Sosyalist İşçi 316 (14 Mart 2008)

 

Sayfa 10 :


DADA
Düzene karşı bir silah olarak sanat
Dada, 1916 yılında İsviçre Zürih'te Voltaire Kabaresi'nde, Hugo Ball, Tristan Tzara (Romanya göçmeni bir Yahudi), Sophie Taeuber ve Richard Huelsenbeck tarafından ortaya atılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’na karşı gençlerin bıkkınlık ve umutsuzluklarından doğmuştur.
Herşeyden önce savaşa, militarizme, şovenizme ve böyle canavarların ortaya çıkmasına sebep olan burjuva medeniyetine karşı ilk kültürel protestoydu. Bir sözlüğe saplanan bıçak tarafından belirlenen Dada ismi, yakında Berlin, Cologne, Paris ve Newyork'a yayılacak bir hareketin toplanma çığlığına dönüştü. Saygısızlık, alay, kara mizah ve saçmalama genç sanatçıların öfke ve kurulu düzene karşı aşağılamalarını ifade etmek için kulandıkları yollardı. Burjuva toplantıları, gelenekleri ve umutları yok edilmeliydi.
Hareketin, resmi sanat ve kültüre karşı açıkça yıkıcı bir bakışı vardı. Ancak aynı zamanda yeni ve beklenmedik ifade biçimleri varetmek için büyük bir yaratıcı güç de ortadaydı.
Mantık çerçevesi içinde, özel bir Dada stili ya da en sevilen Dada malzemesinden bahsetmek mümkün değildir. Bu sebeple işler arasında çok az bağlantı vardır. Çoğunlukla Dadaist ruh dışında pek bir benzerlik bulunmaz. Bütün dogmalar reddedilmiş ve hiçbir eylem Dadaist yangından kaçamamıştır.
Politik yanı bugün bize gösterilenden çok daha belirleyici olan Dada, bu yönünü Zürih'teki köklerinden almış, Almanya'da keskinleşmiştir.
Berlinli Dadaistler 1918-19 devrimini desteklemişlerdir. Weimar Anayasası Kongresi'nde Dadaist Johannes Baader "Dünya Devrimi için Dada Merkezi Konsülü" imzasıy bir bildiri yayınlamıştır. Komünizme yakınlıkları 1920 Uluslararası Dada Sergisi'nde "Dada politiktir" söylemiyle daha görünür hale gelmiştir.
1920'den sonra Paris Dada'nın merkezi haline geldi. André Breton, Tristan Tzara, Louis Aragon and Paul Éluard, başarılı ancak tepkiselliğiyle tanınan bir yazar olan Maurice Barrés'i sahte bir mahkemeye çıkarmışlardır.
Ancak Breton'la Tzara arasında 1923'te ortaya çıkan anlaşmazlıklar gerçek Dada hareketinin çözülmesine sebep olmuştur.
1924'te Breton'un sürrealist manifestosuyla Dada'nın tahripkar ruhu başka bir hareket tarafından sahiplenilmiştir. Ancak bu sefer amaç, burjuva toplumu ve sanatına karşı alternatif bir kültürdür. Bu alternatif isteğin kaynaklarına ve olağanüstülüğüne vurgu yapar.
Michel Löwy


Medya gerçekten belirleyici mi?
"Bizim de ulusal TV kanallarımız, günlük gazetelerimiz, radyo- larımız olmalı." Çoğu zaman medyanın hakim fikirleri ustalıkla pazarlaması karşısında muhaliflerden buna benzer sözler duyarız. Medya her zaman gündemi sermaye sınıfı lehine belirlerken, çalışanların talep ve eylemlerini göz ardı ederken, gerçeklerin içini boşaltırken, hatta yalanları gerçek diye yuttururken bu sözlerin haklılığı açık değil mi?
Kendi medyamıza sahip olursak gerçekleri anlatıp, güçlenebiliriz tezi birkaç açıdan yanlış.
Bu tezin sahipleri medyanın gücünü abartıyor. Evet, medya, aile, eğitim ve egemen sınıfın fikrilerini yayan başka araçlar gibi etkilidir. Ulusal basında sesini duyurmak önemlidir. Ancak Türkiye'nin yakın tarihi göstermektedir ki medya tekellerinin düşman ilan ettiği, görmezlikten geldiği, bazen saldırdığı siyasi hareketler ve kişiler onlara rağmen güçlenmektedir. AKP bunun en açık örneği. Medya tekelleri siyasal İslam'a her zaman saldırdı. Ancak dün Erbakan'ın Refah Partisi yüksek oyla iktidara geldiği gibi aynı hışma yıllardır uğrayan AKP girdiği ikinci seçimlerden güçlenerek çıktı ve Abdullah Gül'ü Çankaya'ya yolladı. Medyaya inansaydık bu adamlara hiç şans tanımazdık.
Siyasal İslam bariz bir örnek ama bir çok olaya bakıldığında medya çoğu zaman kazanmaz. Emekçi sınıflar sadece TV'ye bakarak değil, hem işyerlerinde hem de gündelik hayatta bir çok tartışma ve etkiyle fikirlerini oluştururlar. Bu fikirleri kapsayabilen hareketler medyaya rağmen iktidar olurlar.
Emekçi sınıfları uyandıracak şey onlara kızıl kanallarımızla gerçekleri şırıngalamak asla değil. Evet, olsa fena olmaz bunlar, ama aslolan birebir tartışma yani politik mücadeledir.
Emekçi sınıflar "cahil" ve "eğitimsiz" olsalar da her günkü yaşam kavgalarında, kendi deneyleriyle gerçekleri görür.
Harekete geçtiklerinde yalan kalelerini kolayca aşarlar.
Venezuela'da darbe yanlısı medyaya hiçbir yoksulun kulak asmadığı gibi Türkiye'de de asmayacaktır. Yeter ki mücadele yükselebilsin.


KİTAP
Otomatik Piyano

Bir kaç ay önce aramızdan ayrılan Kurt Vonnegut Jr. şirketlerin tam egemenliğinde, üretimden insan emeğinin çekildiği gelişmiş bir toplumu anlatıyor bu kitapta.
III. Dünya Savaşı sürerken, Amerikalı müdürler ve mühendisler, hiç insan emeği kullanmadan üretim yapmanın yollarını geliştirdiler. Bu yöntem o kadar kazançlıydı ki, savaş bittikten sonra –bu 2. sanayi devrimine denk geliyor- aynı minvalde devam etmekte bir sakınca görmediler. Bir tek sorun vardı; o da savaş bittiğine göre artık bir işi gücü kalmayan insanlar ne yapacaklardı? Herkes işsizlik sigortasından parasını alıyordu. Tüketecek kimse olmazsa üretimin ne anlamı olacaktı? Ama sorun burada değildi. Sorun insanların yaşamak için bir amaca, kendilerini anlamlı ve gerekli hissedecekleri bir meşgaleye ihtiyaç duymalarındaydı. Yeni sistem tam da bunu esirgiyordu onlardan. Ama insanlık bunu kolay kolay hazmedemeyecek, bu makinalara karşı bir devrim, bir isyan çıkaracaktır.
Kurt Vonnegut’un 1952 yılında yazdığı, bütün insanların IQ seviyelerine gore degerlendirildigi, mühendislerin üstün tasarımları sayesinde üretim için insan gücüne gerek kalmamış bir dunyayı konu alan romanı yazarın diğer yapıtları gibi hem yaratıcı hem de keyifli.
Bu distopyada insan emeği ve etkinliğinin özgürleştiriciliğinin altı isyankar bir şekilde çiziliyor.