Sosyalist İşçi 343 (5 Aralık 2008)

 

Sayfa 9 :


Bretton Woods:
Ekonomi tarihi neden tekerrür etmez?

1944 Temmuz'unda 44 müttefik devletinin liderleri, savaş sonrası küresel ekonomiyi nasıl yöneteceklerini tartışmak üzere küçük bir New Hampshire kasabası olan Bretton Woods'da bir araya geldiler.
Buradaki müzakereler bugün küresel kapitalist sisteme egemen olan kurumları doğurdu; Uluslararası Para Fonu (IMF) ve şimdi Dünya Bankası'nın parçası olan Uluslararası Yeniden-yapılanma ve Kalkınma Bankası.
Konferansta bu ülkeler kendi paralarını dövize sabitlediler, döviz de altının fiyatına sabitlendi.
Bretton Woods egemen sınıfların dünya ekonomisini istikrara kavuşturmak için dünya çapında eşgüdümlü bir çabasını ifade ediyordu. Uluslararası ticaret ve finansı düzenleyen etkili kuralların olmayışının 1930'ların ekonomik keşmekeşini şiddetlendirdiğini düşünüyorlardı.
Bretton Woods'un sabit kur sistemi yaklaşık 30 yıl, ABD 1971'de sabit dolar kurundan vazgeçinceye kadar iş gördü. IMF ve Dünya Bankası halen koca ekonomilere program dikte edebilen kudretli uluslararası kurumlar.
Bretton Woods'un dünya için önemli sonuçları oldu. Ne var ki o dönemin kendine özgü tuhaf koşulları olmasaydı anlaşma yapmak olanaksız olurdu. 1944'te ABD dünya ekonomisine o denli egemendi ki bunun boyutlarını bugün hayal etmek imkânsız.
Avrupa ve Japonya toptan yıkımın eşiğindeydiler. Rusya halen nispeten zayıf bir ekonomik güçtü.
Diğer yandan ABD dünya ekonomik çıktısının yarısını üretiyordu. İngiltere gibi savaşı finanse etmek için ABD'ye ağır borçlanmış birçok ülke vardı. ABD egemen sınıfı buyruklarının yasa muamelesi göreceğine emin ve kendine son derece güvenliydi.
ABD'nin gücü ve nüfuzu Bretton Woods müzakerelerinin yapısını tamamen belirledi. Ağır borçlu katılımcılar, borçlarını öderken kendi ekonomilerini de inşa etmelerine olanak verecek bir dizi uluslararası kurum istiyorlardı.
Açık
Ekonomist John Maynard Keynes bu iş için, tek tek ekonomileri her yıl hesaplarındaki fazlayı ya da açığı gidermeye zorlayacak bir "Uluslararası Kredi Birliği" önerdi. Böylece borçlu ülkeler ihracat kazançlarıyla borçlarını ödeyebileceklerdi.
Ancak ABD dünyanın en büyük borç vereni olarak bu önerilere karşı çıktı. Egemen sınıfı bütün diğer egemen sınıfların ona borçlu kalmasına razıydı. Borçları tedrici olarak ortadan kaldıracak bir sistem kısa vadeli çıkarlarına uymuyordu.
Harry Dexter White ABD delegasyonuna başkanlık eden hazine yetkilisiydi. Keynes'in planına ısrarla karşı çıktı ve önemli kredileri geri çekme tehdidiyle diğer ülkeleri hizaya soktu.
Dexter White gelişmekte olan ve savaşta yıkıma uğramış ülkelere kredi vermek üzere Dünya Bankası'nı önerdi. IMF sabit kur sistemini sürdürecekti.
"Ne kadar çok para koyarsan o kadar çok oyun olur" ve "ABD istemediği her kararı durduracak oya sahip olmalıdır" diye ısrar etti- bugün de devam eden bir durum.
Yine de ABD'nin konumu 1950 ve 1960'lardaki küresel ekonomik büyüme döneminde zayıfladı. Dünyadaki en büyük ekonomi olarak kalsa da mutlak egemenliği azaldı.
Eski borçlular ve yenilmiş devletler benzeri görülmemiş oranlarda büyürlerken, ABD'nin büyüme oranları önceki on yıllara göre yükselmiş olsa da diğerlerininki kadar yüksek değildi.
Soğuk Savaş harcamaları, Kore ve Vietnam savaşlarına yapılan harcamalar sistemi bir bütün olarak istikrara kavuştursa da ABD'nin geride kalmasına yol açıyordu. Rekabet yavaş yavaş aradaki farkı kapattıkça kredi veren borçluya dönüştü.
ABD egemenliğini desteklesin diye kurulan sabit kur ve sürekli bütçe açıkları sistemi 1971'de artık yük haline gelmişti. ABD artık borçluydu ve dünyanın geri kalanı için koyduğu sınırlamalar kendisine sıkıntı veriyordu.
Kur
ABD başkanı Richard Nixon dolar ile altın fiyatı arasındaki bağı ortadan kaldırarak pratikte Bretton Woods sabit kur sistemine son verdi. 1976'da dünyanın bütün belli başlı dövizlerinin fiyatları artık uluslararası piyasadaki ticari işlemlerle belirlenir olmuştu.
Sistemin ikiz desteği olarak planlamış olan IMF ve Dünya Bankası egemen sınıfın yeni ideolojisi olan yeni liberalizmin uygulanmasını sağlayacak kurumlar olarak kendilerine yeni roller buldular.
ABD ekonomisindeki kısmi toparlanma hiçbir zaman onu eski egemenliğine kavuşturmadı. ABD şimdi küresel ekonomik çıktının yüzde 25'ine sahip. Çin gibi bir zamanların küçük ekonomileri artık kendi çıkarları olan büyük güçler. Bugün hiçbir ekonomi tek başına kendi iradesini dayatacak güce sahip değil. Dolayısıyla "İkinci Bretton Woods"un yakın zamanda yapılması olası değil.
Her egemen sınıf sonuçta kendi çıkarının peşinde. Çin gibi büyük kreditörlerin kısa vadeli çıkarları ABD gibi borçlu ülkelerin çıkarlarıyla ters. İmalat malları ihracatçısı Almanya, bir hizmetler ekonomisi olan İngiltere'den farklı kurallar isteyecektir.
Ancak rekabet daha ciddi biçimler de alabilir. Almanya kendi bankacılık sistemini korumaya alarak Avrupalı müttefiklerini öfkelendirdi. Gordon Brown zorbalıkla talihsiz İzlanda'ya isteklerini kabul ettirdi. Barack Obama ABD'li araba imalatçıları için dev ölçekli bir kurtarma paketi istiyor ve böylece serbest ticaret anlaşmalarını çöpe atıyor.
Dünya Bankası gelecek yıl dünya ticaretinin 1982'den beri ilk kez düşüş göstereceğini tahmin ediyor.
Dünya ekonomisi küçülecek ve öngörülebilir gelecek boyunca da depresyonu sürecek. Yöneticilerimiz bunun sonucunda daha çaresiz ve daha tehlikeli hale gelecekler.
Jacob Middleton


Kapitalizmin krizinin şok dalgaları tüm dünyayı sarıyor

Küresel egemen sınıf panik ve kargaşa gribine yakalandı. Oysa daha yakın zamana kadar dünyada yeni büyüyen ekonomiler (Çin ve benzeri hızlı büyüyen ekonomiler) buradan çıkışın yoluna örnek gösteriliyordu. Hatta kimi ekonomistler bu ülkelerin, kendilerini Batı'dan yalıtarak resesyondan uzak kalabileceklerini söylüyordu.
Bugün ise o belli belirsiz umutlar bile söndü. Çin'deki küçük ve orta ölçekli işyerleri istikrarsızlık yüzünden kapanırken ülkenin yöneticileri istihdamın geleceğinin "korkunç" olduğunu ve bunun toplumsal huzursuzluğa yol açabileceğini ifade etmek zorunda kalıyorlar.
Ülkenin çeşitli kent ve kasabalarından her gün artan sayıda "kitlesel olay" (Çin yetkililerinin ayaklanma ve gösterilere verdiği edebi (!) isim) haberleri geliyor. Hong Kong Üniversitesi'nden Prof. Joseph Cheng Çin hükümetinin meşruiyetinin refaha bağlı olduğuna işaret ediyor. "Eğer halk ekonomik büyümenin artık sürdürülemediğini görürse hükümet temelinden sarsılır", diyor. Çin'de zenginle yoksul arasıda giderek büyüyen uçurum var olan sorunları daha da kötüleştirir diye de ekliyor. "Bu yüzden yoksulların katlanmak zorunda olduğu sıkıntılar dayanılmaz hale gelecek".
Kriz, 6 Ekim günü görüldüğü gibi Çin ile sınırlı değil. Latin Amerika ekonomilerinin dinamosu Brezilya borsası yüzde 5.4 düşüşle kapandı. İşlemler gün içinde iki kez durduruldu. Birisinde hisseler yüzde 15 düşmüştü. Şili ve Arjantin borsaları da yüzde 6 düşüş yaşadı.
Bütçe açıkları
Endonezya borsaları, dev boyutlardaki yabancı yatırımlar geri çekilince yüzde 10 düştü. Türkiye, Hindistan ve Baltık ülkeleri gibi, büyük bütçe açıkları olan ve yabancı paraya bağımlı ülkeler de krizin etkilerini yaşıyor. İstikrarsızlık, önceleri yükselen yıldızlar olarak görülen ülkeleri iflas tehlikesinden kurtulmak için IMF'ye yönlendiriyor.
Macaristan, İzlanda, Litvanya, Pakistan, Türkiye ve Ukrayna gibi ülkeler kendilerine kefil arıyor. Ama ne yazık ki IMF parası neo liberal şartlar eşliğinde geliyor. IMF üye ülkelerin, ekonomilerini uluslararası rekabete açmalarını ve özelleştirme yapmalarını şart koşuyor.
İthalat vergilerini azaltmak ve kamu harcamalarını ve sübvansiyonları kısmak gibi onyllardır sürdürülen serbest piyasa politikaları gelişmekte olan ülkeleri artan oranda küresel ekonomye bağımlı kılıyor. Ama küresel pazardaki dalgalanmalarla başetmelerini de zorlaştırıyor. Bu gerçek yaşanan son gıda fiyatları krizinde iyice ortaya çıktı.
Geçmişte finansal desteğinden yararlanmanın karşılığı olarak IMF ile yapısal uyum programlarını imzalamaya zorlanan ülkeler kendi pazarlarının batıdan gelen ucuz ithal gıdalarla dolduğunu ve yerel gıda üretimlerinin imha olduğunu gördüler. Ama bu yıl ithal temel gıda fiyatları uçtu dünyanın en yoksul milyonlarca insanı bunun sonucunda açlığa mahkum oldu.
IMF paketinin borç ödemesi "ihracat odaklı büyüme"ye dayandırılıyordu ama dünya ekonomisi resesyondan çöküşe doğru kayarken ihracata bağımlı pek çok yoksul ülke ekonomisi vuruldu. Şimdi bu ülkeler kendilerini, kaynaklarının hiçolmadığı kadar büyük bölümünü borç ödemelerine ayırır halde buluyorlar.
Bir kriz döneminde gelişmekte olan zayıf ekonomilerin kırılgan doğasının anlamı yatırımcıların paralarını çekmesi ve "risk"I minimize etmesidir. Bu trend Macaristan ve Endonezya gibi ülkeleri (her ikisi de yüksek ticaret açıklarına sahipler ve büyük oranda yabancı yatırıma bağımlılar) çok daha ağır biçimde vuruyor.
Tedavi
Batıdaki yönetimler bankalara yoğun bir destek vermekle piyasanın kendine gelmesini sağlayacak eski reçetelerinden çabucak vazgeçtiler. Ne yazık ki yoksul ülkelerin serbest piyasa ilacını yutmak zorunda olmaları konusundaki ısrarcılıklarında bir değişiklik olmadı.
Krizden en kötü etkilenen Doğu Avrupa ülkesi Macaristan bu ay başında IMF'den 15.7 milyar dolar borç aldı. Karşılığında IMF "köklü belirgin önlemler" talep etti. Bu önlemler kamu harcamalarının kısılmasına ve kamu hizmetlerinde daha ileri "reformlar" yapılmasına odaklanıyordu.
Macaristan'ın sokaktaki insanı bunun ne anlama geldiğii çok iyi biliyor: ücretlerde, emeklilik hakkı ve sosyal harcamalarda kesinti. Macaristan IMF'e 1982'de katıldı ve aldığı borçlar karşılığında bir dizi yapısal uyum programına imza atmak zorunda kaldı. Ücretlere ve kamu hizmetlerine yapılan bir dizi saldırıyı takiben işsizlik ve yoksulluk hızla arttı.
1989-93 arası ekonomi yüzde 20 daralırken resmi işsizlik rakamları sıfırdan yüzde 13'e çıktı. 1990'ların ilk yarısında reel ücretler dörtte bir oranında düştü. Bugün daha IMF'nin önerdiği kesintiler başlamadan bile Macaristan'da çocukların yetersiz beslenmesi cidi bir sorun ve serbest piyasanın başarısız olduğuna dair yaygın bir kanı var.
Bu duyguya, dünyanın dört bir yanında, hayatlarının işsizlik ve yoksulluk yüzünden mahvolduğunu gören milyonlarca insan sahip. Kapitalizmin çarpık mantığı (dünyanın bir yanında fabrikaları kapatıp mühendisleri ve çelik işçilerini işten atarken, bir başka yöresinde temiz suyu dağıtacak en basit teknolojiye yanaşmıyor) bütün bu insanlara net biçimde görünür hale geldi. Ekonomik yıkımın çapına duyulan öfkenin protesto hareketine dönüşebilecek olması umudu o kadar güçlü ki zenginlerin ve onların piyasasının sonunu getirebilir.
Sadie Robinson