Sosyalist İşçi 311 (8 Şubat 2008)

 

Sayfa 8 :


2. Dünya Savaşı ve Yalta
2. Dünya Savaşı'nın Alman nazizmine ve İtalyan faşizmine karşı demokratik ülkelerin verdiği bir mücadele olduğu yaygın bir kanıdır. Özellikle de Sovyetler Birliği'nin 'antifaşist mücadelesi' göklere çıkarılarak anlatılır. Stalinist yayınlarda sıkça rastlanacağı üzere, Stalin yönetimindeki SSCB savaşta Nazi ordusuna karşı kahramanca direnmiş ve dünyayı faşizm belasından kurtarmıştır. Örneğin, Stalingrad savunması faşizmin yenilmesinde çok önemli bir yere sahiptir. Hakkında pek çok şarkı ve marş yazılmış, filmler çekilmiş, kitap-lara konu olmuştur. Oysa savaşın gerçek nedenleri hiç de böyle değil.

Savaş öncesi durum
Birinci Dünya Savaşı sonunda, kazanan ülkeler kaybedenlere, Versay Antlaşması yoluyla, ağır yükümlülükler getirdi. Almanya zengin maden yatakları olan Alsas-Loren bölgesini kaybetti. Yukarı Silezya ve Danzig Alman toprağı olmaktan çıktı. Parçalanan Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı Arap vilayetleri galiplerin mandasına verildi. O zamanki adıyla Milletler Cemiyeti de bu anlaşmanın uygulanmasını sağlayarak tarafsızlığını kaybetti.
Almanya'nın toprakları 8'de birine düştü. Rusya 5 milyon 400 bin km2 toprak kaybetti. Savaştan sonra kurulan Tazminat Bankası 1932'de Almanya'nın hâlâ 132 milyar mark borcu olduğunu ilân ediyordu. İtalya, kazanan tarafta olmasına rağmen, anlaşmadan hoşnut değildi, çünkü savaş ganimetlerinden çok az pay alabilmişti. Savaşın yarattığı yıkım Batı Avrupa ülkelerinin kapitalistlerine büyük iş alanları açarken yenilen ülkelerin halklarına çok ağır yükler getirmişti. Çünkü ödenecek tazminatları karşılamak için ağır vergiler getirilmişti.

1929: Kapitalizmin Büyük Bunalımı
Dünyanın bugüne kadar gördüğü en büyük kriz (Ayrıntılı bilgi için bkz. Sosyalist İşçi, Sayı 310, sf 7. "Bugüne 1929 krizinden bakmak" başlıklı yazı, Şenol Karakaş) Versay Antlaşması ile sağlanmış olan statükonun devamını imkânsız kıldı. Savaşın koşulları asıl olarak bu krizle olgunlaşmaya başladı. Krizin yarattığı kitlesel işsizlik ve orta sınıfların hızla mülksüzleşmesi de savaşın siyasal ortamının doğmasına büyük katkıda bulundu.
Almanya ve Japonya faşizmleri orta sınıfların, hatta işçi sınıfının bazı kesimlerinin krize duyduğu tepkileri örgütlemeyi başararak iktidar oldu. Diğer birçok ülkede ise egemen sınıflar kabaran toplumsal muhalefetin sosyalist devrimlere yol açabileceği korkusuyla anti komünizm propagandasına girişti.
Bunalım ABD'nin dünya kapitalist sisteminin merkezinde İngiltere'den boşalan yere geçme sürecinin sancılarını yansıtıyordu. ABD ilk savaştan sonra, müttefikleri İngiltere ve Fransa'nın yatırımları ve kendisinden yaptıkları ithalat için büyük krediler açmakla kalmadı, Almanya'nın borçlarını ödemesi için gereken yatırımları da kredilendirdi.
Böylece, dünya ticaretinde değer ölçüsü kabul edilen İngiliz Sterlini ve belli başlı Avrupa ülkelerinin döviz ve altın rezervleri 1920'lerin ikinci yarısı boyunca kredi borcu ödemesi olarak ABD'ye yöneldi. 1929'da döviz rezervleri tükenen ülkeler borçlarını aynî olarak (örneğin, hammadde ve ürün olarak) ödemeye zorlandı. 1931'de kredi dengeleri alt-üst oldu ve1932'de dünya ticareti tıkandı. 1933'te de sterlin, yani emperyalist sistemdeki İngiliz egemenliği çöktü.

Emperyalist rekabet
Büyük Bunalım sonucu İngiltere ve Fransa kendi sömürgelerinin hammadde ve Pazar potansiyellerine yüklenerek krizi atlatmaya çalıştılar. Oysa Versay sisteminin öngördüğü ulusal sınırlara sıkışıp kalan Almanya, İtalya ve Japonya'nın sermayenin yeniden üretimini sağlayacak olanakları yoktu. Japonya 1931'de Mançurya'yı, İtalya da 1935'te Habeşistan'ı işgal etti.
Emperyalist ülkeler arasında ortaya çıkan bu eşitsizlik rekabeti tamamen çözümsüzleştirdi. İlk savaştan yenik çıkan ülkeler, bu yüzden, yayılmacı ve saldırgan politikalara yöneldi. Almanya, Avrupa'daki merkezi konumu ve büyük ekonomik ve askeri potansiyeliyle dünya statükosunu en çok tehdit edebilecek ülke konumundaydı.1933'te Nazilerin iktidara gelmesiyle izlenen "Alman ırkı için Lebensraum (yaşam alanı)" talebini resmi politika haline getirmesi de tehdidi güncel kılıyordu.
Bu dönemde İngiltere, Almanya'ya karşı birbirine bağlı iki politika izliyordu: Yatıştırma ve Yöneltme. Yatıştırma politikası Almanya'ya bazı tavizler vererek kendisine saldırmasını engellemek içindi. Yöneltme ise diplomatik yollarla Batı Avrupa sınırlarını garantiye alıp Almanları SSCB'ye saldırmakta serbest bırakmayı amaçlıyordu.
İngiltere ve ABD, yanlarına Fransa'yı da alarak, 1932'de Almanya'nın silahlanma harcamalarını arttırmasını sağlayan bir uzlaşmaya vardılar. Ama Hitler yönetimi bu tavizlerle ye-tinmedi: Versay Antlaşması'nı yürürlükten kaldırdığını ve Mil-letler Cemiyeti'nden çıktığını a-çıkladı. İngiltere yine de 1935'te bir deniz anlaşması imzalayarak Almanya'nın Baltık Denizi'nde güçlenmesini sağladı.

"Komünist" direniş
Büyük Bunalım, faşizme karşı mücadelenin bayrağı olduğu iddia edilen SSCB'de de stalinist diktatörlüğün mutlaklaşmasını sağladı. Bir savaşın kaçınılmaz olduğunu düşünen Stalin, ağır sanayi hamlesini gerçekleştirme hazırlıkları içinde, Komünist Parti'nin 1929 kongresinde şöyle diyordu:
"Zaman gerek bize; evet yoldaşlar, zaman gerek. Yeni fabrikalar kurmalıyız. Sanayide çalışacak yeni kadrolar yetiştirmeliyiz".
SSCB yönetimi 1930'ların ilk yarısı boyunca dünya statükosu yanında tutum aldı. Hatta 1934'te, emperyalist güçlerin güdümündeki Milletler Cemiyeti'ne katıldı, uluslararası kurumlarla işbirliğine girdi. Bu arada orduda bir takım reformlar (örneğin askere alma yaşı 21'den 19'a indirildi, milis örgütü daimi piyadeye dönüştürüldü) yaparak silahlanma yarışında Batı'ya yetişmeye çabalanıyordu.
"Komünist" SSCB bunlarla yetinmedi ve Ağustos 1939'da Nazi Almanyası'yla temaslara başladı. Dışişleri Bakanlığı'na Stalin'in has adamı Molotov'un getirilmesi bunun işaretiydi zaten. 23 Ağustos'ta Nazi bakan Ribbentrop ile "komünist" bakan Molotov Moskova'da anlaşma imzaladı. (Burada, Nazizme giden süreçte SSCB'nin izlediği yanlış politikalar, faşizmin önünü açan Halk Cephesi deneyimleri de anılmayı hak ediyor. Ancak yazının sınırları buna elvermiyor).
Bu anlaşma ve Sovyetler'in Polonya ve Baltık ülkelerini işgali de uluslararası sosyalist harekette ciddi kafa karışıklıklarına yol açtı. Ve 1 Eylül 1939'da Nazilerin Polonya'ya girmesiyle 2. Dünya Savaşı başladı. Hemen Almanya'ya sa-vaş ilan eden İngiltere ve Fransa ise 7 ay boyunca hiçbir çatışma-ya (Atlantik'teki İngiliz gemilerine Alman denizaltılarının saldırması dışında) girmedi.
Bu arada Moskova Anlaşması'nın gizli protokolü uyarınca Naziler Finlandiya, Estonya, Letonya ve Besarabya'yı Sovyetler'e bıraktı. Kısa süre sonra Litvanya bunlara eklendi. Stalin de "kan kardeşlerini" kurtarmak ve Beyaz Ruslar ile Ukraynalıları "anavatanlarına kavuşturmak için" Doğu Polonya'yı işgal etti.

Yalta Konferansı
Naziler, yaptıkları anlaşmalara da dayanarak, 22 Haziran 1941'e kadar, neredeyse iki yıl SSCB'ne saldırmadı. 2. Dünya Savaşı'nda, bize stalinizmin anlattığı gibi, antifaşist bir direniş değil, emperyalistler arası rekabet söz konusuydu. Zaten Nazilerle anlaşmalar sonucu işgal edilen ülkeler listesine ve savaş sonunda toplanan Yalta Konferansı'na bakmak da bunu görmek için yeterlidir.
Bundan 63 yıl önce, 4-11 Şubat 1945'te Yalta Konferansı toplandı. Stalin ve ABD Başkanı Roosvelt'in gayet memnun ayrıldığı konferans antifaşist direnişin değil dünyanın emperyalist yeniden paylaşımının belgesiydi. Churchill anılarında bu konferansı "Büyük İttifak"ın sona erişi ve "Demir Perde"nin başlangıcı olarak tarif ediyordu.
Savaş sırasında dünyanın pek çok ülkesinde gerçekten de antifaşist direnişler oldu. Ama bu direnişleri Stalin diktatörlüğü yönetimindeki Kızıl Ordu değil, o ülkelerin, faşizmin çiz-meleri altında yıllarca inleyen halkları gerçekleştirdi. Bu yüzden bugün devrimci marksistler "Kızıl Ordu"nun şanlı destanla-rını değil, faşizmin yenilmesin-de büyük payları olan cesur direnişçilerin mücadele anılarını okumayı tercih ediyor.
Cengiz ALĞAN



Yunanistan’da yenilen devrim
2. Dünya Savaşı sonrasının en trajik gelişmesi Yunanistan’da yaşandı.
Yalta anlaşmasında Rusya’nın etki alanı dışında bırakılan Yunanistan’da komünistlerin direniş örgütü ELAS Rusya tarafından silah bırakmata ve Batı yanlısı rejim ile uzlaşmaya zorlandı.
Oysa ELAS Yunanistan’daki en güçlü örg
tlenmeydi. Nitekim ELAS önderliği Rusya!dan gelen talimatı dinlemedi ve bunun üzerine Batılı güçler Yunanistan’a çıkartma yaparak milliyetçilerle birlikte ELAS’ı imha etmeye başladılar. Stalin’in Rusyası ise Yunanistan kendi etki alanı içinde olmadığı için bu gelişmeye sırt çevirdi ve ELAS’a yardım elini uzatmadı. Oysa komşu Bulgaritan’da komünistler Kızıl Ordu’nun yardım ı ile milliyetçi güçleri yendiler ve iktidarı ele geçirdiler.