Sosyalist İşçi 320 (11 Nisan 2008)

 

Sayfa 4:


6 Nisan'da binlerce çalışan sosyal yıkım yasasına karşı yürüdü
Türk-İş olmadan
kazanamayız
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yası Tasarısı Meclis'te görüşülürken İstanbul'da Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu tarafından organize edilen mitinge binlerce emekçi, çok sayıda siyasi parti ve meslek örgütleri katıldı.
İstanbul eylemini iptal ederek eyleme katılan Eğitim-Sen Mitingin en kalabalık kitlesini oluşturdu. Mitinge Türk-İş'e bağlı Yol-İş, Harb-İş, Petrol-İş, Tümtis, Hava-İş, Tez-Koop İş, Haber-İş ve Basın-İş sendikaları da kitlesel bir şekilde katıldı.
DİSK kortejinde ise Birleşik Metal-İş Sendikası kalabalıktı. Bunun dışında Emekli Sen, Nakliyat-İş, Genel İş, Sine-Sen ve Genç-Sen de DİSK kortejindeki yerlerini aldılar.
KESK pankartının arkasında ise Eğitim-Sen, SES, Kültür-Sanat Sen, BES, Tüm Bel-Sen, Tarım Or Kam-Sen üyeleri yürüdüler. Meslek örgütleri içinde ise Eczacı odaları üyelerinin mitinge kitlesel bir şekilde katıldığı görüldü.

14 Mart'tan
6 Nisan’a
Mitinge katılım sayısı on binleri aştı. Bilindiği gibi 14 Mart iş bırakma eylemi öncesinde toplanan Emek Platformu genel grev çağrısı yapmıştı. Türk-İş'in sürece dahil olmasıyla hava da hemen değişmiş, genel grev çağrısı yaygın bir biçimde hayat bulmuştu. Yaygın bir iş bırakma sonucunda da Hükümet sendikalarla tekrar görüşme sürecini başlatmıştı. Ancak görüşmelerde masaya birlikte oturan Emek Platformu masadan birlikte kalkma becerisini gösteremedi ve tekrar dağıldı. Hak-iş ve Türk-İş süreçten koptu. Bütün bu sürece damgasını vuran gelişme ise hiç kuşkusuz AKP'ye açılan kapatılma davasıydı. Bu dava SSGSS yasasına karşı mücadeleyi de etkiledi. Türk-İş ve Hak-İş AKP'nin kapatılmasına karşı tutum alırken, sol siyasi örgütler, DİSK, KESK ve meslek örgütleri sorunu görmezden ve duymazdan geldi-ler. Bu sessizlik sınıf hareketine olumsuz anlamda yansıdı ve sonrasında yapılan eylemlerde gözle görülür azalma oldu. 1 Nisan'da gerçekleştirilen iş bırakma eylemi de 14 Mart'taki gibi yaygın olmadı.

Mitingin eksiği
Türk-İş'e bağlı bir çok sendika alandaydılar ve 6 Nisan mitingine katılanların çoğu Türk-İş üyeleriydi. Konfederasyonlarının eyleme çıkmamasına öfkeliydiler.
Emek Platformu'nun kendini "ilerici sendikalar" diye tanımlanan kesiminin Türk-İş'i yukardan kazanma dışında herhangi bir çabası olmadı. Mitingle ilgili yaygın bir biçimde bildiri dağıtımı ve afişleme çalışmaları yapılmadı. İş-yerlerinde toplantılar örgütlenmedi. Eylem her zamanki gibi basın ve SMS ve e-mail aracılığıyla örgütlendi. 6 Nisan’da bu kesimden sendikal rekabet içeren sloganlar yükseldi. Oysa mitinge katılan çalışanların ortak vurgusu birlikdi.

Üç maymunu
oynamak
Mitinge katılan diğer siyasi partilerin atığı sloganların gündemini, ne SSGSS yasası oluşturuyordu, ne de genel politik atmosfer. Sol kendi havasında, kendi sloganlarıyla baş başaydı. Bu anlamda da mitingin bütünlüklü bir duruşu yoktu.
Mitingin bir başka eksiği de politik atmosfere ilgisiz-liğiydi. Solun emekçilerin gündemini Ergenekon soruşturması, AKP ve DTP'nin kapatılma davası dışında tutarak üçüncü bir yol oluşturma çabası mi-tingde de kendini hissettirdi. Sendikalar, meslek örgütleri ve sol siyasi partiler cumhuriyet tarihinin Susurluk'tan sonraki en büyük çetesi olan Ergenekon soruşturması, AKP ve DTP'nin kapatılmasıyla ilgili büyük sessizliklerini miting boyunca da sürdürdüler. Küresel Eylem Grubu dışında bu meseleye değinen hiçbir grup olmadı. Sendikalar, meslek örgütleri ve sol siyasetler üç maymunu oynar durumdaydılar. Kürt illerinin yüzde 90 oyunu almış, batıda ise her iki kişiden birinin oyunu alan bir partinin yargı darbesiyle kapatılması konusunu emekçilerin gündeminden uzak tutmaya çalışan, üçüncü bir yol oluşturma çabasında olan sol, ne yazık ki yanılıyor. Çünkü toplumun büyük bir kesimi bu meseleyle ilgileni-yor. Emekçilerin SSGSS Yasası'nı durdurması da, her türlü talebi de kazanması bu konuda hangi tarafta durduğuna bağlı.

Genel grev,
ama nasıl?
13 ve 14 Mart'ta sık sık atılan genel grev sloganları da kürsü dışından ne yazık ki çok fazla dile getirilmedi.
Mitingde kürsüden yapılan konuşmalarda dile getirilen genel grev talebini gerçekleştirmek için sınıfın bir bütün olarak hareket etmesini sağlamak, bunun için de Türk-İş'i kazanmak gerek.
Türk-İş olmadan SSGSS Yasası'nı durdurmak mümkün değildir. Türk-İş olmadan genel grev olmaz. 13-14 Mart eylemleri bize bunu gösterdi.
Türk-İş Yönetimi başka bir şey, Türk-İş üyeleri başka bir şeydir.
"Türk-İş AKP'nin arka bahçesi" ithamları sınıfın birliğini sağlamak açısından çok fazla bir şey ifade etmemektedir.
13 Mart'ta Taksim'de "Yalancı Başbakan istemiyoruz" diye yürüyen Türk-İş işçileridir. Muhtemelen de büyük bir kısmı AKP'ye oy vermişlerdir. SSGSS'yi durdurmak için o işçilerle birlikte hareket etmek gerekiyor.
Milyonlarca kişinin harekete geçmesini sağla-yacak bir kampanya inşa etmek, en önemlisi de darbeye ve darbecilere karşı net bir duruş sergilemek gerek.
Bu duruş bizi AKP'nin yanına itmez, aksine AKP'nin tabanının, yani Türk-İş işçisinin örgütlü ve örgütsüz çalışanların bize bakmasını sağlar.

Çağla Oflas


GÖRÜŞ
İyi darbe, kötü darbe!
Ne zaman oldu, tam bilemiyorum, ama günlerden bir gün en azından bazı çevreler tarafından "aydın" olarak düşünülmeye başlandım. Kendimde herhangi bir aydınlanma olduğunu ben farketmemiştim, fakat imzalamam için çeşitli bildiriler gelmeye başladığında değişmiş olduğumu anladım.
Bu bildirilerden ilkini hiç unutmuyorum. İmzalamayı reddettiğim belki de tek bildiri olduğu için.
Bildiriyi, Amerika'da oturan bir çocukluk arkadaşım göndermişti.
Yugoslavya'da, Sırplar, Hırvatlar ve Bosnalılar arasında vahşi bir savaş sürüyor, on binlerce insan öldürülüyor, her üç taraf da toprak üzerinde hak iddia edebilmek için etnik temizlik yapıyordu.
Bildiri ABD başkanı Bill Clinton'a hitaben yazılmıştı. Arkadaşımı aradım, "Yahu", dedim, "açıkça söylenmemiş ama, bu bildiri Amerika'nın askeri müdahalesini talep ediyor galiba".
"Elbette", dedi arkadaşım, "bu kadar masum insanın ölmesini başka nasıl engelleyebiliriz ki?"
"Peki", dedim, "madem Amerikan ordusunun bir ülkeye barış ve kurtuluş götürebileceğini kabul ediyorsun, o zaman yarın başka bir ülkeye müdahale ettiklerinde nasıl karşı çıkabileceksin? Tutarlı olman gerekmiyor mu?"
Anlaşamadık; ben bildiriyi imzalamadım.
Sonra, 30 Ağustos 1995'te Amerika'nın önderliği altındaki NATO uçakları Belgrat'ı bombalamaya başladı, 400 uçak 20 Eylül'e kadar 3515 uçuş yaparak başkenti cehenneme çevirdi, çok sayıda sivil öldü.
Daha sonra, yine barış ve demokrasi götüreceğini iddia ederek Amerika Afganistan'a askeri müdahalede bulundu. Daha sonra, yine aynı iddialarla, Irak'a saldırdı. Bu iki saldırı ve halen sürmekte olan işgaller sonucunda şu ana kadar bir ile iki milyon arasında masum sivil öldü.
Arkadaşım ne Afganistan, ne de Irak saldırısını destekledi. Ama bir kere Belgrat'ta kendi bindiği dalı kestikten sonra, pek diyeceği bir şey kalmamıştı.
Türkiye solunda pek çok kişi bindiği dalı 27 Mayıs 1960'ta kesti. Bir avuç yüzbaşı, aralarına bir de general katarak, tümüyle meşru bir hükümeti devirdiğinde, sonra da o hükümetin başbakanını astığında, soldan pek bir itiraz gelmedi. Niye? Çünkü darbeci subayların bir kısmı, çok muğlak bir anlamda "ilerici" olarak yorumlanabilecek görüşlere sahipti ve solun onaylayacağı birçok ismi de kapsayan bir komisyona mevcut anayasadan daha iyi bir anayasa hazırlattılar.
Bunu onaylayan, hem zamanında hem de daha sonra 1960 darbesini eleştirmekten kaçınan sol, askerlerin özgürlük getirebileceğini, halkın seçilmiş temsilcilerinin asker tarafından devrilmesinin meşru olabileceğini kabul etmiş oldu.
Bununla da kalmadı. Birkaç yıl sonra, 1971 darbesinin hemen öncesinde, bugün yere göğe sığdırılamayan devrimci önderler hâlâ "ilerici" subaylarla birlikte çalışmak için çabalıyor, "ilerici" darbe umutları besliyordu.
Bununla da kalmadı. Necmettin Erbakan hükümeti 28 Şubat 1997'de bir muhtıra ile devrildiğinde, soldan yine tıs çıkmadı. Dolayısıyla sol, beğenmediği bir hükümetin asker tarafından alaşağı edilmesini yine onaylamış oldu, askeri müdahalenin meşruluğunu yine kabul etmiş oldu.
Bugün yine aynısını yapıyor sol. "Biz kurtulamıyoruz bu hükümetten, bari asker kurtulsun, ses çıkarmayalım" diyor.
Kese kese, altımızda dal kalmadı. Halkın gözünde de, doğal olarak, Türk solunun hiçbir meşruluğu kalmadı.
Roni Margulies