Sosyalist İşçi 321 (19 Nisan 2008)

 

Sayfa 4:


Türk-İş, KESK ve DİSK’ten ortak çağrı:
1 Mayıs’ta Taksim’e!
Üç emek örgütü geçen hafta yayınladıkları bildiriyle ortak 1 Mayıs çağrısı yaptı. Türk-İş, KESK ve DİSK adres olarak Taksim Meydanı’nı gösterdi. 14 Mart grevi ve sosyal yıkım yasasına karşı direniş geçtiğimiz yıllarda ayrı eylemler yapan sendikaları birleştirdi.
3 konfederasyonun çağrısında yeni-liberal saldırganlığa karşı direnişin bu yıl ki 1 Mayıs’ın ana gündemi olduğu şu sözlerle vurgulandı: “SSGSS 12 Eylül’den bu yana işçilerin, emekçilerin karşılaştıkları en kapsamlı emek karşıtı harekâttır. Amaç sosyal devleti ortadan kaldırmak, her şeyi özelleştirmektir.”
Geçen yıl 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen DİSK öncülüğündeki gruba polis sert bir şekilde müdahale etmişti. Ancak 13 Mart’ta Emek Platformu bileşenleri, 14 Mart’ta TTB yasaklanan Taksim’de iki miting yapmıştı.
Çalışanların birliği yasaklanan meydanların kapılarını açtığı gibi ayrı duran konferedasyonları da birleştirdi. 1 Mayıs 2008’in en önemli özelliği tam da bu.
1 Mayıs 2008’de Taksim’deyiz. Hem yeni-liebarl saldırganlığa dur demek hem de darbecileri durdurmak için.


Sağlığın ve sosyal güvenliğin özelleştirilmesine karşı
Mücadele devam etmeli
Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasası çalışanların ve emek örgütlerinin tüm itirazlarına rağmen mecliste görüşülmeye devam ediyor.
Yasa son yılların en büyük işçi hareketini karşısında buldu. Hareketin büyüklüğünü gösteren en önemli işaret Türk-İş’in tabanını dinleyerek mücadeleye katılması oldu. Yasa geçse de şimdi daha fazla hak almak isteyen, yeni-liberal saldırganlığa karşı direnmek isteyen bir işçi hareketi var. 14 Mart revinde ve bütün yürüyüşlerde öne çıkan sloganların çalışanların birleşmesinin altını çiziyordu.
Sendikalar yasaya karşı direnirken AKP ve DTP’nin kapatılmasına karşı sessiz kalmaları elbette kötü. Ama tabanın böyle düşünmediği, darbecilerden yana tutum almadığı açık.
Şimdi durmamak gerek. İşçilerle gelen baharı devam ettirmek için irili ufaklı tüm mücadelelerle dayanışmak, hareketin birliğini korumak günün görevi.

Hükümet sendikacıları yalancılıkla suçlamaya devam ediyor. Geçen hafta İstanbul bağcılar’da özel ağız ve diş sağlığı merkezinin açışlışını yapan başbakan sağlıkta devrim yaptıklarını söylüyor ve bu devrimi özel sağlık kuruluşlarına borçlu olduğumuzu ilan ediyordu. Başbakan Erdoğan ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ Türkiye’yi sağlık turizminin merkezi yapacaklarını söylediler.
Bu nasıl bir devrim? Özel şirketler için epeyce iştah uyandıran bir devrim olmalı. Hükümetin hedefi 10 milyar dolarlık yıllık sağlık harcamasını 50 milyar dolara çıkartmak istiyor. Devrim diye yutturulan sağlık sistemini baştan aşağı özelleştirmek.


GÖRÜŞ
Irkçı fitne fücur
Avrupa'da ırkçıların oylarını kazanmanın en emin yöntemi nedir? Kuşkusuz, Müslümanlara, İslam'a, Kuran'a hakaret etmek.
Geert Wilders kimdir? Daha düne kadar Hollanda dışında hiç kimsenin adını bile duymadığı aşırı sağcı bir politikacı. Bugün niye bütün dünya adını duymaya başladı? İslam'ın uygarlık için ne büyük bir tehlike olduğunu "anlatan" bir film yaptığı için.
Hollanda'da gösterime sokamadığı 'Fitne' adlı 15 dakikalık filmi Wilders iki hafta önce internet üzerinden yayınladı. Artık tüm ırkçı sitelerde izlemek mümkün.
Ben izledim. 'Geert' ve 'Fitna' diye arattırırsanız, siz de izleyebilirsiniz, ama sizi bu eziyetten kurtarmak için, çok kısaca özetleyeyim.
Önce, Kuran'dan alınmış, Müslüman olmayanlara karşı şiddet kullanmanın gereğini anlatan zehir zemberek ayetler var. Bunların arasına, Cihad çağrısı yapan, Hıristiyanlara, Yahudilere ve tüm Batılılara vahşet uygulanmasını savunan daha da zehir zemberek mollalar ve din adamları serpiştirilmiş. Bunların da arasında, bir rehinenin kafasının kesilmesi, uçakların İkiz Kuleler'e çarpması, kulelerden birinin pencerelerinden insanların aşağı atlaması gibi korkunç sahneler yer alıyor.
Filmin son bölümünde ise, Hollanda sokaklarında çocuklarını gezdiren Müslüman kadınlar, Amsterdam'da camiler görünüyor. "İslam, Batı medeniyetimizi yok etmek istiyor" ve "İslamlaşmaya hayır" gibi ifadeler ve tıkırdayıp patlayan bomba sesleriyle film sona eriyor.
Daha basit, cahil ve habis bir film düşünmek mümkün değil. Medeniyetler Çatışması kitabındaki denklemi görsel olarak yeniden kuruyor film: İslam = terörizm, vahşet ve barbarlık = Batı'da yaşayan Müslümanlar. Ve bu Müslümanlar, Batı medeniyetini çökertmeye çalışan vahşi İslam'ın Batı'daki beşinci kolu. Hepsinden bir an önce kurtulmazsak, İslam'ın vahşeti bizi içerden fethedecek. (Kurtulmak ne demek acaba? Avrupa'daki tüm Müslüman göçmenleri sınırdışı etmek mi, hepsini öldürmek mi?).
Film, kitaptan daha habis elbet. Kitabın sınırlı sayıdaki okuyucusuna kıyasla çok daha fazla sayıda insan tarafından izlenecek ve görsel olduğu için daha çarpıcı, daha etkili olacak.
Bu filmin yapılıyor ve izleniyor olması, yapan kişinin Hollanda parlamentosunda 150 milletvekilinden dokuzuna sahip bir partinin başkanı olması, Avrupa'da Müslüman düşmanlığının ne kadar yaygınlaşmış olduğunun bir göstergesi. Resmi düzeyde ise, bu ırkçılık, doğrudan saldırılar yerine, farklı bir biçim alıyor. "Evet", diyor hükümet görevlileri, "elbette bütün Müslümanlar terörist değil, ama Müslüman cemaatlerin önde gelenleri teröristleri kınamalı, terörizmi lanetlemelidir". Niyeymiş? Hollanda'da yaşayan bir Müslüman niye özellikle kalkıp Pakistan'da veya Suudi Arabistan'da patlayan bir bombayı eleştirmek zorunda olsun? Bunu talep etmek, bir Müslüman'ın yaptığından bütün Müslümanların sorumlu olduğunu, yani bomba patlatmanın gerçekten de Müslümanlığa özgü bir şey olduğunu ima etmek anlamına gelir.
Hollanda'da filme karşı gösterilen en akılcı tepki, Yahudi asıllı TV yapımcısı Harry de Winter'den geldi. De Winter, gazetelerde tam sayfa ilanlar yayınlayıp kadınlar, eşcinseller ve Yahudi olmayan vaızlar hakkında şiddet içeren ifadeler alıntıladı. Nereden mi? Yahudi kutsal kitabından!
Vahşet, terör, gericilik ve irticanın ne dinle alakası var, ne de Müslümanlıkla. Bunu acaba bizim savcılar da bir gün anlayabilecek mi?
Roni Margulies