Sosyalist İşçi 311 (8 Şubat 2008)
Her inanç ve görüşün hakları tanınsın
Başörtüsü yasağını da 301. maddeyi de kaldırın!
AKP-MHP uzlaşmasının ürünü olan “çene altı formülü” kimseyi ikna etmedi.
Öğrencilerini polise vermekten hiç çekinmeyen rektörler YÖK toplantısında birer militan gibi laiklik sloganları attı.
Anıtkabir’de gösteri yapan 3 bin cumhuriyetçi kadın başörtüsü üzerindeki yasağın kalkmasının Türkiye’yi İran yapacağını inanmıştı. Anıtkabiri ziyarete gelmiş başörütülü iki genç kadın eylemciler tarafından taciz edildi.
AKPliler yasaya izin verilen örtünme biçimin çizimi ve ölçülerini koymayı düşündüklerini söylediler.
AKP ve MHPli 7 erkek kadınların nasıl örtüneceğine karar verdi.
Yasak kalkmak zorunda
AKP ve MHP’nin çene altından bağlanan, fiyong olarak düğüm atılan başörtüsü formülü sanki genelkurmaydan fırlamış gibi. Dindar olsun ya da olmasın bir çok kadın başını bu şekilde örtüyor. Ancak bu sadece bir örtünme yöntemi.
Türkiye’de kadınlar 8 ayrı örtünme biçimi var. Çenesini kapatan, fiyong atmak yerine iğneyle tutturan kadınlara ise özgürlük yok.
Kadınlar açıkça aşağılanıyor, giyim kuşamın sınırları yine devlet tarafından belirleniyor.
Cumhuriyetçiler başörtüsünü sadece bir temizlikçi takınca kabullenebiliyor. Sosyal yaşamın içinde başörtülü kadınlarla yan yana gelmekten, onların da şu ünlü kamusal alanda eşit bir fert olamaktan ölesiye nefret ediyorlar.
Ancak nefret işe yaramıyor. Toplumun büyük çoğunluğu bu tutumu paylaşmıyor. AKP-MHP eliyle tanınan komik formülden de rahatsız.
Gelinen noktada başörtüsü yasağının sürmesi imkansız.
Yasak kaldırılmalı. Kadınlar kamusal alanda örtünme hakkına sahip olmalı. Ancak bu yetmez. Din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin herkese özgürlük sağlanmalı.
Üniversitelere başörtüsüyle girilebilmeli. İlk ve orta öğretim okullarında formalar kaldırılmalı. Kamu çalışan kadınların kıyafeti kurallarla düzenlenmemeli.
Her inanç ve düşüncenin hakları tanınmalı. Başörtüsü yasağı da kaldırılmalı, 301. madde de.
İçinden çıkılmaz bir duruma gelen, siyasal ortamı gerdikçe geren başörütüsü sorununu çözmenin yolu bu.
Üniversitede özgürlük
Laik rektörlere karşı üniversitelerden bu kez özgürlük yanlısı bir çıkış geldi. Üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılması, her türden kılık kıyafet uygulamasına son verilmesi, hak ve özgürlüklerin herkes için tanımasını savunan metne şimdilik farklı görüşlerden 2 bin öğretim üyesi imza atmış durumda. 50 bin öğretim üyesi içinde imza atanlar henüz bir azınlık. Ancak böylesi bir çıkış ilk kez üniversitelerden çıktı. Başörtüsüne özgürlük isteyen imzacılar öğrencilerin okulda bir araya gelmelerinin korku ve gerginliği ortadan kaldıracağını vurguluyor.
Evet, başörtüsü bir simge
Peki ya diğerleri?
Başörtüsü yasağına karşı çıkma nedenlerinin başında ‘Türban simgedir, eğer bu simge kullanılacaksa Haç da, Kippa da takılır.’
Evet başörtüsü İslami bir simge, kadının dini kurallara uygun giyindiğini ve yaşadığını anlatıyor. Ancak erkelerin bıyık ve sakal kesiminden, giyilen takım elbiselere, tayyörlere, takılan bayraklı rozetlere kadar kamusal alan denilen şey simgelerle dolu.
Simge beyaz bere, üç hilal, sarkık bıyıksa işte o zaman bir tehditten söz edilebilir. Geri kalan tüm simge ve ifade biçimlerine özgürlük tanınmalıdır.
Çöp Sepeti
Bu ülkede Kürt olmak da, "ben Kürdüm, anadilim Kürtçe" demek de, her zaman çok zor oldu.
Kürt hareketi, "biz de varız!" demeye başladığı günlerde resmi ağızlar çeşitli ıslıklar çalıyor: "duymuyorum ki duymuyorum ki" diyerek kulaklarını tıkıyordu. Kürt diye bir şey olamazdı. Kürt diye bir şey olmadığına göre, Kürtçe diye bir şeyin olması mümkün müydü? Sonra bu teori gelişti: "ne demek ben Kürdüm? Bugün ben Kürdüm derlerse yarın öbürü ben de Çerkezim derler. Herkes Türktür Türk kalacak!"
Bu inkar politikası yavaş yavaş asimilasyon politikasına dönüştü: "Kürtler aslen Türktür. Karda gezerken çıkan kart kurt seslerinden dolayı..."
İnkar, asimilasyon derken, imhaya yönelik hareketler başladı. Köy boşaltmalar, köy yakmalar...
Sadece ve sadece, Kürtlere ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılmayıp; Kürt halkının, kimliğinin, dilinin varlığı kabul edilseydi, gelinen nokta "sorun" olarak tanımlanır mıydı? Kürtçe eğitimin önü açılıp, radyo yayınları yapılmasına izin verilse gelinen yer "bu nokta" mı olurdu?
Saygı Öztürk, Tempo'da geçen hafta bir yazı yayımladı. Yazıda, eve dönüş yasasının tanıtılması için, Kuzey Irak'a da yayın yapacak Kürtçe bir radyonun kurulacağını aktarıyor. Bizzat Genelkurmay tarafından kurulacak Kürtçe bir radyo. (Ve herhalde, Kürtçe yayınlarında "Kürt yoktur" diyecek bir radyo)
Şimdi ellili yaşlarını yaşayan bir Kürdün, aklına şu soruyu getirmesi herhalde tam da böyle bir zamanda çok mümkün: "Hani benim gençliğim anne?"
Ersin TEK