Sosyalist İşçi 322 (25 Nisan 2008)

 

Sayfa 4:


Bütün suçları işliyorlar, ama kimse kapatmayı tartışmıyor
Ülkü Ocakları kapatılsın!
Akdeniz Üniversitesi’nde meydana gelen olayların arkasında çok bildik bir yapılanma çıktı. MHP ve ona bağlı Ülkü Ocakları. 40 yıllık bir geçmişe sahip olan Ülkü Ocakları, faşist liderlik tarafından Nazilere ait sokak gücü SS modeline bakılarak kuruldu. SS’ler nasıl ki Almanya’da faşizmin yükselişi esnasında sokakta terör gücü olarak kullanıldıysa Ülkü Ocakları da aynı amaçla kullanıldı.
Terörün 40 yıllık tarihi
Alparslan Türkeş 1960’lı yılların sonuna doğru Milliyetçi Hareket Partisi’ni kurduğunda, bu legal örgütlenmeyle sınırlı kalamayacağını anladığı için, yarı legal-illegal bir yapılanma olan ihtiyaca yanıt vermek adına Ülkü Ocakları’nı kurduı. Ülkü Ocakları 1970’e gelindiğinde 60 şehirde, 100 şubede örgütlenmiş bir yapı haline geldi. Ülkü Ocakları, aynı dönemde yine illegal bir biçimde kurulan komando kamplarına insan devşirme işlemini gerçekleştiriyordu. Komando kampları da 35 şehirde, 100 kampla eğitim veriyordu. Eğitim ideolojik olarak ırkçı-milliyetçi görüşlerin benimsetilmesi, pratik olarak da saldırı teknikleri, silah kullanımı, bomba imalatı ve provokasyon gibi faaliyetleri içeriyordu. Kamplarda eğitimi, 1960’lı yılların başında Türkeş’le birlikte darbe girişimine katılmış emekli subaylar veriyordu.
Kontrgerilla eğitiminden geçmiş Ülkü Ocağı üyeleri ocaklar andan itibaren işçi hareketine, öğrenci hareketine ve özgürlük temelli olan her şeye saldırarak asli görevini yerine getirmeye başladı. Ana faşist akım MHP tarafından, toplumda korku ve yılgınlık yaratmak için kullanılan Ülkü Ocakları aynı zamanda mühimmat yani silah depoları olarak kullanıldı. Her kitle katliamında kullanılan bomba ve silahlar önce ocaklarda toplandı, ardından faşist militanlar tarafından kullanıldı. 1978’te İstanbul Üniversitesi katliamında kullanılan bomba, dönemin Ülkü Ocakları Başkanı Mehmet Gül tarafından sağlanmıştı. Yine Maraş, Çorum ve Malatya katliamlarına çevre illerdeki Ülkü Ocakları’ndan faşistler silahlarıyla katılmışlardı. Yakın tarihimizde Sivas katliamında da özellikle Ankara Ülkü Ocakları’ndan faşistlerin katılımıyla provokasyon yaratılmış ve 37 kişi katledilmişti.
Ocaklar silah deposu
Siyasi cinayetlerde de asıl karargah olarak ocaklar kullanıldı. Abdi İpekçi cinayeti, Bahçelievler katliamı, Kemal Türkler cinayeti, Balgat katliamı ve buna benzer çok sayıda terör eyleminin arkasında ocaklar vardı. Ünlü faşist katiller Abdullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca, İsa Armağan, Oral Çelik, Haluk Kırcı gibileri hep ocak devşirmesi tetikçilerdi.
1980 yılındaki darbeden sonra kısa süre kapanan ocaklar birkaç yıl sonra tekrar açılarak provokasyonlarına kaldıkları yerden devam ettiler. Ocaklar sadece ırkçı ideolojik yapılanmalar olarak kalmadı. Birer çıkar merkezi haline geldiler. Bulundukları bölgede terör estiren ocaklı faşistler mafya tipi örgütlenmelere giderek çek-senet işleri, ihaleler, uyuşturucu trafiği, kadın ticareti gibi işlere de yönelerek asli görevlerini tamamladılar.
Rahip Santoro, Hrant Dink cinayeti ve Malatya katliamının arkasında ocakların rolü açığa çıktı (burada diğer faşist odak olan Alperen Ocağı’nı da görüyoruz). Şimdilik doğrudan işin üzerine gidilmese de Ergenekon yani derin devlette de önemli bir yer teşkil ettikleri açık. Her biri suç merkezi olan ocaklar cinayetlerin, işkencenin, tecavüzlerin de doğal merkezi. Toplum ve demokrasi için tehdit olan bu yapılanma kapatılmadan mahallelerdeki, okullardaki, ilçelerdeki baskıdan da kurtulmak mümkün değil. Bu nedenle kapatılması ve suça karışmış olanlarının (ki hemen hemen hepsi) yargılanması önümüzdeki dönemin önemli taleplerinden birisi haline dönüşmeli.


Nerede cinayet
orada Ülkü Ocakları
19 Nisan’da Beyoğlu Kasımpaşa Stadının yanında 18 yaşındaki bir genç, 17 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Olayın failleri Ülkü Ocakları’ndan çıktı. Kasımpaşa Ülkü Ocağı’nda polisin yaptığı aramada çok sayıda silahın yanı sıra cinayet aleti de bulundu. 10’a yakın faşistin delik deşik ettiği genç, Ülkü Ocaklı faşistlerin yakın dönemde yaptığı tek iş değil. Yakın dönemin bazı örneklerine bakacak olursak ocakların nasıl bir cinayet merkezi gibi çalıştığını daha iyi anlayabiliriz.
Muğla ve Milas Ülkü Ocakları başkanları, bir taşocağı sahibini kaçırarak işkence yaptı. Taşocağını zorla üzerlerine devrettirdiler. Ocaklarda yapılan aramalarda çok sayıda silah bulundu.
Konya Ülkü Ocağı’nda silahlı çatışma sonrası içeri giren polis Filistin askısı, falaka gibi işkence aletlerinin yanı sıra çok sayıda bıçak ve silaha rastladı.
İstanbul polisi, gasp suçundan aradığı bir kişinin kendisini 'ülkücü' olarak tanıtması üzerine Kaynarca Ülkü Ocağı'na baskın düzenledi. Baskında pompalı tüfek, falaka, satır, pala ve el yapımı bomba ele geçirildi.
Çete kurmak suçlamasından Afyonkarahisar, Eskişehir ve Kütahya Ülkü Ocakları başkanlarının da içinde olduğu 6 kişi gözaltına alındı. Yapılan aramalarda çok sayıda silah bulundu.
İzmir Ülkü Ocakları İl Başkanı, görevden almak istediği Karabağlar Ülkü Ocağı başkanını tabancayla ağır yaraladı. İzmir’de rahibi bıçaklayan zanlı Ülkü Ocağı’nda saklandı.
Bolu’da İzzet Baysal Üniversitesi’nde iki ülkücü grup arasında çıkan silahlı çatışmada, 3’ü ağır olmak üzere 5 kişi yaralandı.
Bodrum’da Ülkü Ocağı’na kayıt yaptırmayan iki lise öğrencisi faşistler tarafından kaçırılarak 4 saat boyunca işkenceye uğradı.
Afyon Kocatepe Üniversitesi’nden 2 öğrenci Afyon Ülkü Ocaklı faşistler tarafından kaçırılarak 5 saat boyunca işkenceye maruz kaldılar. İşkence yapanlar yakalanıp, daha sonra tahliye edildiler.
İzmir, Antalya, Kayseri, Çorum, Denizli ve Samsun Ülkü Ocakları’nda çete kapsamında yapılan aramalarda içinde pompalı tüfeklerin de olduğu çok sayıda silah ve işkence aleti bulundu.


GÖRÜŞ
Dudak uçuklatan rakamlar
Hükümetler niye herkese bedava sağlık hizmeti vermez? Niye tüm çocuklara tümüyle ücretsiz eğitim olanağı sunmaz? Kamu taşımacılığı niye parasız değil?
Olmaz ki! Para nereden gelecek? Bu kadar para nasıl bulunacak? Verilen cevap hep bu.
Bu temel hizmetlerin sağlanması için gerekli paranın bulunamayacağı inancı o kadar yaygın ki, bizler bile bu talepleri pek ileri sürmez olduk, sürdüğümüzde de aslında pek de gerçekleştirilemeyeceklerini düşünür olduk.
Türkiye’yi bir yana bırakalım, zengin Batı ülkelerinde, Amerika’da, İngiltere’de bile, iddia aynı: Para yok!
Kredi piyasalarında birkaç aydır yayılmakta olan kriz vesilesiyle, para meselesi epeyce gündeme geldi. Rakamları gördükçe küçük dilimi yutuyorum.
Amerika’da geçen ay Bear Stearns adlı yatırım bankası batmanın eşiğine geldi. Merkez Bankası, bir başka bankaya 30 milyar dolar (yaklaşık 40 milyar YTL) para vererek Bear Stearns’i satın almasını sağladı. Bu paraya kaç hastane açılır, kaç kişiye ne kadar zaman ücretsiz sağlık bakımı verilir, bilmem. Ama az olmasa gerek.
Birkaç ay önce İngiltere’de Northern Rock adlı konut kredisi şirketinin batak olduğu ortaya çıktı. Hükümet şirkete 60 milyar sterlin (yaklaşık 140 milyar YTL) aktardı. Bu paraya kaç okul açılır, kaç çocuk okutulur, bilemiyorum. Ama büyükçe bir Anadolu kasabasının eğitim ihtiyaçlarını birkaç onyıl idare eder herhalde.
Bu hafta, İngiltere Merkez Bankası bankalara, biraz toparlanabilmeleri için 50 milyar sterlin (yaklaşık 120 milyar YTL) borç verdi. “Borç” deniliyor ama, bu borca karşılık olarak bankaların gösterdiği garanti, vermiş oldukları konut kredilerinin ödemeleri. Yani batma noktasına gelmelerine sebep olan batık kredilerin ödemeleri! Yani belli ki Merkez Bankası bu borcun üzerine bir bardak soğuk su içecek. Bu paraya kaç şehrin belediye otobüsleri kaç yıl bedava işletilebilir, tahmin edemiyorum. Ama 3-5 yılı geçer herhalde.
Bir de şöyle bir rakam var. Sıkı durun. IMF’nin geçen ay yayınlanan altı aylık dünya ekonomisi raporuna göre, tüm bankaların toplam batık kredi miktarı şu anda 1 trilyon dolar. Yani 1200 milyar YTL.
Bu para, bankaların kredi olarak verip geri alamayacakları para. Şu anda yaşanan krizin nedeni olan para. Niye verdiler, nasıl verdiler, bir kenara bırakalım, bu parayla neler yapılabileceğini düşünelim. Aslında düşünemiyorum. Ama New York’un da, Londra’nın da sağlık, eğitim ve kamu taşımacılığı bütçelerinin çok ötesinde bir para olsa gerek.
Bankalar bu parayı nereden bulup da çar çur etti? Bir önceki kriz sırasında, 1999-2000 yıllarında ekonominin sıkışmasını engellemek için Merkez Bankaları piyasalara para dökmüştü, bu para o para. Yani yine devletin kasasından çıkan para.
Önümüzdeki aylarda, Amerika ve Avrupa’da (ve kuşkusuz Türkiye’de) bankaların ve şirketlerin batmasını önlemek için öyle paralar harcanacak ki, Bear Stearns’in 30 milyarıyla Northern Rock’un 60 milyarı devede kulak kalacak. Hep beraber göreceğiz.
Para var. Para çok. Mesele, nereye harcandığı.
Roni Margulies