işçi unsurların örgütlenme, iş yavaşlatma, grev gibi bir çok yöntemle sömürüye karşı direndiklerini ortaya koydu. (Stalinizmin Doğuşu, Michel Reinman, Metis Yay.)
Ancak 1938'de gerçekleşen Moskova Duruşmaları'yla birlikte bir kez daha stalinist terör kazandı.
Sol Muhalefetin militanları toplama kamplarında, açlık grevlerinde ya da dar ağaçlarında yaşamlarına yitirdiler.
Troçki aynı akıbetten kurtulamadı ve 1939 yılında sürgünde bulunduğu Meksika'da Stalin'in bir ajanı tarafından katledildi.
Stalin'in isteği gerçekleşmiş, SSCB 20 yılda Batı'nın düzeyine ulaşmış ve yaklaşan 2. Dünya Savaşı'na hazır duruma gelmişti. SSCB'nin yolunu izleyen Komintern önemini yitirmişti ve 1943 yılında kilit vuruldu. Stalinizmin yolunu izleyen dünya komünist hareketi İtalya ve Fransa'da faşizme karşı direnişle gelen son şanslarını da kullanmadı. Ekim Devrimi'yle birlikte yenilmesi gündeme gelen kapitalizm stalinizm sayesinde büyüme dönemine girdi .
Troçki ve Sol Muhalefet'in politikaları kazansaydı, şimdi başka bir dünyada yaşıyor olabilirdik.