Sosyalist İşçi 311 (8 Şubat 2008)
Davutpaşa’da cinayet: İşyeri ruhsatsız, işçiler sigortasız
İşçiysen hayatının hiç bir değeri yok
İstanbul Davutpaşa'da ruhsatsız çalışan havai fişek fabrikasındaki patlama çalışanların iş güvenliğinden yoksun olduğunu açıkça gösterdi. 22 işçinin yaşamını yitirdiği 100'den fazla işçinin yaralandığı patlama bir kaza değil cinayet.
Ruhsatsız işyerinde çalışanların sigortası yoktu. Her biri düşük ücretle çalıştırılıyordu. Yaralanan sigortasız işçileri tedavi masraflarını ödemek için zor günler beklerken, ölen işçilerin aileleri ortada kaldı.
Havaya uçan fabrikanın İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından ruhsatsız olduğu gerekçesiyle 3 kez mühürlendiği açıklandı. Ancak işyeri faaliyetine devam etti. Bu belediye denetimin tamamen etkisiz olduğunu ortaya koydu. Belediye başkanı Kadir Topbaş'ın İstanbulluları ruhsatsız faaliyet gösteren havai fişek fabrikalarını ihbar etmeye çağırması öfke yarattı. İstanbullular muhbir olacak, çevrelerindeki işyerlerini ruhsatlarını kontrol edecek, ancak İstanbulluların vergileriyle kasası dolan belediye görevi olan denetimleri yapmayacak!
TTB'nin raporu cinayeti anlatıyor
Davutpaşa'da gerçekleşen patlama ve ölümler, Türkiye'de çalışanların hayatlarının tehdit altında olduğunun açık bir örneği. Türk Tabipler Birliği İşçi sağlığı ve İşyeri hekimliği Kolu'nun hazırladığı rapor genel durumu özetliyor:
- Her yıl 80 bin iş kazası gerçekleşiyor,
- Bu kazalar sonucu her yıl ortalama 1600 işçi hayatını kaybediyor,
- Her beş dakikada 1 iş kazası olurken, her 6 saatte 1 işçi ölüyor.
TTB'ye göre 50 ve üzeri işçi çalıştıran 15 binden fazla işyerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği koşulları yerine getirilmiyor. Hükümet üyeleri kazadan sonra Davutpaşa'ya koşup üzüntülerini bildirseler de patronlar bildiğini okumaya devam ediyor.
Çalışanın hakkı yok
Türkiye'de 22 milyon çalışandan sadece 6,5 mil- yonu sigortalı. 15,5 milyon işçi kayıtsız olarak çalıştırılıyor. Bu adeta gayri-resmi bir politika ve yeni-liberal hükümetler, ekonomiyi kayıt içine almaktan bahsetseler de çalışanların hakları konusunda hiçbir şey yapmıyorlar.
İş kazalarını önlemenin, iş güvenliği sağlamanın tek yolu sendikalaşmak. Çalışanlar örgütlenerek haklarına kavuşabilir ve güçlü sendikalar patronların üzerinde yaptırım gücüne sahip olabilir. Aksi taktirde hem hak kayıpları, hem de ölümler devam edecek.
Türk-iş'ten hükümete çağrı:
Sendikal örgütlenmenin önündeki engelleri kaldırın!
Türk-İş hükümete iş güvenliği için 11 öneride bulundu:
l İş güvenliği ile örgütlenmenin birbirini tamamladığından hareketle, örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılmalıdır.
l İş sağlığı ve güvenliğine ilişkin düzenlemeler, bütün çalışanları kapsayacak şekilde genişletilmelidir.
l Başta iş denetimi olmak üzere, iş sağlığı ve güvenliği hizmet birimleri etkin hale getirilmelidir.
l İş kazalarının sıklıkla rastlandığı küçük ve orta boy işletmelerde işyeri ortak sağlık birimlerinin kurulması zorunlu hale getirilmelidir.
l İşyerlerinde oluşturulan İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulları demokratik yapılar olarak düzenlenmeli, kurulların yaptırım gücü olmalıdır.
l İş güvencesi ile iş güvenliğinin birbirini tamamladığından hareketle, tüm çalışanlar için insana yakışır norm ve standartta sosyal güvenlik politikaları uygulanmalıdır.
l Ülkemizde kamu eliyle yürütülen iş sağlığı ve güvenliği teknik destek hizmetlerine sağlanan kaynaklar artırılmalıdır.
l Türkiye'deki iş sağlığı ve güvenliği tablosunu ortaya koyacak bir envanter çıkarılmalıdır.
l Ülkemizdeki meslek hastalıkları tanı sistemleri geliştirilmelidir.
l Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) iş güvenliği ve iş sağlığına ilişkin sözleşmeleri imzalanmalıdır.
l AB normlarına uygun bir iş sağlığı ve güvenliği kanunu bir an önce çıkarılmalı ve etkin biçimde uygulanmalıdır.
Limter-İş'ten mecliste eylem
Son 7 ayda 13 tersane işçisinin öldüğü Tuzla tersanelerinde örgütlenen DİSK'e bağlı Limter-iş Sendikası’nın temsilcileri 28 Ocak'ta Ankara'da meclis önünde bir basın açıklaması yaptı.
“Tersanelerin İncelenmesi İçin Meclis Araştırma Komisyonu Kurulmasını İstiyoruz" ve "Tersanelerde İşçi Cinayetleri Son Bulsun" yazılı pankartlar taşıyan sendika üyeleri, "Tersane İşçileri Yalnız Değildir" sloganlarını attı.
İşçilere destek olmak için gelen İstanbul milletvekili Ufuk Uras, başbakanın gemi sektörünün gelişmesiyle övündüğü belirterek şunları söyledi: "Ancak gemi inşaa sektörünün başarıları, iş cinayetleri bedeli ile olmamalı. Önümüzdeki 3 yıl içerisinde tersanelerinin sayısını ikiye katlamak istiyorlar. Bu, ölümlerin de cinayetlerin de ikiye katlanacağı anlamına geliyor." Eylemciler dayanışma çağrısı yaptı.
GÖRÜŞ
Aklın karamsarlığı, iradenin iyimserliği
İyimser mi olmalı, kötümser mi? Gramsci, devrimcilere "Aklın karamsarlığı, iradenin iyimserliği" önerisinde bulunur. Yani her şeyin kötü gidebileceğini düşünüp buna karşı hazırlıklı olmak, ama eylem sonucunda her şeyin iyi olacağına inanıp kararlı ve kendine güvenli bir şekilde eyleme atılmak.
Bizde, "aklın karamsarlığı" iyice abartılarak, sadece her şey kötü gidebilecekmiş gibi değil, her şey zaten kötü gitmiş ve bundan sonra da gidecekmiş şeklini alıyor.
Karamsarlık o kadar yoğun ki, denklem bozuluyor, iradenin iyimserliği kalmıyor. Çok şişman bir çocukla çok zayıf bir çocuğun tahterevalliye binmesi gibi oluyor.
Bu kronik karamsarlığın iki temel nedeni var kanımca.
Birincisi, içe kapalılık, Türkiye sınırlarının dışında olup bitenlerle ilgilenmemek, Türkiye'nin bunlardan muaf olduğunu zannetmek. Böyle olunca, "Kapitalizm her istediğini dünyaya dayatıyor" veya "Amerikan emperyalizmi her yerde her istediğini yapıyor" gibi ifadeleri sıkça duyuyoruz. Koca Latin Amerika kıtasında hem neoliberalizmin hem Amerikan emperyalizminin devasa mücadelelerle karşı karşıya kalması gözden kaçmış oluyor. Amerika'nın Kenya'dan başlayıp Ortadoğu'dan geçen ve Afganistan-Pakistan sınırına uzanan kocaman bir yay üzerinde istediği hiçbir şeyi dayatamıyor olması gözden kaçmış oluyor.
Karamsarlığın ikinci nedeni daha da önemli. Geçtiğimiz beş küsur yılda memleketteki değişimlere büyük ölçüde AKP hükümeti damgasını vurdu. Pek çok kişi, AKP'yi "Müslüman", "irticacı" veya en azından "gerici" olarak gördüğü için, olumlu değişimlere sevinemiyor, bunları gereğince değerlendiremiyor, görmezlikten gelip geçiyor.
Neler bu değişimler? Kürt sorununda askeri harekâtlar şu ara kızışmış gibi görünüyor, ama daha genel tabloya bakıldığında, Diyarbakır'a gidip "Devlet hata yapmıştır" diyen bir başbakan var, mecliste 20 tane Kürt milletvekili var, Kürt sorunu çatır çatır tartışılıyor, Barış Meclisleri örgütleniyor. Daha 10 yıl önce bunları hayal etmek bile zordu.
Ermeni sorununda, soykırım olup olmadığı açık açık tartışılıyor, "oldu" diyen konuşmacıların yer aldığı konferanslar örgütleniyor ve, en önemlisi, on binlerce kişi hiçbir polis tacizine maruz kalmadan "Hepimiz Ermeniyiz" diye bağırarak yürüyor. Daha üç yıl önce bunları hayal etmek bile zordu.
Açık bir darbe tehdidi ile karşılaşan bir hükümet, Genelkurmay'a "Sen benim memurumsun, fazla konuşma" diyor ve kabinenin tüm üyeleri aynı anda duvara dayanıp kurşuna dizilmiyor. Kamu yoklamalarının hâlâ "en güvenilen kurum" olarak gösterdiği ordunun tüm tehditlerine rağmen, tehdit edilen parti oyların yarıya yakınını alıyor ve kendi adayını söke söke cumhurbaşkanı seçtiriyor. Ve Genelkurmay gık diyemiyor. Bir hükümet, hiçbir hükümetin yapamadığını yapmaya girişiyor ve bugüne kadar kılına bile dokunulamayan Veli Küçük ve arkadaşlarını yakalayıp cezaevine tıkıyor. Bütün bunlara inanmakta hâlâ zorlanıyorum.
Gel gör ki, tüm bu gelişmeler karşısında sevinmek gerekirken, "Eyvah, İslamcılar kazanıyor, biz kaybediyoruz" diye düşünenler derin karamsarlıklarından kurtulamıyor bir türlü.
Oysa AKP, yaptığı her şeyi İslamcı olduğu için değil, değişim doğrultusunda yaygın taban desteği olduğu için yapabiliyor. Bu memleketin vatandaşları Susurluk süreciyle, Hrant Dink'in cenazesindeki devasa kalabalıklarla, 27 Nisan muhtırasına gösterdikleri tepkiyle, iki kişiden birinin AKP'ye oy vermesiyle, baskıdan ve yasaklardan değil, demokrasiden ve özgürlüklerden yana olduğunu defalarca kanıtladı. Erdoğan, Müslüman olduğu için değil, özgürlükçü olarak algılandığı için %47 oy aldı. Aklın karamsarlığını abartmamak için bundan iyi neden olabilir mi?
Roni Margulies