Sosyalist İşçi 319 (4 Nisan 2008)

 

Sayfa 4:


Türk-İş olmadan sosyal yıkım durdurulamaz
Emek Platformu neden önemli?

Geçtiğimiz hafta hükümet sosyal yıkım yasasını sendikalarla tekrar görüştü ve SSGSS şimdi meclis gündeminde.
14 Mart'ta gerçekleşen 2 saatlik grev işyerlerinin ve sokağın havasını değiştirmişti. Grevin etkili olmasının nedeni Emek Platformu tarafından düzenlenmesiydi. Ancak grevi hemen ertesinde hükümetle yapılan pazarlıktan sonra Emek Platformu yine bölündü.
Toplantı çıkışında Çalışma Bakanı Faruk Çelik'in ardından açıklama yapan Türk-İş Başkanı Mustafa Kumcu'nun 'yüzde 80-90 uzlaştık' sözü karşısında KESK, DİSK, TMMOB, TTB dörtlüsü ayrı bir eylem programı açıkladı. 6 Nisan'da Kadıköy'de gerçekleştirilecek mitingde ve diğer eylemlerde Türk-İş yer almıyor.
14 Mart grevini ve sokak eylemlerini etkili kılan Türk-İş'in katılımıydı. Türk-İş'i uzlaşmacılıkla suçlayan dörtlünün kendi başına gerçekleştirdiği eylemlere katılım çoğu zaman bin kişiyi bile aşmıyor. Dörtlünün çağrısıyla yapılan grevler hep kağıt üstünde kalıyor. Hükümetleri korkutan onlar değil, Türk-İş'in katılımı ve bu katılımla birlikte tüm çalışanları birleştiren Emek Platformu'nun ayağa kalkması. Dörtlü yasanın mecliste görüşüldüğü şu dönemde ayrı eylem kararı alıp, Emek Platformu'nu bölmesi hükümetin işini kolaylaştırdı.

Türk-İş
AKP uşağı mı?

Türk-İş Başkanı'da her sendika yöneticisi gibi grev yapmaktan, hükümet ve egemen sınıfla cepheden çarpışmaktan kaçıyor. Ancak sendika yöneticilerinin tutumunu belirleyen tabandır. Türk-İş üyesi işçilerin sosyal yıkım yasalarına karşı 80'lerin sonunda bu yana direniyor. İki hafta önceki sokak eylemlerinde ne kadar öfkeli olduklarını gösterdiler. Türk-İş yönetimi ilk fırsatta uzlaşsa da tabanından tamamen kopamaz.
Türk-İş yönetimi 12 Eylül sonrası hükümete çalışma bakanı vermişti. Sosyal demokratlar uzun yıllar Türk-İş'e hakim oldu. Onların uzlaşmacılıkları MHP'li sendikacıların önünü açtı. Bir önceki yönetim artık ulusalcılaşmış sosyal demokratlarla faşist sendikacıların ittifakıydı. Kısacası en kitlesel işçi örgütünün yönetimine yaygın politik akımlar damgasını vurdu hep. Ancak tüm bu dönemlerde tabana harekete geçmek istediğinde Türk-İş yönetimi de sokağa çıkmak zorunda kaldı.
1992-2001 yılları arasında işçi hareketinin en mücadeleci kanadı olmuş KESK'le Türk-İş tabanının yan yana gelmesi sonucu bu ülkede iki hükümet yıkıldı. Sol eğilimli işçiler sağı destekleyen işçileri Emek Platformu çatısının sağladığı birlikle etkilemeyi başarmıştı. Türk-İş'i 'AKP uşağı', 'uzlaşmacı', 'düzen örgütü' olarak suçlayanlar tabanında yer alan işçileri küfrettikleri sendikacılara terk ediyor.

Emek Platformu neden bölünüyor?
KESK, DİSK, TMMOB, TTB'ye hakim olan sol grupların sendikal harekete yanlış bakışı Emek Platformu'nu dinamitliyor.
KESK yönetimini birkaç küçük sol parti belirliyor. KESK öncelikli işinin demokrasi mücadelesi olduğunu söylüyor. Grev inşa etmek yerine basın açıklamaları, Ankara yürüyüşleri gibi protesto eylemlerini tercih ediyor. Bu anlayış KESK'i küçülttü. Dün kamu emekçileri arasında en büyük konfederasyon KESK iken bugün faşistlerin T. Kamu-Sen'i yetkili sendika oldu. Ancak KESK yönetimi küçüldükçe keskinleşiyor. İşyerlerindeki her düşünceden çalışanın ortak sorunları yerine yönetimindeki siyasetlerin dayattığı politikaları savunuyor. Bu siyasetlerin tamamı başında olmadıkları Türk-İş'i baştan gerici olarak görüyor.
TMMOB ve TTB'de KESK'le aynı yoldan ilerliyor.
Üye sayısı ve örgütlülüğüyle herhangi bir yaptırım gücüne sahip olmayan, Tekstil-İş başta olmak üzere bir çok sendika delegesi ve yöneticisi bugün MHP'lilerden oluşan DİSK ise Türk-İş'le rekabet ederek ayakta kalmaya çalışıyor.
Çalışanların birlik isteği dörtlüyü Türk-İş'e itse de bu yanlış gelenek kolayca kopabiliyor. 1995'ten bu yana 4 "solcu" emek örgütünün yönetici koltuklarına oturanlar en az hükümet kadar Türk-İş'e de karşı mücadele ettiler. 1 Aralık 2000'de en son birleşik grevini yapan Emek Platformu ancak 8 yıl sonra yeniden ayağa kalkabildi. Ancak hemen yere serildi.
Sendikal rekabet ve bölünmeden çalışanlar kaybediyor.
KESK, DİSK, TTMOB ve TTB üyeleri kendi yöneticilerine Türk-İş’ten kopmamaları, Emek Platformu’nu dağıtmamaları için baskı yapmalılar. Yoksa azgın yeni-liberal AKP’yi durdurmak bir hayal olarak kalacak.

Sendikalar: Türkiye’de 20 milyon civarında ücretli emekçi çalışıyor. Çalışma Bakanlığı verilerine göre 3 milyon 300 bin kadarı sendika üyesi. Sendikaların kendi rakamlarına göre ise sendikalı işçi sayısı 3 milyonun altında. Sendikal örgütlülüüğüne paralel olarak konfederasyon sayısı artıyor. Türk-İş, Hak-İş, DİSK, KESK, T. Kamu-Sen ve irili ufaklı diğer sendikal yapılarla Türkiye işçi sınıfı tam bir örgütsel bölünme içerisinde.
Emek Platformu: 1990’ların başında Türk-İş, KESK ve DİSK yan yana gelmesi ile kuruldu. Tüm emek ve emekten yana örgütleri kapsayan etkili bir çatı oldu.
Türk-İş: 1 milyondan fazla üyeye sahip en büyük işçi örgütü. İşyeri örgütlenmeleri çok güçlü. Tabanında her fikirden işçi bulunuyor. Sık sık sokağa çıkmıyor. Çıktığı an peşinden grev geliyor.
Dörtlü: KESK, DİSK, TTMOB, TTB’den oluşan sol sendikaların birliği. Yönetimindeki anlayışlar sendikaları sol siyasetin basit bir uygulama aracı olarak görüyor.
Kızıl sendikacılık: Sendikaların yönetiminde sosyalistlerin bulunmasını, sendikaların asıl asıl olarak devrimci mücadele yürütmesini öneren sekter ve stalinist anlayış.


GÖRÜŞ
Başörtülü editörün yazarları
"Tüm insanlar... bazı vazgeçilemez haklara sahiptir; yaşam, özgürlük ve mutluluğu arama hakları da bunların arasındadır. Bu hakları güvence altına almak amacıyla, insanlar kendi aralarında yönetimler kurar; ... herhangi bir yönetim biçimi, bu hedeflere ulaşmada engelleyici olmaya başladığında, bu yönetimi değiştirmek ya da devirmek, yeni bir yönetim kurmak... halkın hakkıdır".
Amerika Birleşik Devletleri'nin 1774 tarihli Bağımsızlık Bildirgesi, "yaşam, özgürlük ve mutluluğu arama haklarını" engelleyen yönetimlerin halk tarafından devrileceğini kabul eder.
Halkın her istediği yönetimi devirme hakkını, Amerika'nın kurucuları gibi, biz sosyalistler de kabul ediyoruz elbet. Kabul etmek ne kelime, coşkuyla destekliyor, heyecanla bekliyoruz.
Bir de, Amerika'da değil ama Türkiye'de, halkın devirmeye niyetli olmadığı yönetimleri, hatta halkın büyük ölçüde memnunluk ifade ettiği yönetimleri başkalarının devirme hakkı olduğunu savunanlar var.
Bunlardan bir kısmı, halk ne düşünürse düşünsün, askerlerin yönetim devirme hakkına sahip olduğunu düşünür. Bunlar, Cumhuriyet ve Aydınlık gazetelerinde yazı yazar ve bu gazeteleri okur.
Bir kısmı ise, yönetim devirme hakkının halka değil, askerlere de değil, "hukuk" adlı bir şeye ait olduğunu savunur. Bunlar, başta Hürriyet olmak üzere pek çok gazetede yazı yazar. Ve "hukuk" denen bu şeye çok önem verdikleri için, hepimiz hukuka (yani AKP'ye kapatma davası açanlara) saygılı olmaya davet ederler.
Star gazetesini birkaç ay önce Müslüman işadamı Remzi Gür satın aldı. Yavaş yavaş Müslümanlaşan gazetenin 'Açık Görüş' ekinin editörü başörtülü bir kadın.
'Açık Görüş'te bu hafta, hiç tanımadığım Şaban Çalış imzalı bir yazıda, benim "Cumhuriyet ve Aydınlık yazar ve okurları" dediklerim hakkında şöyle deniyor:
"Kızıl Elma Koalisyonu söylemleriyle başlayan ve ulusalcılar olarak kendilerine bir adres bulmaya çalışan bu yeni hareket... başta vatan, millet, din, iman, şehit, istiklal gibi kelime ve kavramları sıkça kullanıma sokup bunların taşıdığı tarihsel anlamlara referansta bulunarak bunların gölgesinde siyaset yapmaya çalışıyor. Vatanseverler, ama vatanı kendi ütopyalarındaki gibi renksiz bir yer, sadece kendi yandaşlarının yaşadığı bir toprak parçası olarak görmek istiyorlar. Ermenileri sevmiyorlar. Kürt lafını ağızlarına bile almamaya çalışıyorlar. Mozaikten hoşlanmıyorlar. Bir yandan Milli Mücadele, Kuvayı Milliye, İrade-i Milliye, Hakimiyet-i Milliye gibi terkipleri sıkça kullanırken... bunların işaret ettiği milletin kendisi, reyi ve değerlerine karşı da kıyasıya muhalefet ediyorlar".
Yine 'Açık Görüş'te hiç tanımadığım Vahap Coşkun imzalı bir yazıda, benim "hukuk meraklıları" dediklerim hakkında şöyle deniyor:
"Merkezde bulunan bürokratik kurumlar, zeminin altlarından kaydığı ve iktidarın ellerinden uçup gittiği hissine kapılmış durumda. Bu ise, bugüne kadar toplum karşısındaki hiyerarşik üstünlüklerinin ve imtiyazlarının kaybı anlamına geliyor. Askeri ve siviliyle bürokrasi, ayrıcalıklı ve avantajlı konumunu muhafaza etmek ve iktidarını ... devam ettirmek istiyor. Bunun için her zaman yaptığı gibi 'hukuk' adı altında basbayağı gayri-hukuki 'delil'lere sığın[ıyor]... Dolayısıyla... durum, bazılarının iddia ettiğinin tersine, hukuki bir durum değildir. Bugün yaşanmakta olan, kendini merkezin değerlerini gözetmekle mükellef sayan yargının, çevre değerlerini temsile soyunan iktidar partisine doğrudan muhalefet yapması ve iktidar mücadelesini mahkeme kapısına taşımasıdır".
İlhan Selçuk'la Ertuğrul Özkök'ün yazarları mı daha makul sizce, başörtülü editörünkiler mi?
Roni Margulies