Sosyalist İşçi 339 (7 Kasım 2008)

 

Sayfa 6-7 : Orta Sayfa


2009 bütçesinde sosyal harcamalar kısılıyor
Bir adaletsizlik tablosu
2009 Bütçesi meclis gündeminde. Mali bütçe her yıl hükümetin, toplumsal kaynakları toplaması ve yaptığı harcamalar üzere meclisten aldığı yetki anlamına geliyor. Toplumsal kaynaklar ise vergiler, kamu kuruluşlarının elde ettiği gelirler. Hükümet kimden ne kadar alacağını, topladığı parayı nasıl ve nereye harcayacağını belirten mali bütçeyi meclisin onayını sunuyor.
Bu durum hükümetle halk arasında bir toplumsal sözleşme gibi gösteriliyor. Milletvekillerini biz kendi oylarımızla seçtiğimize göre 550 milletvekili tüm halkı temsil ediyor! Bunların çoğunluğunun bütçeye onayı halkın da kabulü olarak sunuluyor.
Ancak bu saygın demokratik sözler gerçekle hiç uyuşmuyor. 30 yıldır mali bütçelerde kamu harcamalarına yapılan harcamalar düşüyor. Yani her yıl daha az okul, hastane, fabrika, demiryolu yapılıyor.
Sosyal harcamalarla birlikte kamuda çalışanların ücretleri de düşüyor.
Kamu yatırımları yapılmadığı, her şey özel sektöre satıldığı için istihdam gittikçe daralıyor. Bütçelerde aslan payı ise askeri-güvenlik harcamalarına ve faiz ödemelerine aktarılıyor. Devletin borçlandığı IMF, Dünya Bankası gibi küresel kapitalist örgütler ya da doğrudan şirketler en büyük payı alıyor. Meclis ve hükümetler en fazla vergiyi ödeyen çalışanları değil kapitalistleri dinliyor. Hükümet, zaten az vergi ödeyen patronların için vergileri durmadan indiriyor.
KESK, 2009 bütçesine itiraz ediyor. Kamu emekçileri hem ücretlerinin düşük tutulmasına hem de sosyal yatırımların azaltılmasına karşı çıkıyor. KESK'i desteklediğini açıklayan TTB, DİSK, TMMOB, Çiftçi-Sen çalışanların bu bütçede hiçe sayıldığını söylüyor.
Bütçe 70 milyon insana sırtını dönerken yüzde 1’lik azınlığa hizmet ediyor. Bu adaletsizliğe son verelim. İşimize, ekmeğimize, emekliliğimize sahip çıkalım. 2009 bütçesine karşı eylemler bu yolda ilk büyük mücadele olacak.


Batık krediler artıyor, aileler icra ve iflas korkusu yaşıyor

Bankalar kredi kartı dağıtmaya devam edi- yor. TOKİ yeni konutlar yapıyor, bunları ipotek karşılığında satıyor. Hükümet Batı’daki krizin Türkiye’de yaşanmayacağını söylüyor. Ancak geri ödenmeyen kredilerin oranı artıyor. Batık kredilerde en büyük payı tüketici kredisi ya da kredi kartı kullanarak ayakta kalmaya çalışanlar oluşturuyor. Bankalar kurtarılıyor, peki ya emekçi sınıflar?


IMF’ye, TÜSİAD’a değil
Eğitime, sağlığa, emekçiye bütçe!

l Faize, askere, polise ayrılan kaynaklar kısılsın!
l Sosyal harcamalar artırılsın!
l Ücretler üzerindeki vergiler kaldırılsın!
l Servet sahibi olanlar vergi ödesin!
l Çalışanların kredi borçları silinsin!
l Kamu yatırımları artsın, yeni iş imkanları yaratılsın!
l IMF ile yeni bir anlaşma yapılmasın!

DSİP, KESK’le birlikte 2009 bütçesine ve kemer sıkma politikalarına hayır diyor!


En alttakilere sadece yüzde 6
l Faizin bütçenin dörtte birini yuttuğu 2008’in ilk 8 ayında, tarıma, yoksullara, küçük esnafa, sahipsiz çocuklara ayrılan pay toplamda bütçenin yüzde 6’sının altında kaldı.
l Tarıma , doğrudan gelir desteği, destekleme ödemeleri ağırlıklı verilen bütçe desteği , bütçenin yüzde 3,6’sında kaldı.
l Sayıları 12 milyona ulaşan yoksullara yeşil kart ile verilen sağlık harcamaları 2,6 milyar YTL ve diğer eğitim,giyecek- yiyecek , konut yardımları ilk 8 ayda 600 milyon YTL’de kaldı.
l Yoksullara bütçeden ayrılan pay 3,2 milyar YTL ile toplamın yüzde 2,2’ sini ancak buldu. Bir başka deyişle, yoksullara ayrılan bütçe payı, faiz bütçesinin yüzde 8’inden ibaret kalırken, ordu-emniyet bütçesinin de ancak beşte birine ulaşabildi.
l Çocuk Esirgeme Kurumu’na ayrılan ise 228 milyon YTL’de kaldı.


Zenginler daha fazla vergi ödemelidir
Büyük gelir eşitsizliği olan Türkiye’de, gelir uçurumunu bütçe üzerinden daraltmak mümkünken, tersine vergi ve harcamalarla eşitsizlik büyütülüyor. Vergilerin ağırlığı, gelir vergisi yoluyla “doğrudan”; tüketim harcaması yaparken de ,”dolaylı” olarak çalışan sınıftan alınıyor, şirketler,bankalar, varlıklı sınıf gücünün çok altında vergi ödüyor.
l 2008’in ilk 9 ayında vergilerin üçte ikisi yine dolaylı vergi olarak toplandı. Alt ve orta sınıflar benzin,doğalgaz, telefon kullanırken, tüketim malı içki, sigara alırken dolaylı vergi ödedikleri gibi, ücret ve maaşlarıyla da en önemli vergi mükellefleri oldular.
l Vergide yüzde 22 olan gelir vergisinin ağırlıklı kısmı 10 milyonu aşkın işçi-memur tarafından ödeniyor.
l Banka ve şirketlerden alınan kurumlar vergisinin payı ise yüzde 10’un altında.
l Varlıklı sınıfın mülkiyetinden alınan vergiler ise yüzde 3’ün altında.
Vergiyi çalışanlar veriyor. Hükümet bütçeyi kapitalistlerin istekleri doğrultusunda, sendikaları hiçe sayarak geçiriyor. İslam, Ergenekon, Kürt sorunu gibi konularda ortalığı ayağa kaldıran sahte muhalafet patronları dinlyerek susuyor.
Serveti olanlar zenginlikleri oranında vergi vermelidir. Ücretler üzerindeki vergiler kaldırılmalıdır. Ücretlere zam yapılmalıdır. Ödediğimiz vergiler faiz ve kurşun için değil toplum için kullanılmalıdır.


Kâr değil insan
KESK'in eylem kararı doğru bir zamanda alındı. 29 Kasım'da Türkiye'nin her yerinden çalışanlar, anti-kapitalistler, savaş karşıtları ve sosyalistler Ankara'ya yürüyecek. Ankara mitingi krize ve patronların saldırısına karşı mücadelede bir başlangıç olacak.
KESK’in hareketlenmesi diğer çalışan örgütlerini de harekete geçirdi. Ancak sadece sol yönelimli örgütler değil, Türk-İş ve Hak-İş'te mücadeleye kazanılmalı.
Tüm işçi örgütleri ve emekten yana örgütlenmeler ortak talepler etrafında birleştiğinde işte o zaman çalışanları aşağılayan hükümetin işi zorlaşacaktır. Eğer sol yönelimli sendikal örgütler ile diğerleri arasında birlik sağlanamazsa güçler bölünecek, kapitalistler kazanacaktır. Buna izin veremeyiz.
İşçi örgütlerini birleştirmek için taban hareketini örgütlemek zorundayız. Sosyalistler mücadelenin her adımında çalışanların birliğini sağlamak için kolları sıvamalıdır.
Bugün Türkiye'de yaşayanların ezici çoğunluğu sistemden hoşnutsuz. Özgürlük istiyor. Egemen sınıfın yarattığı suni bölünmelere karşı her geçen gün ezilenlerin birliği yönünde adımlar atılıyor. Ergenekon, Kürt sorunu, Ermeni sorunu, darbeler, anayasa gibi bir çok konuda daha fazla muhalif sesini çıkarıyor.
Özgürlük ve demokrasi çalışanların çıkarınadır. Sosyalistler çalışanların ekonomik mücadelesine yardımcı oldukları gibi bu mücadeleyi politik mücadeleyle birleştirmek zorundadır.
DSİP bütün güçleriyle KESK’in başlattığı mücadeleyi destekliyor. Krize karşı direnen işçilerin yanında olacağız. Nerede bir grev, direniş varsa onunla dayanışacağız. Tüm mücadeleleri birbirine bağlayacağız.
Kapitalistlerin çıkarlarını savunan bir çok parti var, ancak çalışanların çıkarılarını savunan, işçilerin ve ezilenlerin saflarında örgütlendiği bir kitlesel parti yok. Bu yeni ve radikal partiyi mücadele eden herkesle birlikte kurmak zorundayız.
Hareketin birliği, kitlesel yeni bir sol partinin yaşaması ve güçlenmesi için devrimci partiyi de örgütlemek zorundayız.
Günümüz dünyası ve onun bir parçası olan Türkiye’de kazanmak için bir çok olanağa sahibiz.
Kitleler değişim istiyor. Yoksulluğa, sömürüye, hiçe sayılmaya isyan ediyor. Sosyalistler bu isyanı örgütlemelidir.


Marksizm Sohbetleri
George Bush çiftliğine dönüyor

11 Eylül'den sonra George Bush liderliğindeki ABD yeni muhafazakarları, "Teröre karşı savaş" ilan ettiler. Bu savaş, pratikte, "Önleyici savaş doktrini" adı verilen bir uygulama şeklini aldı.
Afganistan, El Kaide terörünü temizlemek için, Irak kitle imha silahlarından arındırılmak için işgal edildi. İşgallerin gerekçesi, saldırı olasılığını ortadan kaldırmaktı.
Yedi yılda Afganistan'da en az on bin, Irak'ta ise neredeyse 2 milyon sivil öldü.
George Bush, yeni emperyalizm döneminin süper gücünün siyasal sorumlusu olarak emekli oluyor. Görevini yapmış olarak. Milyonlarca yoksulun kanı ellerinde, görevi bırakıyor.
Yeni emperyalizm, Soğuk Savaş sonrasını, SSCB ve Doğu Blok'unun yıkılmasından sonraki dönemi tarif eden bir kavram. 1990'ların başında, ABD, silahlanma harcamaları kendisinden hemen sonra gelen on büyük ülkenin toplamından daha fazla olan süper askeri güç olarak bir dizi çelişkinin içine gömüldü. 50 sene önceye göre gerilemiş, AB bloğuyla eşitlenmiş ekonomik durumu, ABD açısından acil tedbir alınması gereken ciddi bir zaaf olarak öne çıktı. Japonya, AB, Çin tehdit eden hegemonik güçler olarak ekonomik alanda etkilerini artırmaya başladılar.
Chris Harman'ın deyimiyle, ABD, kendisini, nispi ekonomik zayıflığını telafi etmek için rakipsiz askeri üstünlüğünü kullanmak zorunda olduğu bir durumda buldu.
11 Eylül saldırılarının ardından başlatılan işgaller, 1990'ların bir devamı niteliğinde. ABD 1991'de Irak'ı, 1990'larda Yugoslavya'yı bombaladı. 1999'da Kosova, NATO şemsiyesinde işgal edildi.
Soğuk Savaş dönemi, ABD ve Avrupa'nın merkezlerine kadar ilerlemiş Rusya arasında çelişik bir biçimde dengede bir emperyalizm dönemi oldu. Soğuk Savaş, Rusya ve Doğu Bloğu ülkelerinin dünya pazarındaki yerlerini kaybetmeleri ve siyasi yapılarının çökmesiyle ABD açısından zaferle sonuçlandı. Sonuçlandı sonuçlanmasına ama bu zaferin bedeli pahalı oldu. ABD devasa askeri harcama ve yatırımlarıyla Batı pazarının büyümesine, silahlanmaya daha az kaynak aktaran, Japonya ve Almanya gibi ülkelerin ekonomik olarak güçlenmesine neden oldu. Üstelik, çöken Doğu Bloğu, "Komünizm"e karşı ABD'nin askeri liderliğini kabullenen Batı ülkelerinin, artık bu liderliği sorgulamasına neden oldu.
Sorgulama, sorgulamayı getirdi. 1990'ların ortalarında ilk yeni muhafazakar sesler duyulmaya başlandı ABD'de. NATO yeniden tarif edildi. ABD için enerji hatlarını koruyan bir savaş ve suç örgütü olarak yeniden tanımlandı.
Süper askeri gücün ayakta tutulması için yeni düşmanlar uyduruldu. İslam fobisi, kitle imha silahları, Saddam Hüseyin, İran ve büyüyen ekonomi Çin.
Yeni muhafazakar manyaklığın temel derdi, 21. yüzyılın da tıpkı 20. yüzyıl gibi bir Amerikan yüzyılı olup olmayacağını şansa bırakmak yerine, hızla harekete geçmekti. ABD hegemonyasını tehdit eden güçlere gözdağı vermenin yolu, daha zayıf güçleri yok ederken uygulanacak şiddetin süper bir askeri şova dönüştürülmesiydi. Kaba bir intikam savaşı olan Afganistan işgali de, yalanlar üzerine kurulduğu bizzat Bush'un açıklamalarında iyice kesinleşen Irak işgali de yeni bir Amerikan yüzyılı için atılan yayılmacı adımlar oldu. Kosova işgaliyle Karadeniz'e kadar ilerleyen ABD, Afganistan ve Irak işgalleriyle Asya'ya yerleşmiş oldu.
Rus devrimci Buharin savaş ve kriz bağlantısını şöyle kuruyor: Dünya kapitalizminin anarşik yapısı iki noktada kendini gösteriyor. Bir yandan dünyadaki endüstriyel krizler ve diğer yanda savaşlar. Kapitalist toplumda savaş, kapitalist rekabetin kullandığı yöntemlerden sadece bir tanesidir. Krizler ise dünya ekonomisinin bütününü kapsar.
Tam da ABD ve AB bloğu gibi dünya kapitalizminin en büyük güçlerinin yaşadığı devasa mali kriz, sürmekte olan işgal politikalarının niteliğini değiştirme potansiyeli taşıyor. Kafkaslar, büyük güçlerin birbirlerine askeri meydan okumalar döneminin bir başlangıcı olabilir.
Bu George Bush'un mirası. Irak işgalinin siyasi sorumlusunun. Emperyalizmin arayıp da bulamadığı sözcüsünün. Şimdi çiftliğine çekilecek. Ama biliyoruz ki öldürülmeleri emrini verdiği 2 milyon Iraklının anısı, o çiftliğin etrafından bir an bile ayrılmayacak.
Hesap sorulana kadar…