Sosyalist İşçi 342 (28 Kasım 2008)
Studs Terkel’in ardından
“ABD'li solcu yazar Studs Terkel öldü." Karar verme kabızlığından muzdarip medyamızın, bir nebze de olsa, daha "aklı-başında" olan mecraları dahi Studs Terkel'ın ölüm haberini böyle verdi. Zaten o da solcuydu! Bu kafalardaki kategorizasyonun nasıl işlediğine iyi bir örnek hala. "Karşıtlıkları modern siyasetin temelini oluşturan –ve bugün artık gerçek bir belirsizlik mıntıkasına girmesine doğru çözülmeye devam eden– kategoriler"den bahsediyorum, kolaycılıktan ve tanımlamanın rahatlığından.
Yazar, gazeteci, hukukçu, aktivist, sözlü tarihçi ve radyocu vb… Amerika Birleşik Devletleri'nin muhalif entelektüellerinden birisi Studs Terkel, doksan altı yaşında hayata veda etti, geçtiğimiz Ekim'in son günü. İlk elden wikipedi bilgileri bize Terkel'ın bir süre devam ettiği hukuk eğitimini bırakmasının sebebinin "hukuk işiyle ilgilenmektense, bir otelde kapıcı olmayı tercih etmesi" olduğunu söylüyor. Gençken, ailesinin Chicago'daki otelinde hayata bakışının temellerini atmış Studs Terkel'in bu açıklamasının böyle bir gerçeklik payı var, safi kinaye değil.
Bughouse Square'in yakınında bulunan bu otelde uzun yıllar geçirmiş, otelin en büyük özelliklerinden biri Wooblies lakaplı "Industrial Workers of the World"1 üyelerinin uğrak yeri olması. Chicago ağırlıklı olarak, sub-altern ya da madun diye mi nitelersiniz, "underdogs" mu dersiniz, o dönemde, 30'lardan 40'lardan bahsediyoruz, her neyse, çoğunlukla o sesi pek de duyulmayan insanların hayatta kalmaya çalıştıkları bir bölge. Aynı zamanda, gerek edebi, sanatsal anlamda, gerek sivil haklar aktivizmi anlamında Amerika'nın kaynayan-doğurgan bölgelerinden bir tanesi. Bughouse Square, ya da daha çok bilinen adıyla Washington Square de konuşma özgürlüğünün, hatta örgütlenmenin on dokuzuncu yüzyıldan beri Amerika'daki sembollerinden biri sayılmakta (özellikle 1910'larla 60'lar arasındaki dönem oldukça dikkat çekici). Ama tarih bizi 1886'daki "Haymarket İsyanı"na kadar götürüyor. Tarihin içersinde geçtiği mekanlarda çıplak gözlerle görülemese de yine de silinmeyecek izler bıraktığına inananlardansanız, Terkel'ın genetik olarak muhalefete meyilli olduğunu da rahatlıkla görebilirsiniz..
"Kökleri değilse de kalbiyle, ruhuyla sokaktaydı – sıradan insanların yaşam alanında, yani, tartıştıkları, geleceklerine dair tasarılar geliştirdikleri, küfürleştikleri, sarhoş oldukları, müstehcen şakalar anlattıkları sokaklarda. Şehrin sokakları demokratik bir hayatın filizlendiği yerdir. Demos2 taleplerini sokakta dile getirir. Bu nedenle de denetim altına alınmak istenirler. Terkel sokaktaki insanın sesini duyurmasını sağlamıştı." diye anlatıyor Halil Turhanlı, bu karnavalvari geçmişin Terkel'ın hayatındaki tezahürünü.
Studs Terkel 50'li yılların başlarında radyoculuğa başlıyor. 45 sene boyunca haftaiçi hergün yayınlanan radyo programı The Studs Terkel Program'de her kesimden insana konuşma fırsat veren Terkel'ı Mahalia Jackson'da "beyaz dünyasını aydınlatan beyaz radyocu" olarak övmekte. Halil Turhanlı'nın belirttiği gibi3, "Amerikan orta sınıf ailesinin banliyölere çekildiği, televizyonlarının başında oturma odalarına kapandıkları, kamusal alanın tenhalaştığı bir dönem"de atılıyor Terkel radyoculuk hayatına.
Studs Terkel için radyo her şeyden önce bir kamusal alan ve demos'un sesini duyuracağı bir mecra – Politeiadan bu yana, konuşmak siyasi varlık olarak insanın en önemli belirlenimi. Sıradan insanın sesisini duyurması bağlamında Studs Terkel'in "sözlü tarih" çalışmalarına verdiği önemin altını çizmek gerek. Tarihin "parlak insan başarıları"ndan oluştuğu resmi-genel geçer tarih anlayışının aksine, Studs Terkel hep sıradan insanın neyi, nasıl yaşadığına dikkati çekmeye çalışmış, "Buhran döneminde yaşamak nasıl bir şeydir? Ya İkinci Dünya Savaşı sırasında? Öğretmen olmak nasıl bir şeydir?" Bunu gerek radyo programlarıyla gerekse de yazdığı sözlü tarih çalışması niteliğindeki kitaplarla işlemiş. Demos'un bu şekilde dillendirilmesi, yaşamın çok-katmanlı ve dialojik yapısına daha derinden nüfuz etme yeteneğini getirir. "Bugün eksikliğini çektiğimiz tartışma yeteneğidir" diyor Terkel, "artık tartışamıyoruz", artık dillenemiyoruz. "Mass-media" diye tabir edebileceğimiz ana-akım medyanın, kimin nerde, ne zaman, ne söyleyeceğini çoğu zaman anket ve kamuoyu yoklamalarıyla belirlediği, insanların televizyonu sadece gerçeklikten bir an olsun da uzaklaşmak için kullandıkları, her yerde bilgi müsveddelerine boğulduğumuz bir dönemdeyiz. Kimsenin konuşmaya hali yok, dolayısıyla dinlemeye, kamuoyunu oluşturan bu en büyük eyleme, dinlemeye hayatlarımızda verebilecek bir yerimiz, hatta tahammülümüz yok. "Bugün hayatı nasıl yaşadığımız, ölümünüzü de belirliyor" demiş Terkel doksan bir yaşında verdiği bir söyleşide, neden onun ölümünden bu kadar bihaber olduğumuzu da açıklamış oluyor sanırım böylece. Yine de "Umut En Son Ölür", O'nun dediği gibi.
"Aktivistler bir şeyler yapmak için harekete geçenlerdir; ve onlar, bana kalırsa, geri kalanlarımıza umut aşılamak için harekete geçerler. Onların umutları vardır, yoksa aktivist olamazlardı, bütün mesele budur." (..) "Ben bugün insanların başka bir şeyin, daha iyi olanın mümkün olduğunu hissettiklerini görüyorum." Başka bir dünyanın mümkün olduğunun.
1. Industrial Workers of the World (IWW-Dünya Endüstri İşçileri Birliği) 1905'te Chicago'da kuruldu. Kuruluş amacı tüm işçileri tek bir sendika altında birleştirmek ve kâr sistemini ortadan kaldırmaktı.
2. Antik Yunan'da asillerden olmayan halkın genel adı. Demokrasi sözünün öncülü, insanlar, kitleler, sıradan insanların politik aktivizmi.
3. Bu yazıda Halil Turhanlı'dan alıntılanan sözler, 19 Ekim tarihinde, Açık Radyo'da saat 19:00 civarında sarf edilmiştir.
H. İlksen Mavituna
Marksizm Sohbetleri
Hatırlasan da olur hatırlamasan da
Televizyonlardan bir dizi geçti. 1968 olaylarının kırkıncı yıldönümüyle de çakışınca, Hatırla Sevgili dizisi büyük ilgi topladı. Türkiye’de solun geçmişinin bir kesitini de anlatan dizi garip bir biçimde muhalefete moral verdi, anlatamadıklarının çok izlenen bir dizi sayesinde anlatılması solu neşelendirdi.
Solun geçmişi, özellikle Deniz Gezmişlerin idamı ve Mahir Çayan ve arkadaşlarının kahramanca bir eylemden sonra öldürülmesi solun anılarının gömülü olduğu bir kara kutu yarattı. Bu anıları eleştirmek, hele hele bir tv dizisinin yarattığı popülerlikle birleşince neredeyse imkânsız hale geldi.
Reddi miras yasaklandı. Marksizm, Çayanların tezlerine indirgendi. Mahir Çayan ve arkadaşlarının tezlerinin tarihsel kökenlerinin marksizmle alakasız olduğu, marksistlerin popülizm adını verdikleri bir geleneği temsil ettiklerini söylemek, tartışmak suç haline geldi. Bu tartışmada tüm popülistlerin ortak özelliği olan milliyetçi fikirlerin, birkaç örgüt ayrı tutularak, 1970’li yıllarda Türk solunun mücadelesinin vaz geçilmez ideolojik motiflerinden birisi olduğu görmezden geliniyor.
Komedi burada başlıyor. Çayan ve arkadaşları, 1970’lerde faşistlerle, devlet güçleriyle sokakta mücadele eden, çarpışan devrimciler, devrimci bir ruh halinin simgesi oldular. Bu devletin yıkılması gerektiğini, devleti yıkmak için parlementerist yöntemler dışında militan bir mücadele verilmesi gerektiğini gösterdiler. Bir ruh halini değiştirdiler. Tek başlarına değil, 1968 dünyasının değişen gücüyle birlikte.
Ama, fikirleri baştan aşağı yanlıştı.
Fikirleri, Lenin’in 1800’lü yılların sonunda tartıştığı Rus devrimci geleneğinin önemli akımlarından olan Narodniklerle doğrudan bağlara sahip. Lenin’in Narodniklere yönelttiği en önemli eleştiri, sosyalizmi kurmak için hangi toplumsal gücün eyleminin örgütlenmesine katılmak gerektiği konusunda popülistlerin yanlış yanıtlarınaydı. Narodnikler, köylülüğü devrimin toplumsal temeli olarak ilan ettiler ve köylülüğü harekete geçirmek için öğrenciler ve aydınların konspiratif örgütlenmelerine yaslandılar. Cahil köylü kitlelerini aydınlatmak, örgütlemek ve en iyi ihtimalle köylülerin kitle hareketine biçim vermek için tartışmalar ve mücadele “halkçılık” adı verilen bu hareketin omurgası oldu.
Türkiye’de 1970’ler boyunca radikal sol içinde yaşanan tartışma, bugün bakılınca içler acısıdır. Burjuvazinin bir kesiminden, köylülerden, öğrencilerden, hatta Kemalist ordudan ve tabii ki işçi sınıfından devrimci atılım bekleyenler arasında, alacalı bulacalı, bölük pörçük teorik temellere oturtulmaya çalışılan hararetli tartışmalar yaşandı. Kapitalist sistemi yıkma gücü taşıyan sınıfın hangi sınıf olduğu konusunda süren tartışmalar, örgütlü solun eyleminin popülist ve ikameci, yani kitle hareketlerinin yerine kendisini koyan eyleminin içeriğine doğrudan bağlıdır.
1970’lerin tradejisi, sadece binlerce devrimcinin yanlış fikirlere yaslanan bir politik mücadelede yaşamlarını yitirmelerinden kaynaklanmıyor. Bu kuşak, devrimci geleneğin çok cılız olduğu bir bölgede, bir yandan el yordamıyla, bir yandan sokakta mücadele ederek, işçi sınıfının arayışı içindeydi. İkameciydi, kendisini kurtarıcı sanıyordu, fikirleri çelişik bir toplamdı, toplumsal sınıflar arasında gerçek dışı ittifaklar arıyordu. İşçi sınıfını arayan bir kuşak olarak, o kadroların yapabileceklerinin sınırı vardı. Mücadele eden yanı başındaki sınıfı göremeyecek kadar şiddetle arıyordu işçi sınıfını. Ama taktığı gözlük, işçi sınıfını görmesini engelledi. Aynı anda hem stalinizmin hem de kemalizmin gözlüğüyle sınıf mücadelesine bakıldığında görülecek olan şey, sosyalizmin işçi sınıfının kendi eylemi olduğu değil, bir avuç devrimcinin kahramanca eylemi olduğudur.
O gözlükleri değiştirmenin çok zor olduğu bir dönemde yaşanan trajedinin, bugün aynen, aynı biçimlerle, o devrimcilerin isimlerinin arkasına sığınarak tekrarlandığında, bir komedi halini alması zorunludur. Komedyen değil de sosyalist olmak isteyenlerin 1970’lerin popülist geleneğinden hızla kopması ise diğer bir zorunluluktur.
Şenol KARAKAŞ
Marks’ın
kapitaline giriş
Marx’ın Kapital’i,
Yazan Ben Fine ve Alfredo Saad Filho, Çeviren Nail Satlıgan, Yayınevi Yordam
Marks’ın en önemli eseri olan Kapital’e çok mükemmel bir giriş olan bu kitap 25 yılı aşkın zamandır yayında. Bir çok dile çevrilmiş ve şimdi de Yordam Kitap tarafından Türkçeye çevrildi.
Kitabın yazarları Ben Fine ve Alfredo Saad Filho Marks’ın ekonomi poltikasının bütün yanlarını kapsıyorlar. Marks’ın analizlerinin yapısını inceliyorlar.
Yazarlar Marks’ın metodunu ve terminolojisini son derece iyi açıklıyorlar.
Kitabın bölümleri kısa. Okurun konuya yaklaşmasını kolaylaştırıyor. Ama kitap konu üzerine olan bütün te-mel tartışmalar için çok ya-rarlı kılavuzlar ve tamamla-yıcı okuma önerileri veriyor.
Marks’ın yeniden güncel hale geldiği, yaygınca tartışılmaya başlandığı bugünlerde Ben Fine ve Saad Filho’da Marks’ın Kapital’inin güncelliğini vurgularken kitabın ekonomi, felsefe ve sosyal bilimler üzerindeki etkisine de değiniyorlar.
Sungur Savran ve Ahmet Tonak’ın makalesinin nasıl Ben Fine ve Alfredo Saad Filho’nun kaynakçasına girdiğini ise herhalde Savran ve Tonak’ın yakın arkadaşı, çevirmen Nail Satlıgan’a sormak gerekiyor.