Sosyalist İşçi 322 (25 Nisan 2008)
BAŞYAZI
Herkese emeklilik hakkı
Herkese parası sağlık hizmeti!
Sosyal yıkım yasası mecliste onaylandı ve önümüzdeki son bahar yürürlüğe girecek. Emeklilik yaşı artık 65. Yeni sigortalı olacak milyonlarca insan için bu yasa durdukça emeklilik hakkı bir hayal olacak.
Yasa sağlık hizmetlerinin her aşamasını paralı hale getiriyor. Bu hem bireysel trajedileri hem de sağlık sisteminde çöküşü beraberinde yaratacak.
Hükümet bunun bir reform, yani iyileştirme olduğunu söylese de durumun tam tersi olduğu kısa sürede görülecek.
Bugün haklarının gasp edilmesine karşı çıkan sendikalı işçilerin yanına her geçen gün daha fazla sigortası atmış mağdur eklenecek.
İşte bu yüzden sağlık ve sosyal güvenlikteki özelleştirmeye karşı direniş devam etmeli. Eğer bugün durmazsak, sağlık alanındaki sermaye yanlısı uygulamaların üzerine gidersek, yasayı işlemez hale getirmek için kolektif adımlar atabilirsek o zaman tersine gidiş durdurulabilir. Emeklilik hakkını geri almak mümkün olabilir.
Emek hareketinin bugüne dek sloganı sosyal yıkım yasasının geri çekilmesiydi. Şimdi yeni-liberal saldırganlığa karşı mücadeleyi "herkese parasız sağlık hizmeti, herkese emeklilik hakkı" talepleriyle devam ettirmeliyiz.
Bu talepler etrafında yürütülen kitlesel kampanyalarda tüm mağdurlar örgütlü işçi sınıfıyla yan yana gelebilirse bu gerçekten etkili ve kazanan bir güç olabilir.
Sendikalı işçilerin Emek Platformu’nu ayakta tutup tutmayacağı, Türk-İş’le diğer sendikaların birlikte davranmaya devam edip etmeyeceği ise kritik sorular. Yanıtsa taban hareketinde gizli.
301'i koruma ve yaşatma ittifakını dağıtmak
301. madde görüşmeleri MHP'nin meclis komisyonu toplantısını basmasıyla başladı. Çok sayıda MHP'li milletvekili ve yönetici Hrant'ın katledilmesine, onlarca insanın tehdit altına girmesine neden olan ırkçı yasa maddesini savunmak için oradaydı.
CHP'li vekiller ülkücü faşistlere destek verdi. Baykal'ın CHP'si Bahçeli'nin MHP'si 301'in kararlı bir savunucusuydu zaten. Ulusalcılar, darbe yanlıları, bilumum kafatasçı 301'i koruma ve yaşatma seferberliğinde bugün de yer alıyor.
Bu durum 2006'da ard arda açılan davalarla 301 kullanan ittifakın hâlâ varolduğunu gösteriyor. 301 savunucuları arasında hükümet üyeleri de var. Nitekim 301. maddeden dava açma yetkisi cumhurbaşkanına değil adalet bakanına bırakıldı. Savcılar doğrudan dava açamayacak, ancak bakan onay verirse soruşturma başlatılabilecek. Değişiklikle ceza üst sınırı 3 yıldan 2 yıla indirise de 301 aynı ırkçı ve ayrımcı duruşunu koruyor. Karar yetkisi işbilir savcılardan bakana verilse de yine muhalifler üzerinde her an inebilecek bir kılıç gibi duruyor.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırlarını genişletmek
AKP'nin yapabileceğinin sınırları bu. 301'i savunan ve devlete hakim olan ittifak dağıtılmadan meclis üzerindeki kuşatma kaldırılmayacak.
Şimdi ırkçı yasa maddesi 301'in toptan kaldırılması talebini demokrasi mücadelesiyle bağlamak gerek. Darbecilerin geriletilmesi, Ergenekon davasının Şemdinli, Susurluk, Hrant Dink cinayeti, Atabeyler ve bilumum çete davası ile birleştirilmesini talep eden bir kampanyayla birleştirmek gerek.
Darbeye karşı mücadele nasıl bir yol izlemeli?
Son bir yıl darbe tehdidiyle geçiyor. Darbenin olup olmamasından beter bir durum her an darbe olabilir duygusu.
Siyasi alanda atılan bir dizi adım, “asker ne diyecek?” sorusuyla ele alınıyor. Asker de zaman zaman diyeceğini diyor!
27 Nisan 2007’de ne mutlu Türk’üm demeyenleri düşman ilan etti. 27 Nisan e-muhtırasında hem Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı adaylığına hem de hem de Hrant Dink’in cenazesinde “Hepimiz Ermeniyiz” diyen büyük kalabalığa gözdağı verildi.
Sadece 2007 yılı değil, 2003-2004 yılında da çeşitli darbe girişimlerini atlattığımız “darbe Günlükleri”nden açığa çıktı.
Bir darbe siyasal demokrasinin tüm kazanımlarının gasp edilmesi demektir.
12 Eylül darbesinden sonra işçi sınıfının ve ezilen tüm kesimlerin mücadelesiyle gelişen kısmi demokratik ortam, askeri emir komuta zincirinin yönetime el koymasıyla uçar, gider.
Yine de yönetime askeri müdahale kadar önemli olan bir başka durum da askerin yönetime her an el koyabileceğinin sinyallerini vermesidir. Demokratik alanda atılan her adımın, “Şimdi ne diyecekler, hangi muhtırayı yayınlayacaklar” sorusuyla beraber atılması, sorunun bir paranoyadan kaynaklanmadığının en son Yargı Darbesiyle bir kez daha kesinleşmesi özgürlükler için mücadelenin en belirleyici mücadele olduğunu gösteriyor.
Bu yüzden bir darbe ihtimaline karşı değil, yaşadığımız darbe girişimlerine karşı acil mücadele etmek zorundayız.
Açığa çıkmış darbe girişimlerinin hesabının sorulması için mücadele etmek zorundayız. Her darbe girişimcisinin yargılanması için mücadele etmek zorundayız.
Bir darbeyi engellemenin ve darbe tehditlerinde bulunanların geri püskürtülmesinin en etkili yolu ise kitlesel eylemlerdir.
Kitlelerin darbeye karşı çıkacağının bilinmesi, kitlelerin parti kapatmalara karşı çıkacağının bilinmesi, kitlelerin askeri vesayete karşı çıkacağının bilinmesi sadece bir darbeyi değil, darbe günlerinde yaşama alışkanlığını da ortadan kaldıracaktır.
Bu yüzden sosyalistler iki adımı aynı anda atmak zorundadır. Yeni liberalizme, savaşlara, nükleer santrallara, küresel ısınmaya, ırkçılığa karşı daha yaygın, daha büyük kam- panyalar örgütlenmelidir.
Öte yandan darbe tehditlerine karşı, parti kapatmalara karşı da yaygın ve büyük kampanyalar yapılmalıdır.
İkinci adım için 19 Nisan’da İstanbul’da yapılan “Darbeye hayır, özgürlük istiyoruz” forumu çok önemli bir ilk örnek.
Şimdi bu adımın devamı Türkiye çapında atılmalı. Çok sayıda, çok daha büyük toplantılar her şehirde örgütlenmeli. Bu toplantılar darbeye karşı sokakta yan yana gelebilecek güçleri biriktirmeye başlamak anlamına gelecek.
Şenol Karakaş