Sosyalist İşçi 322 (25 Nisan 2008)

 

Sayfa 9 :


Çok partili rejime geçiş, seçim deneyleri ve AKP
‘Cahil’ halk oyunu nasıl kullandı?
CHP lideri Baykal, Aysun Kayacı'ya destek verdi. Cumhuriyet mitingleriyle umduğunu bulamayan Kemalist sosyal-demokratlar, eşit oy hakkına, seçme ve seçilme haklarına açıkça karşı çıkıyor. Onur Öztürk, tek parti diktasından çok partili rejime geçişi inceliyor ve emekçi sınıflar nasıl oy kullanır sorusuna yanıt arıyor.

Çok sık duyduğumuz bazı klişeler vardır: "Türkiye'de 1950'den beridir karşı devrim yaşanıyor", "Halk bilgisiz ve cahil, o yüzden kendi çıkarlarını savunan partilere oy vermiyor..." Bu söylemlere 22 Temmuz seçimleri sonrası AKP'ye oy verenler ima edilerek, "Bidon kafalılar", "göbeğini kaşıyanlar", "ayağı kokanlar" gibi ifadeler eklendi.
Aslında sorun ne halkın cahil olması, ne de emekçilerin kendi çıkarlarını savunan partilere oy vermemesinden kaynaklanıyor. Asıl problem, bu söylemleri üretenlerin yaşadıkları krizdir.
1950'de karşı devrim mi oldu?
Her şeyden önce "1950'den itibaren karşı devrim yaşanıyor" ifadesi gülünçtür. Bu ifadeyi kullananlara göre, ekonomik, siyasi ve sosyal hakların neredeyse hiç kullanılamadığı yıllar "ilerici ve devrimci", buna karşılık çok sınırlı da olsa çok partili burjuva demokrasinin işlemeye başladığı, 1950 yılı "karşı devrimci."
Ayrıca yine bu kesimler 1950'den beri solun iktidara gelemediğini iddia eder. 1950'den önceki CHP iktidarı kendisini solcu olarak tanımlamıyordu ki. Sol yasaklanmış, kurmak istediği siyasi partiler kapatılmış, üyeleri hapislere atılmış, hatta kimileri Sabahattin Ali örneğinde olduğu gibi katledilmişti. Ayrıca grev ve sendika hakkı da yasaktı.
Solun gelişemediği, geniş kitlelerin tek parti rejiminden bunaldığı koşullarda Demokrat Parti'nin başarılı olmasından doğal bir şey olamazdı. Ayrıca, DP, her ne kadar yerine getirmese de, işçilere grev hakkını tanıma, sözü vermişti. Bütün bu koşullarda Demokrat Parti'nin kazanmaması için hiçbir neden yoktu. Egemenlerin bürokratik elitist kanadına karşı "sağ popülist" burjuva siyasetçiler ilk defa DP'nin kullandığı "yeter söz milletin" sloganını sarılacaktı.
Halkımız cahildir, bilmez!
Bu düşünce son yıllarda özellikle CHP yöneticileri tarafından daha fazla dile getirilmeye başlandı. Halkımız cahildir, yanlış yere oy verir. Bu oyun ve çoğunluğun değeri yoktur.
O zaman CHP yöneticilerine şu soruyu sormak gerekir: 1977 seçimlerinde yüzde 42 oyla CHP'yi birinci parti yapan, yine 1989 yerel seçimlerinde o zamanki SHP'nin büyük şehirler de dahil pek çok belediye başkanlığını kazanmasını sağlayan halk aynı halk değil miydi? Emekçilerin eğitim seviyesi bugünkünden daha mı yüksekti?
Aslında CHP'nin (veya bir dönemki adıyla SHP'nin) neden belirli seçimlerde başarılı olduğu çok açık.
1977 yılı Türkiye'de işçi hareketinin ve solun zirvede olduğu yıldı. En kitlesel Taksim 1 Mayıs'ından yaklaşık bir ay sonra seçimler yapılmıştı.
Bu sosyal dinamikler, 1960 yılların sonundan itibaren CHP'yi yeni bir taban arayışına itmiş, böylece daha sola kaymasını sağlamıştı.
Ecevit, 1977 seçimlerine "Su işleyenin, toprak kullananı", "Ne ezen ve ne de ezilen, hakça, adilce bir düzen…", "Değişim" sloganları ile girmişti. Her ne kadar bu çaba daha çok demagojiden öteye gitmese de, kitlelerin devrimci potansiyelini düzen potası içersinde eritme amacı gütse de yine de kitlelerin geniş desteğini alabilmişti.
Yine 1989 yerel seçimlerinde "Bahar eylemleri" adı verilen işçilerin grev ve eylem dalgası yaşanmaktaydı ve kendisini "sosyal demokrat" olarak niteleyen SHP bütün yasakları kaldırma vaadi, emekçi yanlısı, Kürt hareketinin temsilcilerinin desteğini alan politikası sayesinde başarılı olmuştu.
Fakat 90'lı yıllarda sosyal demokrasinin ve stalinizmin krizde olduğu koşullarda. Bu boşluğu "adil düzen" söylemi ile politik İslam doldurdu.
İşçi sınıfının örgütsüz kesimi ve kent yoksullarından büyük destek aldı. 2000'li yıllarda AKP de "değişim", "yenilik" gibi kavramları kullanarak büyük bir oy patlaması yapmıştı.
Türkiye'de yaşanan bütün deneyimler açıkça gösteriyor ki, Değişimden ve yenilikten yana olduğu görüntüsü veren siyasi hareketler başarılı olabilmektedir.
Bugün statükodan yana olan, her türlü demokratik adıma şüpheyle bakan bir solun başarı şansı yoktur. Bu anlayış son örnekler de görüldüğü gibi "elitist" bir anlayışı, bu uğurda sistemin en gerici kurumları ile ittifakı beraberinde getirir.


MARKSİZM, PARTİ VE SINIF
Troçki ve Stalinizme Karşı Mücadele
Rusya'daki devrimciler, Ekim Devrimi'nin başarısını dünya devrimi ile sıkı sıkıya bağlı görüyorlardı. Fakat Avrupa'da Alman devrimi başta olmak üzere bir dizi devrimin yenilgisi Rusya'daki devrimin izole olmasına yol açmıştı. Burjuvazi, Beyaz Ordu'yu kurarak bir çok emperyalist ordu ile birlikte devrime hücum etmeye başlamıştı. Devrimi gerçekleştiren öncü işçiler, Troçki önderliğinde oluşturulan Kızıl Ordu'ya katılarak devrimi korumak için harekete geçtiler.
İç savaşın sonuçları çok ağır oldu, işçi sınıfının ezici çoğunluğu bu savaşta hayatını kaybetti. Bu proletarya demokrasisinin fiili olarak ortadan kalkması anlamına geliyordu. Bu durumda Bolşevikler ya iktidara el koyacak ve başka bir yerde devrimin gerçekleşmesini bekleyecekler ya da devrimin yenilgisini kabul edeceklerdi. Bolşevikler iktidara el koymayı seçti.
Fakat proletarya demokrasisinin ortadan kalkması, Kızıl Ordu içinde imtiyazlar edinmiş eski çarlık subaylarının ve kontrol altında bir kapitalizm yaratma anlamına gelen Yeni Ekonomik Politikalarla palazlanan küçük mülk sahiplerinin de iktidardan nemalanmak için partiye katılmaya başlaması üzerine parti içinde Stalin etrafında bir bürokrasi gelişmeye başladı. Bürokrasinin çıkarlarına uygun olarak yeni dönemde "tek ülkede sosyalizm" teorisi ortaya atıldı.
Troçki, bürokrasinin bu yükselişindeki tehlikeyi gördü. Parti içi demokrasinin imhasına ve bürokratikleşmeye savaş açtı. İktidarla partinin iç içe geçmesinden doğan bu tehlikeyi önlemenin tek yolu, bolşevizme sıkı sıkıya sarılmaktı. Troçki, 1923'te bu tehlikeye işaret eden Yeni Çizgi isimli bir dizi makale yazdı ve parti içi demokrasiyi savundu:
"Partimizin asıl eşsiz avantajı, her an, endüstriye komünist makinistin, komünist direktörün ve komünist tacirin gözüyle bakabilmek, karşılıklı olarak birbirini tamamlayan bu işçilerin deneyimini toplayabilmek, bunlardan sonuç çıkarabilmek ve böylece genelde ekonomiyi, özelde her bir işletmeyi yönetmek için gerekli çizgiyi belirleyebilmekten ibarettir. Açıktır ki, bu tür liderlik ancak parti içinde canlı ve aktif bir demokrasi temelinde geçerlidir."
Lenin'in 1924'teki ölümünden sonra Troçki leninizmi savunma görevini üstlendi, bürokrasiye karşı Sol Muhalefeti örgütledi. Sol Muhalefet, sanayileşmeyi arttırmayı, ücret eşitliğini yeniden sağlamayı ve tarımda köylülerin ikna edilmesi yoluyla kolektivizasyonun sağlanmasını öneriyordu. Böylece işçi denetimi yeniden sağlanacaktı.
1927 yılında Troçki, Zinovyev ve diğer 11 merkez komite üyesinin imzaladığı Ortak Muhalefet Platformu yayınlandı. Burada parti içi demokrasiye vurgu yapılıyor, başta demokratik merkeziyetçilik olmak üzere leninizmin temel ilkelerine sahip çıkılıyordu:
"Parti içi demokrasinin yok edilmesi genelde işçi demokrasisinin -sendikalardaki ve bütün diğer parti dışı kitle örgütlerindeki- yok edilmesine yol açar."
Aynı yıl Troçki partiden atıldı ve sürgüne yollandı.
Tek ülkede sosyalizm teorisi, Komintern'e bağlı bütün partileri Rusya'daki bürokrasinin çıkarlarını savunan ajanlar haline getiriyordu. Dünya devrimi stratejisi terk edilmiş ve ana görev "sosyalist anavatan"ın korunması haline gelmişti. Stalin önderliğindeki Rusya Komünist Partisi, bu sebeple 1927'de Çin, 1929'da İngiltere ve 1936'da İspanya devrimlerinin boğulmasına yol açtı.
Troçki, stalinizmin soldan ve sağdan her tür politikasına karşı işçi sınıfının birleşik cephesini savundu. Stalinizm, sosyal demokratlarla komünistlerin birliğini önleyerek faşizmin iktidara gelmesine yol açtı, Troçki bu sırada devrimcilere, faşizme karşı birleşik işçi cephesi öneriyordu.
Komintern'in bir uydu haline gelmesi üzerine Troçki, 1933'te 4.Enternasyonal'in kurulması için çağrıda bulundu. Fakat gerek faşizmin yükselişi karşısında işçilerin daha büyük bir güç olan SSCB'ye yaslanması gerekse de Troçki hakkındaki karalama kampanyası 4. Enternasyonal'in çok yaygınlaşamamasına yol açtı. Troçki, II. Dünya Savaşı ile birlikte işçi hareketinin yükseleceğini ve sonunda SSCB'deki bürokrasiyi de alt edeceğini düşünüyordu. Bu öngörüsü gerçekleşmedi, stalinizm II. Dünya Savaşı'ndan muazzam bir şekilde güçlenerek çıktı. Troçki, bütün işçi sınıfı denetimi yok olmuş olmasına rağmen SSCB'nin devlet kapitalisti niteliğini göremiyor, ona hala yozlaşmış bir işçi devleti olarak bakıyordu. Troçki'den sonra 4.Enternasyonal aynı teorik hatayı sürdürdü ve yaygın bir örgütlenme olmayı başaramadı. Troçki'nin mirası leninizmin ve enternasyonalizmin savunulmasıydı. Bugün her marksistin bu mirasa sahip çıkması gerekir.
Haftaya: Gramsci ve Modern Prens
Can Irmak Özinanır