Sosyalist İşçi 320 (11 Nisan 2008)

 

Sayfa 6-7 : Orta Sayfa


Darbelerin sonuçlarından kimse kaçamaz

Tarafsız kalma, demokrasiyi savun!

AKP'yi kapatma girişimi hızlanıyor. DTP'nin kapa- tılması neredeyse gerçekleşmiş gibi kabul ediliyor.
Parti kapatmayı engelleyecek bir anayasa değişikliği sert uyarılarla durduruldu. 1982 anayasasının ne gibi engel ve tuzaklarla dolu olduğunu geçen yaz 367 krizinde görmüştük. Anayasanın bütünü değiştirilmeden parti kapatmanın engellenemeyeceği bir kez daha açığa çıktı.
Ergenekon operasyonunun rahatsız ettiği çevreler "darbe olacak" söylentisiyle tüm demokratikleşme girişimlerini engelliyor.
Darbe yanlıları sandıkta alt edemedikleri AKP'yi kapattıktan sonrasını tartışmaya başladılar bile.
AKP kapatıldıktan sonra kurulacak yeni merkez partisinin rejim için herhangi bir tehdit oluşturmayacak biçimde yapılanması, başına "makul" bir ismin geçirilmesi, sandıkta yok edilen DYP ve ANAP gibi bir parti doğması isteniyor.
22 Temmuz seçimlerinde toplumun büyük çoğunluğu tarafından reddedilen CHP-MHP koalisyonu önerisi yeniden ısıtılıyor.
AKP'nin kapatma davasına ilişkin tutumu yakında açıklanacak. Ancak muhafazakar ve liberal bir parti olan AKP'nin kendisine oy veren milyonları sokağa dökerek demokrasiyi savunmayacağı daha baştan kabul ediliyor.
Her seferinde darbe sopasını kullanan 'sahiplerimiz' AKP'yi köşeye sıkıştırırken büyük patronlar kendilerine istikrar ve ekonomik büyüme sunan partiyi yalnız bırakmış gözüküyor. Darbecilerle AKP'ye uzlaşma çağrısı yapan TÜSİAD 1982 anayasasının hızla değiştirilmesi girişimine karşı çıktığını zaten söylemişti.
Gözlerimizin önünde büyük bir savaş sürüyor. Egemen sınıf adına devleti yöneten Kemalist bürokratik elitle AKP'nin çatışması çalışanlara bir şey kazandırır mı?
1950'de Menderes liderliğindeki Demokrat Parti'nin seçimlerden başarıyla çıkmasının ardından gerçekleşen her darbe tam tersini gösterdi.
İlerici bir darbe olarak sunulan 27 Mayıs, CHP'nin kışkırtmasıyla ordu tarafından sanayi sermayesinin sözcülüğünü üstlenen DP'ye karşı yapılmıştı. Ancak kaybeden işçi sınıfı ve sol oldu.
DP'nin devamcısı olan Süleyman Demirel liderliğindeki AP ile CHP'nin kıyası kavgası sandıkta çözülmemiş, 12 Mart 1971'de muhtıra ile askerler iktidara el koymuştu. İki düşman gücün birbirini yemesinin önlerini açacağını bekleyenler bu hatayı canlarıyla ödedi.
27 Mayıs ve 12 Mart darbelerinin ayaklar altına aldığı demokrasi yıllarca toparlanamadı. 12 Eylül kapıdan girdi ve hiç de "ilerici" mesaj taşıma kaygısı olmadan solu ve sağı dağıttı.
28 Şubat’ta başlıca tehdit “irtica” olmuştu. Ama sonuçlar yine değişmedi. Toplum laikler ve dindarlar olarak bölünürken demokratikleşme engellendi.
Darbeler hangi gerekçeyle, kime karşı yapılmış olursa olsun emekçi sınıfların aleyhine sonuçlar yarattı.
Demokrasi darbeyle her kesintiye uğradığında çalışanların ücretleri, ekonomik, sosyal ve siyasal hakları ellerinden alındı.
Bugün AKP ve darbeciler arasındaki çatışmada tutum almayıp, birbirlerini yedikten sonra solun zamanı geleceğini sananlar büyük bir yanılgı içerisinde.


28 Şubat 1997
‘Post-modern’ vuruştan e-muhtıraya
3 Kasım 2006’da Susurluk’ta açığa çıkan kontrgerilla toplumun geniş kesimlerinin demokrasiyi savunmak için harekete geçmesini sağlamıştı. “Aydınlık için 1 dakika karanlık” eylemlerine katılan yüzbinlerin karşısına “irtica” tehdidi kondu. Eylemler sönerken bu kez darbeciler devreye girdi.
28 Şubat darbesi Susurluk çetesi olarak anılan karanlık yapının üzerine gidilmesini engelledi.
28 Şubat 1997'de genelkurmayın yayımladığı muhtıra ile yüzde 20'den fazla oyla hükümet kuran Refah Partisi devrildi.
1997-2001 yılları arası darbenin yarattığı milliyetçi havayla işbaşına gelen MHP-DSP-ANAP hükümeti IMF programını acımasızca uyguladı.
Bu dönemde çalışanlar ücretlerinin yüzde 40'a yakınını yitirdi.
Sendikalar laikliği savunmak adına darbeye destek verip sokaktan uzak durdu.
Uzlaşma adı altında patron örgütleriyle yan yana gelen sendikalar güç kaybetti.
İşçi sınıfının en mücadeleci kesimin örgütü olan KESK küçüldü, etkisizleşti.
Üniversitelerde başörtüsü ve sakal yasağı şiddetle uygulandı.
Binlerce öğrencinin eğitim hakkı elinden alındı.
Yabancı düşmanlığı yaygınlaştı ve bugünkü ırkçı hareketin temelleri atıldı.
28 Şubat darbesini lzleyen on yıl iki büyük ekonomik krize rağmen sınırlı işçi eylemleri gerçekleşti, genelde yaprak kımıldamadı.
28 Şubatçı generaller "yüzyıl, bin yıl sürecek" diyorlardı.
2003-2004 yıllarında AKP’yi devirmek amacıyla iki başarısız darbe girşimi gerçekleşti.
27 Nisan 2007’de bu kez geceyarısı internet sayfalarına konulan e-muhtırada “ne mutlu Türküm demeyenler düşman” ilan edilecekti.


27 Mayıs 1960
“İlerici” darbe solcuları hapse tıktı
27 Mayıs 1960 günü 37 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi anayasa ve meclisi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere bir çok Demokrat Parti'liyi (DP) tutuklattı. Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun da tutuklananlar arasındaydı.
Gerekçe "kardeş kavgasını" önlemekti. 1950'de tek parti iktidarına DP tarafından son verilen CHP kavgadan vazgeçmemişti. Rakibini seçim sandıklarında yenemedi.
DP'liler ve CHP'liler arasında 1957 seçim kampanyasında gerginlikler çıktı. İktidar ve muhalafet kıyasıya mücadele ediyordu.
CHP tabanı ve gençlik hareketi sokak gösterileriyle Menderes'i devir- meye çalıştı. Sokak gösterilerinde "ordu-gençlik el ele" sloganlarıyla göreve çağrılan generaller geldiler 27 Mayıs 1960'tan, 15 Ekim 1961 yılına kadar geçen süre, askerin Milli Birlik Komitesi (MBK) iktidarda kaldı.
27 Mayıs neler getirdi?
- Cuntanın ilk açıklaması"NATO ve CENTO'ya bağlıyız" oldu.
-- Milli Güvenlik Kurulu, anayasal kurum haline geldi.
- OYAK kuruldu.
- Sonraki darbelere yasal zemin sağlayan TSK İç Hizmet Kanunu çıkartıldı.
- 147 Öğretim üyesi üniversiteden uzaklaştırıldı (O dönemde üniversite sayısının az olduğunu düşünürsek, bu sayı çok yüksek)
- Aralarında Yaşar Kaya, Musa Anter gibi isimlerinde bulunduğu 49 Kürt aydını yargılanarak ağır cezalara çarptırıldı.
- 800'ün üzerinde Kürt ,Sivas'ta kampa gönderildi.
- Bu dönemde tutuklanan ilk gazeteciler.Aziz Nesin ve İhsan Ada oldu.
- ABD Türkiye'ye Jüpiter füzelerini yerleştirdi.
- Radyodan sık sık anti-komünist spotlar yayımlandı.
- Bugün artık pek çok çevre tarafından "hukuk skandalı olarak kabul edilen "Yassıada duruşmaları'ında" ile 15 idam cezası verildi ve üçü uygulandı. Devrilen başbakan Menderes, dışişleri ve milli eğitim bakanları asıldı.
- DP kapatıldı.
27 Mayıs diğer darbelerin önü açtı.


12 Mart 1971
Emir komuta zincirindeki ilk darbe
12 Mart 1971'de Türk Silahlı Kuvvetleri adına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyicioğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur imzalı muhtıra, Cumhurbaşkanı'na, Cumhuriyet Senatosuna ve meclis başkanlığına verildi.
Muhtırada "anarşi", "kardeş kavgası", "sosyal ve ekonomik huzursuzluklar" gerekçe gösterilerek Türkiye Cumhuriyeti'nin ağır bir tehlikeyle karşı karşıya olduğu söyleniyordu.
Dönemin başbakanı Süleyman Demirel istifa etti. CHP lideri İnönü'ye göre muhtıra da Demirel'in istifası da "demokratik"di.
CHP Kocaeli milletvekili Nihat Erim'e hükümeti kurma görevi verildi. 12 Mart darbesi dönemin solu tarafından ilk başta "ilerici" bir gelişme olarak nitelendi. Generaller Demirel li- derliğindeki sağı cezalandıracak ve solun önünü açacaktı. Ancak darbe sola inmekte gecikmedi.
1971 Nisan'ında bir çok ilde 1 aylık sıkıyönetim ilan edildi.
Mayıs'ta her yerde arama ve baskınlar sürüyordu.
Türkiye Öğretmenler Sendikası, Dev-Genç, Devrimci Doğu Kültür Ocakları kapatıldı
DİSK yöneticileri gözaltına alındı, tutuklandı.
Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan 31 Mayıs 1971'de Nurhak'ta vuruldu.
Mahir Çayan ve ve 9 arkadaşı 30 Mart 1972'de Kızıldere'de katledildi
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan 6 Mayıs 1972'de idam edildi.
14 Ekim 1973 seçimleriyle birlikte, partiler üstü hükümetlerle yürütülen 12 Mart ara rejimi sona erdi.


12 Eylül 1980
'Ankara'daki çocuklar başardı'
ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze dönemin ABD başkanına 12 Eylül darbesini böyle bildirmişti.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren liderliğinde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun 12 Eylül 1980 günü yönetime el koydu.
Darbenin gerekçeleri siyasi cinayetler, komünizm tehdidi ve 6 Eylül'de Konya'da şeriat çağrıları yapıldığı söylenen MSP mitingiydi.
- 650.000 kişi gözaltına alındı.
- 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
- Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
- 7 bin kişi için idam cezası istendi.
- 517 kişiye idam cezası verildi.
- Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (27 siyasi suçlu, 23 adli suçlu).
- İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.
- 71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
- 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.
- 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
- 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
- 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
- 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
- 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
- 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
- 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.
- 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
- 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
- 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
- Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
- 31 gazeteci cezaevine girdi.
- 300 gazeteci saldırıya uğradı.
- 3 gazeteci silahla öldürüldü.
- Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
- 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
- 39 ton gazete ve dergi imha edildi.
- Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
- 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
- 14 kişi açlık grevinde öldü.
- 16 kişi kaçarken vuruldu.
- 95 kişi çatışmada öldü.
- 73 kişiye doğal ölüm raporu verildi.
- 43 kişinin intihar ettiği söylendi.


Ekonomi ve siyaset birbirinden ayrılmaz
Demokrasi, haklar ve özgürlükler

Bazen mücadelenin öncelikleri değişir. Geniş yığınlar, gündelik hayatta toplumsal hayatı ilk olarak etkileyen durum ne ise onu düşünür ve tartışır. Bu nedenle bazen genel bir mücadelenin yerini bir başka genel mücadele alır. Son darbe tartışmaları da bu bağlamda ele alınabilir.
Uzun süredir yönetici kesimler arasındaki bir didişmeye tanık oluyoruz. 80 yıldır devletin üst düzeyinde çöreklenmiş Ergenekoncu olarak adlandırılan darbecilerle, egemen sınıfın ihtiyaçlarına yanıt üretmek isteyen AKP arasındaki mücadele bütün toplumsal hayatı ve geleceği etkileyecek biçimde gelişiyor. İşi özetleyecek olursak bir yanda darbe tehdidi, diğer yanda AB'ye ve piyasa kapitalizmine eklemlenmiş bir Türkiye.
Bu sıkışmışlık tablosunda özellikle solun geniş kesimlerinin, gelişmelere verdiği yanıt egemen sınıfın iki kanadı arasındaki savaşımda taraf olunmaması ve üçüncü bir yolun savunulması gerektiği fikri.
İki tehdit
İlk olarak, sosyal güvenlik yasa tasarısına baktığımızda, getirilmek istenilen model, toplumun büyük çoğunluğunun haklarında, önemli kayıplara yol açıyor. Egemen sınıfın kapitalizmin istikrarı için yapmaya çalıştığı şey, işçi sınıfının ücretlerini ciddi biçimde düşürmek ve var olan haklarını gasp etmek. Doğal olarak işçi sınıfının buna yanıtı gecikmiyor ve grev de dahil çeşitli mücadele biçimlerini devreye sokuyor. Mücadelenin düzeyi ve çeşitli koşullar ya işçilerin bu saldırıyı püskürtmelerine ya da o an için kaybetmelerine neden oluyor. Aslında yasa tasarısına karşı mücadele, yeni haklar için mücadele değil, var olan hakları korumak için verilen bir mücadele. Bu da oldukça önemli, çünkü elindeki hakları korumak için mücadele etmeyenler, yeni haklar elde etmek için çok zor harekete geçerler.
İkinci olarak darbe tehdidi gerçekleşirse, toplumsal hayatımızdan neler götüreceği ve buna karşın ne yapılması gerektiği. Üç kez toplumsal hayatı alt üst eden darbelerin yaşandığı bu ülkede darbelerin maliyetini anlatmak gereksiz gibi. Ama yine de hatırlayalım. Tüm askeri darbeler demokrasinin kırıntısına dahi karşıdır. Hatta burjuvazinin bize sık sık parlatarak sunduğu, parlamenter demokrasiye de karşıdırlar. Darbeciler yine burjuva demokrasisinin temel taşlarından olan seçme seçilme hakkına da karşı. Darbeler bütün bunlara karşı olunca siyasi partiler, dernekler, sendikalar, her türlü sivil toplum örgütü de gereksiz ayrıntılar olarak görülüp kapatılıyor. Her türlü düşünce ve örgütlenme özgürlüğü hakkı da anılarda kalıyor.
Burjuva demokrasisindeki her hakkın altında, uluslar arası işçi sınıfının ciddi mücadelesinin imzası var. Seçme seçilme hakkı topluma patronlar tarafından verilmedi. Ezilenler bedeller ödeyerek bu ve buna benzer hakları elde ettiler.
Hakları genişletmek için
Küçük bir analitik çaba hangi tehdidin daha yakıcı halde olduğunu gösterebilir. Piyasa kapitalizminin ekonomik ve siyasi saldırılarına karşın, işçi sınıfını en temel silahından yani sendikasından edecek bir tehdit, öncelikli tehdittir. Yani darbedir. Mücadelede önceliklerin değişmesi, diğer mücadeleleri ötelemez. Ancak var olan demokratik haklarımızı yılmazca savunarak diğer saldırıları püskürtebiliriz. Darbeyi savurmuş bir işçi sınıfının sırtı kolay kolay yere gelmez.
Ahmet Yıldırım