Sosyalist İşçi 317 (21 Mart 2008)

 

Sayfa 12 :


Irkçı Ayrımcılığın Her Türlüsünün Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Gün
Irkçılığa hayır!
1960 yılında Güney Afrika'da, apartheid rejiminin ırkçı uygulamalarını barışçıl bir şekilde protesto eden 69 siyahın öldürmesi üzerine, 21 Mart günü "Irkçı Ayrımcılığın Her Türlüsünün Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Gün" olarak ilan edildi.
Irkçılık ne demek?
Irkçılık, bazı insanların diğerlerine göre üstün bir "ırk"a ait olduğu inancıdır. Irkçılar "ırk"ı ortak bir soya sahip bir grup insan olarak tanımlıyor. Ten rengi gibi kalıtsal ve biyolojik bazı özelliklere dayanarak, farklı ırkların olduğunu ileri sürüyor. Oysa değişik coğrafyalardan insanları bir birinden ayıran niteliksel farklılıklar yok. Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, "ırk" sadece imgesel bir durum, biyolojik bir temele dayanmıyor. Özellikle 1970'lerden bu yana ırkçı ayrımcılığa karşı verilen mücadeleler, biyolojik farklılıklara yapılan göndermeler konusunda toplumsal bir duyarlılık oluşturdu. Bu nedenle 'yeni ırkçılık', insanların dış görünümlerinden çok, onların kültürel farklılıklarına, göçmen olma gibi ayırt edici demografik özelliklerine veya dini inançlarına saldırmayı tercih ediyor.
Irkçılık, tarih, coğrafya ve kültür farklılıklarına ve diğer toplumsal faktörlere bağlı olarak farklı biçimler alabiliyor. Günümüzde etnik ırkçılık ile dini inançlara yönelik ayrımcılık çoğu kez bir biriyle ilişkili bir şekilde kullanılıyor.
Irkçılığın tarihi
Kapitalizm öncesi dönemde insanların baskı altında tutulduğu birçok rejim söz konusu olmuş olsa da, kapitalizmin ortaya çıkışına kadar ezme-ezilme ilişkilerinde bir araç olarak ırkçılığın kullanılması söz konusu olmadı. Yunanlılar ve Romalılar açısından mesele, ırklardan bağımsız olarak 'medeni' olanlarla 'barbarlar' arasındaydı. Beyazlar 'barbar' olabilirken, siyahlar 'medeni' olarak kabul görebiliyordu.
Irkçılık, Avrupa'ya özgü olmadığı gibi, evrensel ve insanın doğasıyla ilgili bir olgu da değil; insanlığın toplumsal gelişmesindeki bir evresinin ürünüdür.
Avrupa'da ilk belirgin ırkçılık 16. yüzyılın sonuna doğru ortaya çıktı. Portekizliler ve İspanyollar yeni sömürgeler ele geçirmek üzere dünyayı keşfe ve yeni toprakları fethetmeye başladıklarında, 'köleleştirilmiş Hıristiyanları kurtarmak' kaydıyla Papa'nın da desteğini aldılar. Ancak bu onların gittikleri kıtalarda yerlileri köleleştirmesine engel olmadı. Bunu, yerlilerin inançsız oldukları savıyla meşrulaştırıyorlardı.
Büyük Britanya'da kölelik, ABD'de olduğu gibi geniş bir toplumsal mücadele ve yeni sanayileşmenin ortaya çıkardığı işçi sınıfının desteğiyle 1807'de, Britanya İmparatorluğu'nun hâkim olduğu tüm ülkelerde ise 1833'te kalktı. Ancak ırkçılık bir ideoloji olarak varlığını günümüze kadar sürdürdü.
Günümüzde ırkçılık
21. yüzyılda ırkçılık, daha önce olduğu gibi, bir yandan işçi sınıfının birliğinin önünde engel oluştururken, öte yandan emperyalist savaşları ve dünya kaynaklarının adaletsiz dağılımını meşrulaştırmanın aracı olarak kullanılıyor.
Batı'da pompalanan ulusçuluk, ortak vize, ortak bir göç, iltica politikası ve bunlarla ilişkili bir şekilde ortak 'güvenlik' politikaları gibi uygulamalar için elverişli ideolojik bir zemin hazırlamaktadır.
ABD yönetimi, 'medeni -yetler çatışması' tezlerini ortaya atarak, Amerikan emperyalizmine direnen tüm Müslümanları, 'İslamcı teröristler' olarak tanımlayarak, petrol savaşlarını meşrulaştırma yoluna gitmektedir.
Türkiye'de de 'tehdit ideolojisi' iş görmektedir. Ülkenin sürekli bir bölünme ve yok edilme tehdidi altında olduğu savıyla, Ermenilere, Kürtlere ve siyasal İslamcı toplumsal güçlere karşı sürekli bir seferberlik ortamı yaratılmakta, bu sayede Kemalist düzenin egemenlik ilişkileri ayakta kalabilmektedir.
Bu 'laik' militarist ve kurumsallaşmış ırkçılık, Türkiye işçi sınıfının birliğinin önündeki en büyük engellerden birini oluşturuyor. Egemenlik ilişkilerinin yeniden üretimine dayanan ırkçı ideolojiyi yenmeden, işçi sınıfının birliğini sağlamak olanaklı değil. Bu nedenle sosyalistler için ırkçılığa karşı mücadele, iktidar mücadelesinden ayrı düşünülemez.


21 Mart'ın anlamı
16 Mart 1960'da Pan Afrika Kongresi, beş günlük şiddet içermeyen bir kampanya yapacağını açıkladı. Kampanya, apartheid rejiminin beyazların yaşadığı bölgelerden uzak tutulmaları için siyahlara taşıma zorunluluğu getirilen kimlik belgelerinin protesto edilmesini hedefliyordu. Amaç, kimlik belgelerinin evde bırakılarak olabildiğince çok siyahın tutuklanmasını sağlayarak, hapishanelerin dolmasını ve işgücü açığının oluşmasını ve böylece bu ayrımcı yasanın kitle eylemiyle ortadan kalkmasını sağlamaktı.
21 Mart sabahı Sharpeville kasabasında yaklaşık 4.000 kişi polis karakoluna doğru yürüyüşe geçti. Ancak barışçıl eylemlerini sürdüren kalabalığa polis ateş açtı. Ortaya çıkan panik havası durumu daha da kötüleştirdi. Irkçı polis 69 siyahı öldürürken, 180 kişi de açılan ateş sonucu yaralandı. Bu ırkçı katliamı anmak üzere her yıl 21 Mart'ta tüm dünyada çeşitli etkinlikler düzenleniyor.


Irkçı partiler

Başta Avrupa'da Neonaziler olmak üzere, ırkçı partiler dünyanın her yerinde yasal olarak faaliyetlerini sürdürüyor.
Bu partiler zaman zaman açık bir ırkçılık savunusu yaparken, çoğu kez meşru milliyetçi bir maskeyle, ırkçı söylemlerinin üzerini örtüyor.
Avrupa Birliği'nde 2004 yılında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yaklaşık 17,5 milyon insan aşırı sağ partilere oy verdi ve 732 kişilik parlamento için toplam 57 aşırı sağ milletvekilini kendi temsilcileri olarak seçti.
Türkiye'de de ırkçı fikirleri açıkça savunan iki parti, MHP ve BBP geniş toplumsal tabana sahip.
Geçen yıl yapılan seçimlerde MHP toplam oyların yüzde 14,25'ini alarak, 5 milyon kişinin desteğini sağladı.
Ancak ırkçı partilere oy veren kitlelerin önemli bir kesimi, bu partilerin ırkçı söylemine değil, ekonomik ve siyasi programına oy veriyor.
Burada asıl sorun, sol partiler içindeki milliyetçiliğin hızla yükseliyor olması. İşçi sınıfı ve yoksul kitleler, içinde bulundukları duruma ilişkin somut önerileri olmayan, söylemleri itibariyle ırkçı ve milliyetçi partilerden farklı görünmeyen sol partilerden giderek kopuyor.


Ulus, milliyetçilik, ırkçılık

Irkçılık farklı olmaya vurgu yapar. Bu durumu daha da pekiştirmek üzere, ulusalcılığın yükseldiği dönemde ırk ve ulus kavramları özdeşleştirilerek, ulus olmak, ortak bir dil, coğrafya ve tarihin ötesinde, kan bağıyla da ilişkilendirildi.
Bu egemenlerin elinde çok güçlü bir silah haline dönüştü. Böylece kitleleri kendi çıkarları doğrultusunda 'düşman' uluslara karşı harekete geçirebiliyorlardı.
Nitekim Nazilerin iktidarı sırasında Alman sermaye sınıfı, dünya egemenliğinden pay kapmak üzere ırkçılığı ve ulusalcılığın nerelere kadar götürebileceğinin sonuçlarını ağır bir faturayla gösterdi.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken de ulus, bir 'ırk' olarak 'Türklük' ve kan bağıyla ifade edildi. Böylece ulusal sınırlar içinde başta Ermeniler ve Rumlar olmak üzere tüm azınlıklar, Kürtler ve gayrimüslim topluluklar yok varsayıldı, bu duruma baş kaldırılar ise şiddet yoluyla ve hatta katliamlarla bastırıldı.
Bugün de Türkiye vatandaşlığı, demokratik birçok ülkede olduğu gibi anayasal eşitlik üzerinden değil, kan bağı üzerinden ifade edilmektedir. Bu durum, devlet yapıları ve yasalarla da desteklenerek, ırkçılık kurumsal düzeyde pekiştirilmekte, meşrulaştırılmaktadır.