Sosyalist İşçi 318 (29 Mart 2008)
BAŞYAZI
Teslimiyet değil direniş
Bugün yaşadıklarımız açık ki devleti yönetenlerin ve yönetmeye talip olanların iç çatışmasıdır. Egemen iki kanadı neredeyse cephaneliklerindeki bütün silahları çıkarıp birbirlerinin üzerine çevirmişlerdir. Ortalık toz duman.
Bir tarafta AKP kapatma davası var. Toplumun yarısının oyunu alan bir parti kapatılmak ve liderliği siyasetten uzaklaştırılmak isteniyor.
Diğer tarafta ise Ergenekon soruşturması var. Şok gelişmelerle sürüyor.
Cumhuriyeti bombalayanların, Danıştay üyelerini öldürenlerin bu yurtsever-vatan- severler olduğu ortaya çıktı. Yargıtay Başsavcısı’na da suikast hazırlığı içinde oldukları söyleniyor.
Daha büyük sürprizlere hazır olun deniyor. Bekleyip göreceğiz.
Ama egemen sınıf, yani en büyük zenginliklerin sahipleri, TÜSİAD’cılar bu çatışmada taraf değiller. Onlar ortada durup itidal tavsiye ediyorlar. Devleti yönetmek isteyenler arasında çatışma, bu denli sert bir çatışma istemiyorlar. Bu nedenle TÜSİAD bir gün AKP’den, diğer gün darbeden yana tutum alıyor. Kim kazanırsa ondan yana olacaklar yeterki kazananlar kendilerine iyi hizmet etsinler.
Çatışmanın bir tarafı AB ve ABD’ci bu açık. Ama diğer tarafta da “NATO!ya ve SENTO’ya bağlıyız” geleneğinin devamcısı. Onlar da lafta anti-emperyalist.
Kimi solcuların iddialarının tersine ABD ve AB bu çatışmada taraf değil. Onlar istikrardan yana. Hepsi bu. Çünkü Türkiye’ye Afganistan’da, İran’da roller biçiyorlar ve bu roller ancak istikrarlı bir ülke tarafından yerine getirilebilir.
Türk soluna gelince, içinden bir kısmı darbecilerden yana tutum aldı. Buna kılıf bulunmaya çalışılıyor. Kemalizme övgüler yağıyor ve tabii Kürt sorununda en şahin devletçi tutumla aynı çizgi savunuluyor. Gerekçe ise çok ahlaksız bir iddia: Kürtler Amerikancı olmakla suçlanıyor.
Bu toz duman ortam içinde acil olan tehlike darbedir. Görev ise doğal olarak hakemliği bırakıp darbeye karşı açık, net bir tutum almaktır.
Vakit çok geç olmadan solun, gerçek solun darbeye karşı olduğunu, sınırsız özürlüklerden yana olduğunu göstermektir. Darbecilere bu defa direnişle karşılaşırsınız demek için sokaklara dökülmektir.
Onlardan önce davranıp sokağa çıkmalı ve sesimizi ve gücümüzü göstermeliyiz.
Darbeye hayır
Arka arkaya önemli gelişmeler yaşıyoruz. Kürt sorununa barışçı çözüm mü yoksa savaşa devam mı sorusunu tartışırken birden genel grevi de içeren bir işçi hareketliliğine geldik.
Tam AKP hükümetini en zayıf yerinden vurmaya başlamıştık ki AKP kapatma davası karşımıza çıktı. Gündem tamamen değişti.
Kürtlerin Newroz kutlamaları yaptığı ve onlarca insanın yaralanıp iki kişinin öldüğü gösteriler yaşanırken bu kez İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu, Doğu Perinçek ve arkadaşları Ergenekon Çetesi soruşturmasının bir parçası olarak gözaltına alındılar.
Birden bire soldan bir tepki yükseldi. Kimileri işte “karşı devrim” derken kimileri de “bu kadar da olmaz ki” demeye başladılar. Özellikle İlhan Selçuk’un gözaltına alınma saatine karşı tepkiler yüksek oldu. Bir çokları “yeter, kapatılsın bu AKP” diyen koroya kolaylıkla katıldılar.
Yeri yurdu belli bir eski gazetecinin sabaha karşı tutuklanması doğrusu rahatsız edici, ama ya Newroz gösterilerinde ölenler?Yaşlı gazeteciyi savunanlar dönüp Newroz gösterilerine bakmadılar bile. Belki de bazıları “az bile ölmüş” demişlerdir. Burada bir çifte standart yok mu?
İlhan Selçuk’un göz altına alınış saatini çok önemseyenler aynı yazarın yaptıklarını ve söylediklerini hiç önemsemiyorlar. İlhan Selçuk açık açık darbe çağırıyor. Kimileri gibi üstü kapalı bir biçimde değil, bunu çok açık bir biçimde yapıyor. Darbe çağırmak suç değil mi? Nitekim kendisi ile birlikte gözaltına alınan diğerleri, Alemdaroğlu hariç, tutuklandılar ve hapishaneye yollandılar. Alemdaroğlu ve İlhan Selçuk ise “ileri yaşları nedeniyle” serbest bırakıldı ama haklarında “yurtdışına çıkma yasağı” kondu.
Ergenekon Çetesi’nin ilk tutuklananları bilindiği gibi darbe hazırlığı yapıyordu. Cumhuriyet gazetesine bomba koymuşlardı. Danıştay’a baskın düzenlemişlerdi. Bütün bunlar ve ileride yapacakları ile de darbeye uygun koşul oluşturacaklardı. Zaten Doğu Perinçek ve arkadaşlarının evinde bulunan belgelerden biri bu kez AKP için kapatılma davası açan Yargıtay savcısının makamının ktrokilerini ve açıklayıcı bilgilerini içeriyordu. Anlaşılan o ki bu kez bu savcı hedefti. Hedefi seçen ve uygulamaya koyanlar ise “yurtsever-vatan- sever” güçler. Yani tek amaç karşı devrim olduğu izlenimini güçlendirmek ve dar- beye zemin hazırlamak.
Doğu Perinçek, İlhan Selçuk ve Kemal Alemdaroğlu’nun tutuklanmasına tepki gösterenler “Tayyip şaşırma, Menderes’i unutma” diye bağırıyorlardı. Deniz Baykal, Devlet Bahçeli, İlhan Selçuk, Doğu Perinçek, bütün bu yurtsever-vatanseverler daha çok kısa süre önce AKP önderliğini idama yollamakla tehdit ediyorlardı.
Oysa AKP’den kurtulmak bu “laik” politikalardan geçmiyor. AKP şeriatçı bir parti değil. Bu açık. AKP büyük burjuvazinin programını uygulayan yeniliberal bir parti.
AKP’yi yıkacak, geriletecek ve oy gücünü oluşturan emekçileri kazanacak olan mücadele yeniliberal uygulamalara karşı olan mücadeledir. Böyle bir mücadele başlamıştı ama şimdi SSGSS’ye karşı başlamış olan direniş AKP kapatma davasının gölgesinde kaldı.
Bugün yerine getirilmesi gereken en önemli görev darbeye karşı tutum almaktır. Bugün ortada kalmak, hakem olmaya çalışmak mümkün değil. Ortada kalacağını söyleyen herkes asıl olarak darbeye izin vermiş olur.
Darbe acil ve ciddi bir tehdittir. Bugüne kadar yaşanmış bütün darbeler darbelerin ilk hedefinin emek örgütleri ve emek güçleri olduğunu göstermiştir. Bugün Türkiye’de 12 Mart ya da 12 Eylül dönemlerinde olduğu kadar güçlü bir işçi mücadelesi yok. Sol çok cılız. Ama gene de herkes emin olmalı ki ilk tokat Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra sola inecektir.
Doğu Perinçek’in yanına düşmeyen ama darbeye karşı sırtını sağlama almak için Kemalizmi övmeye başlamış bütün sol güçler bilmeli ki Kemalizmden yana görünmeye çalışmak boşuna. Mutlaka tokat size de gelecek . Vakit, çok kısıtlı da olsa, varken darbeye karşı çıkın. Solun darbeye karşı olduğunu darbecilere gösterin. Yurtsever ve vatansever darbe kışkırtıcılarının çok küçük, çok etkisiz olduğunu gösterelim. Aksi takdirde çok geç olacak ve tartışmaya çeşitli cezaevlerinde yapmak zorunda kalacağız.
Marksizm 08
n ABD emperyalizminin krizi
n Pakistan: İslam ve kadın
n Çernobil sosyalizmi
n Irkçılığı ve milliyetçiliğe nasıl durduracağız?
n Kürt sorununda çözümün neresindeyiz?
n Rus devrimi neden yenildi?
n 1968: Son büyük yangın
n 1968: Türkiye’de solun atılım yılları
n Kapitalizm sonrası yaşam
n Devrimci partiye neden ihtiyacımız var?
n Modern emperyalizmin ekonomi politiği
n Yeni liberalizmin sonuna mı gelindi?
n Venezüela: Sokaklar seçkinlere karşı
n Kapitalizm ve cinsel ayrımcılık
n Küresel ısınmayı durdur dünyayı değiştir!
n Yeni sol ve yerel seçimler
n İslami hareket düzene tehdit mi?
n Müzikle isyan
n Erken cumhuriyet döneminde ırkçılık
n Kapitalizm sonrası yaşam
n Yeni sinema
n Cumhuriyetin öksüz çocukları
n Medyanın mücadelede rolü
Chris Harman İstanbul’da
İşçi sınıfı kökenli olan Chris Harman London School of Economics’de eğitim gördü ve burada Uluslararası Sosyalizm Akımı ile tanıştı. 1968’de LSE Sosyalist Topluluğu’nun dergisi The Agitator’ın yazarlarındandı ve halen Uluslararası Sosyalistler’in önde gelenlerindendir. Vietnam Dayanışma Kampanyası’na katıldı ve bir toplantıda Ho Chi Minh’i Vietnam’daki troçkist hareketin liderlerini öldürtmekle suçladı.
1978’den itibaren Sosyalist İşçi Partisi olarak anılan Uluslararası Sosyalistler arasında teorisyen olarak yer aldı.
Halen International Socialism dergisinin editörü ve Sosyalist İşçi Partisi’nin Merkez Komite üyesidir. Bazıları Türkçe’ye de çevrilmiş olan 20’den fazla kitabı ve 10 kadar kitapçığı bulunmaktadır.