Sosyalist İşçi 319 (4 Nisan 2008)
Unutmayacağız, unutturmayacağız!
Sahiden mi?
Susurluk kazasından sonra büyük bir toplumsal tepki yaşandı. Bu tepkinin önünde ve içinde sol, çetelerden hesabın mutlaka sorulacağını haykırdı. "Çeteler halka hesap verecek" sloganı sık sık atıldı. Defalarca yürüyüşler yapıldı, süpürme eylemleri, basın açıklamaları yapıldı.
Önemli bir adım atılmış oldu. Dönemin bir dizi çete ilişkisi açığa çıktı, kontrgerilla örgütü milyonlarca insanın gözünde teşhir oldu.
Derin devleti teşhir eden sol
Bir dizi siyasinin çete bağlantıları teşhir oldu, kulaktan kulağa kontrgerilla içinde yer aldığı söylenen ama açıktan ifade edilemeyen kurumların "derin" bağlantıları teşhir edildi. Gizlenemez hale geldi.
Sol bu dönemde etkin oldu, Susurluk çetesinin teşhir edilmesinde, "derin devlet" bağlantılarının eleştirisinde rol oynadı.
Susurluk kazası sol adına önemli bir gelişmeydi, binlerce cinayet işleyen, her sıkıştığında darbe tertiplemek isteyen bir cinayet şebekesinin ipinin pazara çıkartılması siyasal demokrasinin alanının genişletilmesi için çok önemli bir fırsat sunuyordu.
28 Şubat ve sol
Ama 1997 yılında bugün artık bize çok tanıdık gelen bir gelişme yaşandı. Ordu 28 Şubat'ta muhtıra verdi. Muhtıra siyasal İslamcı Erbakan'ın hükümetine verildi. Muhtırayla birlikte çetelere karşı başlayan büyük tepki dalgası son buldu. Sol sesini kesti.
Bugün Ergenekon karşısında sessiz kalan, hatta Ergenekon'la AKP'yi aynı kefeye koyan, hatta ve hatta AKP'yi Ergenekon'dan daha tehlikeli bir güç olarak algılayan solun kaderi, 28 Şubat muhtırası karşısındaki tutumuyla belli olmuştu.
Bugün solcular, darbe çağrısı yapan, Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde "şeriata karşı" laikliği koruyacak temel güç olarak orduyu öven İlhan Seçluk'a "abi" demekte. İlhan Selçuk'un göz altına alınma şeklini protesto ediyor ama darbe çağrısı yaptığını görmezden geliyor.
Susurluk kötü ya Ergenekon
Parlamentoda sol parti gibi duran CHP ve DSP Doğu Perinçek'in göz altına alınmasını "aydınlarımız göz altına alındı" diyerek protesto ediyor.
Susurluk günlerinde avazı çıktığı kadar "Çeteler halka hesap verecek" diyenlerin, Susurluk'tan çok daha ayrıntılı bir biçimde cuntacı bir terör örgütü olarak teşhir olan Ergenekon karşısında sesi çıkmıyor.
Bunun görünen iki nedeni var: Birisi solun darbeden korkması. Ses çıkartmazsa, tepki göstermezse darbenin savuşturulacağını düşünen solcular, üzerine son hızla gelen otomobilin ışıkları karşısında taş kesilen tavşan misali aslında darbeye teslim oluyor. "Kaos" ortamının derinleşmemesi için sessiz kalmanın uygun olacağını düşünmek, darbecilere tepki göstermemekle eş anlamlı. "Kaosun" sorumlusu olan, ses çıkartılmadığında, büyük bir darbe karşıtı platform örgütlenmediğinde ellerini kollarını sallayarak cunta tezgahlayanlar önlerinin açık olduğunu, istedikleri adımı rahat rahat atacaklarını düşünüyor. Gerçek kaos burada başlıyor zaten.
28 Şubat travması
Solun ses çıkartmamasının ikinci nedeni ise hala 28 Şubat travması yaşaması. 28 Şubat 1997'de, bir dizi sol yayında, bugün "İlhan abi" gözyaşları döküleceğinin işaretleri verilircesine "İlerici darbeler ya da ilerici ordular" yazıları görülmeye başladı. JİTEM ayan beyan ortadayken ilerici darbeden söz etmek için tarif edilemez bir korkuyla yaşıyor olmak gerekir. Ama bu korkudan daha önemlisi, 28 Şubat'ın, gerçekten de İslamcı iktidara karşı ilerici bir rol oynadığının düşünülmesi. 28 Şubat travması işte bu sürecin adı.
Darbeye ses çıkartılmazsa darbenin savuşturulacağının düşünülmesinin ardında, İslamcı hareketin darbeyi hak ettiğinin düşünülmesinin ardında, "madem bizim gücümüz bu İslamcıları siyasal alanda yenmiyor, o zaman daha büyük bir güç, silahlı bir güç bu işi hepimiz adına halletsin" şeklindeki naif yaklaşımın ardında, 28 Şubat travması yatıyor.
Solun kemalist damarı
Peki ama 28 Şubat travmasının ardında ne yatıyor? Sol neden Susurluk'a karşı 28 Şubat muhtırası gerçekleşene kadar politik motivasyonu yüksek bir mücadele örgütlerken, 28 Şubat'tan bugüne, bugün Ergenekon terör örgütüne karşı sesini çıkartmıyor.
Sol neden AKP ile Ergenekon'u aynı kefeye koyuyor?
En iyisinden neden, "darbeye hayır…" dedikten sonra, "Ama", "Fakat" demek zorunda hissediyor kendisini?
Bu sorunun basit bir açıklaması var. Bu sol ne yazık ki Kemalist!
Bu solun kullandığı sınıflar mücadelesi argümanı, ne yazık ki tepeden inmeci ezbere bir yaklaşımın ürünü.
Bu sol, özgürlükçü değil, elit. Özgürlüklere yaklaşımı, ezilen sınıfların talepleri ve her günkü mücadelesinde şekillendirdiği istekleriyle değil, 1923 yılında kurulan cumhuriyet değerleriyle sınırlı.
Ermeniler üzerinde şiddet uygulayan, Kürtler üzerinde şiddet uygulayan, işçiler üzerinde şiddet uygulayan, siyasal İslamcılar üzerinde şiddet uygulayan bir rejimin ilerici olarak algılanması, bu rejimin en sağlam ayağı olan ordunun "şeriata karşı" ilerici olacağı düşüncesini beslemekle kalmıyor sadece.
Bir terör örgütü olan, ama gerçek bir terör örgütü olan Ergenekon neredeyse meşrulaştırılıyor.
Yeni bir sol: Şimdi değilse ne zaman?
Sol artık can çekişiyor. Darbeci bir sol, Kemalist bir sol, bir siyasi harekete karşı askerleri destekleyen bir sol, cuntacı, statükocu bir sol, Ergenekon'u neredeyse alkışlayan bir sol, en iyi ihtimalle "ne o ne bu ne de şu" diyen bir sol, sol değildir.
Hrant Dink'i öldüren iklimi yaratanları "İlhan abi" göz yaşlarıyla anan bir sol, sol değildir. Susurluk travmasından sonra sol tedavi olamamıştır. Ergenekon ise solun harakirisi olmuştur.
Şimdi yeni bir solu, darbeye "Amasız, fakatsız" karşı çıkan bir solu, kemalizmle hiçbir siyasi, teorik ve duygusal bağı kalmamış olan bir solu, gerçekten adı değil eyleminin içeriği özgürlükçü olan bir solu, ordudan medet uman değil orduyu egemen sınıfın "içerde" uygulayacağı şiddetin en temel aracı olarak gören bir solu, milliyetçi değil enternasyonalist olan bir solu yaratmanın zamanıdır.
Sosyalist İşçi uzun bir süredir böyle bir solun, yeni bir solun şekillenmesi için mücadele vermektedir.
Şenol Karakaş
Susurluk Gladyodur
Bugün Ergenekon’la ortaya çıkan karanlık ilişkiler zinciri, yeni bir olguymuş gibi ortaya sürülüyor. Ergenekon’un hiyerarşik yapılanmasından, tepedeki isimlerin kim olduğuna kadar bir dizi ayrıntılı hatta kafaları bulandıran bilgi bombardımanı altında toplum gelişmeleri izliyor. Türkiye’de kontrgerilla faaliyeti uzun yıllardır bilinen bir gerçek. Türkiye’nin on yıllarına damgasını vurmuş bu terör örgütü sayısız cinayetin ve katliamın hem planlayıcısı hem uygulayıcısı. Devletin üst yönetimiyle organik ilişkilere sahip olmasından dolayı da bir türlü açığa çıkarılamamış, dokunulamamış.
Derinlerde bir devlet var orda
Ergenekon’la ortaya çıkan yeni olgu darbe girişimlerinin açığa çıkarılması ve üst düzey generallerin bu yapıdaki rolü. Oysa 12 yıl önce Balıkesir’in Susurluk ilçesinde 3 Kasım 1996’da gerçekleşen kaza sonrası ortaya çıkan derin devlet ilişkileri değerlendirilebilseydi, bu konuda oldukça iyi adımlar atılmış olacaktı. Bir kamyonun lüks bir otomobile çarpmasıyla ortaya çıkan ilişkiler, o dönem toplumda büyük bir şaşkınlığa ve öfkeye neden olmuştu. Otomobilin içinden, 1978’te Ankara Bahçelievler’de 7 Türkiye İşçi Partili gencin katledilmesi de dahil sayısız cinayete bulaşmış katliam sanığı Abdullah Çatlı, Urfa’da bulunduğu bölgede terör estiren 10 bin korucuya sahip DYP milletvekili Sedat Bucak ve terörle mücadele timi ile özel harekatın kurucusu üst düzey emniyet görevlisi Hüseyin Kocadağ çıktı.
Veli Küçük sahnede
Kocadağ ve Çatlı kazada ölürken, Bucak sadece yaralı olarak kurtuldu. Kazanın gerçekleşmesiyle, medyada yer alan ismiyle devlet-mafya-siyaset üçgeninin bütün ilişkileri de ortaya döküldü. Kocadağ ve Çatlı’nın cenazelerinde neredeyse devlet töreni düzenlendi. Dönemin başbakanı Tansu Çiller “bu devlet için kurşun atanda, kurşun yiyende kahramandır” diyerek katliamcılara sahip çıktı. Dönemin içişleri bakanı Mehmet Ağar’da emniyet müdürü Kocadağ’ın, katliam sanığı Çatlı’yı polise teslim etmek üzere yola çıktığını söyleyecek kadar telaşlanmış durumdaydı. Oysa emniyet müdürü Kocadağ, Çatlı’nın şoförlüğünü yapıyordu.
1000 operasyon yapmakla gurur duyan eski emniyetçi Mehmet Ağar, kamuoyunun baskılarına daha fazla dayanamayarak kısa süre sonra içişleri bakanlığından istifa etti.
Katliam sanığı Abdullah Çatlı’yı ilk olarak 12 Eylül darbecileri korudu. Ona sahte pasaport düzenleyerek, ülke dışına çıkmasını sağladılar. Kaza öncesi yıllarda ise bir çok sahte belgesini doğrudan Mehmet Ağar’dan aldı. Çatlı kazadan kısa süre önce son konuşmalarından birini, bugünün önde gelen Ergenekoncusu olarak lanse edilen Veli Küçük ile yaptı. Çatlı ve çetesine JİTEM kimliği sağlayan isim Küçük’tü.
Kazanabilirdik
1997 şubatında temiz toplum istemiyle başlayan, aydınlık için bir dakika karanlık eylemi toplumda geniş yankı buldu. Eyleme milyonlarca kişi katıldı. Bu süreçte milyonlar çetelerin açığa çıkarılması ve yargılanması için irade gösterdi. Fakat bir dizi yanlış, örneğin çetelerin yerine, solun şeriatı hedef tahtasına oturtması politikasında olduğu gibi ölümcül hata 28 Şubat darbesiyle birleşince Susurluk’un yani kontrgerillanın üzeri örtüldü.
Kirli eller dışarı, temiz eller içeri
Susurluk kazasında özel timcilerde dahil olmak üzere kimse doğru dürüst yargılanmadı. Kürt işadamlarını öldürenler, Gündem gazetesini bombalayanlar, uyuşturucu çatışmasına girenler, yani bin operasyon yapan katiller tek tek delil yetersizliğinden salıverildi. Çeteyle ilişkileri açığa çıkan Veli Küçük’e ise o dönem hiçbir şekilde dokunulamadı. Küçük meclis araştırma komisyonuna ifade vermeye bile tenezzül etmedi. Mehmet Ağar ve Bucak dokunulmazlık zırhlarına büründüler. Bugün bile Ergenekon’un bir ucu hala onlara dokunmadı. Susurluk kazası sonucu yalnız bir kişi yargılandı. O da kamyon şoförü. 3.5 yıl ağır hapis cezası aldı ve yüklü bir tazminata mahkum edildi. Koskoca çete çarpa çarpa gariban bir emekçiye çarptı.