Sosyalist İşçi 302 (17 Kasım 2007)
Tayland'dan sonra
Pakistan'da da darbe
Pakistan'da 1999'- dakinden sonra, 'ikinci darbesini' gerçekleştiren Devlet Başkanı General Pervez Müşerref zor bir ikilemin içinde. Kendisinin darbeyle şekillendirdiği düzene ikinci kez darbe vuran Müşerref'in zamanın ruhundan etkilenmediğini söylemek çok zor. Darbelerin sona erdiği, tek kutuplu, savaşların etkisini yitireceği bir dünyanın yolda olduğunu söyleyenler "realistler" şaşkın.
Pervez Müşerref olağanüstü halin, "kesin, adil ve şeffaf seçimler yapılmasını garanti edeceğini", uluslararası gözlemcileri de davet edebileceklerini de söylüyor.
Geçen hafta olağanüstü hal ilan ettiğini açıklayarak, 1973 tarihli anayasayı rafa kaldıran Müşerref'e ülkenin en güçlü muhalefeti sayılan İslamî hareketten de, geçtiğimiz günlerde ülkesine dönüp, taze (2.) darbe sırasında bir süre tutuklanan, Benazir Butto'nun başını çektiği burjuva kökenli orta sınıf hareketlerinde de ciddi bir örgütlü muhalefet henüz yok.
Darbe için asıl sorun, Yüksek Mahkeme Başyar-gıcı İtfihar Çaudri'nin gö-revden alınmasıyla sokağa çıkan avukatlar. Polisle şehir meydanlarında çatı-şan hukuk adamları işin zıvanadan çıktığı hissini kuvvetlendirmek için ide-al. Müşerref "sıkı yönetim" için iki sebep gösteriyor.
Biri, "İslamcı teröristlere karşı savaş". Ülkenin Kuzey'inde devam eden çatışmalar, Pakistan tüm gücüyle saldırdığı halde, uzun zamandır ordunun aleyhinde devam ediyor. Sıkı yönetimin zaten savaş alanına dönmüş bölgede bir fark yaratabileceğini düşünmek imkansız.
İkinci ve iktidarın sessizce üzerinden geçtiği sebepse, Yüksek Mahkeme'nin Müşerref'in hem genel kurmay başkanı hem de devlet başkanı olarak görevine devam etmesinin mümkün olmadığına karar vermiş olması.
Ülkede özel televizyonlar ve gazeteler kapatıldı, binlerce kişi gözaltına alındı.
Geçen hafta konuşan darbeci generaller arasında Kenan Evren de vardı. O, "Konuşmalarda mitinglerde Kürtçe konuşulmayacak, okulda Kürtçe tedrisat yapılmaz diye yasakladık. Ama biraz ağır bir yasak koyduk. Sonra bu yasak kaldırıldı ama hataydı. Hata olduğunu sonradan anladım" diyor. Ardından da ekliyor: "Şimdi bizde Güneydoğu'da hizmet verecek memurun Kürtçe de bilmesi lazım. Katı tutumla olmaz bu iş". Tabii darbe yaparak ülkenin tüm siyasi geleneğini ve işleyiş deneyimlerini ezip geçmek çok sorun değil, ama darbe sırasında yanlış kararlar almış olmak kötü. Böyle bir karar tüm muhalefeti ezip, ifade özgürlüğü rafa kaldırılmasa zaten alınamazdı herhalde ama olsun..
Tarık Ali Pakistan'daki darbenin ardından ülke için askeri yönetimin adeta bir "antibiyotik" olduğunu söylüyordu: "Pakistan'da ordu, seçilmiş bir hükümeti etkilemeye çalışan bir lobi olmaktan uzun süre önce vazgeçti; dediğini yapmayan her hükümeti değiştirmeye yönelik daimi bir komplo halini aldı… Aynı sonuçları almak için habire dozu artırmak zorunda kalıyorsunuz."
Kyoto’yu imzalatmak için,
Küresel ısınmaya ve Nükleer santrallere karşı
8 Aralık’ta Kadıköy’de, 1 Aralık’ta Ankara ve İzmir’de
Küresel Eylem Grubu
Çöp Sepeti
Türk Kürt'ü, Kürt Erme-ni'yi, Ermeni Roman'ı, Roman Çerkes'i, Çerkes Alevi'yi, Alevi işsizi, işsiz eşcinseli savunacak. Hedef budur!
Bu yaz bu deyiş İstanbul sokaklarında asılı afişin üzerinde yazılıydı. Televizyonlarda söylenmekteydi. Sokakta konuşulmaktaydı. Otobüste konuşulmaktaydı. İşyerlerinde konuşulmaktaydı. Bilmiyorum ama herhalde tarlalarda da, atölyelerde de... Yalnızca İstanbul'da yaşayanların değil, yüz binlerin isteklerini ve umudunu taşıyan ve yeni olan seçim kampanyamızın, "sesimiz baskın olsun" kampan- yasının önemli sloganlarından biriydi bu deyiş. Ezilenlerin birliğini savunan bu deyişi kimlik politikası diyerek eleştirenler de oldu: Sınıf politikalarından uzak diyerek eleştirenler.
Yaz geçti. Şimdi, bir savaş tehdidiyle karşı karşıyayız. Kürt sorununda demokratik çözüme karşı önerilen şey savaş. Gelinen noktada ise, savaşın egemen sınıfın büyük bir çoğunluğu tarafından bile tercih edilmeyen bir yol olduğu ise açık. Bugün Kürt halkı barış isti- yor. Türk'ün Kürt'ü savunması da bugün daha çok anlam kazanıyor. Bugün, Türkiye'deki solun da üzeri- ne düşen şey de tam da bu. Kürt halkının barış çağrısını savunmak, güçlendirmek.
Bunu yapmadığımız takdirde ise, sokakta da başka bir güç görülmeye başlıyor. O güç ki, savaşı en çok o istiyor. Ölen askerlerin cenazelerini ellerini ovuşturarak bekliyor. Ve o gücün nihai düsturu ise sadeleştirilmiş ve basit bir ironiyle açıklanabilir: "Türk Kürt'e, işsiz eşcinsele saldıracak. Hedef budur!"
3 Kasım'da ise, yazın söylediğimizi hayata geçirdik. Tesadüfe bakın aynı günler, sokaklarda gösteriler de neredeyse bitti!
Ersin TEK