Volkan Akyıldırım
Türkiye’de sol politika adı altında piyasaya sürülen üç fikrin nasıl battığını geçen hafta gördük.
Açlık grevleri 68. gününde Öcalan’ın çağrısı ile sona erdi ve yeni bir diyalog süreci başladı. En sert sözlerin edildiği bir anda PKK lideri ile BDP’nin devletle görüştüğü, hükümetle pazarlık yürüttüğü anlaşıldı. “90’lara geri dönüyoruz”, “Bugün 12 Eylül’den döneminden bile kötü” diyenler yine çuvalladı.
İsrail Gazze’ye saldırdı. Siyonist rejim Filistin’i bombalarken Baas rejimi de aynısını yapıyordu. Antiemperyalist olduğu ileri sürülen Rusya, her iki rejimi de destekledi. Filistin’e karşı ABD ve AB ile kol kola girdi. Arap Devrimleri’ne “emperyalizmin oyunu” deyip Esad gibi eli kanlı katillere “ilericilik” payesi yakıştıranlar yine faka bastı.
Avrupa işçi sınıfı Avrupa Birliği’ne karşı sokağa çıktı. Kitlesel eş zamanlı grevler yaptı. Binlerce Avrupalı savaş karşıtı ve sosyalist Gazze için eylem yaparken, Siyonist rejime destek veren AB’ye de meydan okudu. Türkiye’de sosyalistlerin yürümesi gereken yolun Avrupa Birliği üyeliğini savunmaktan geçtğini öne süren çizgi yine battı.
Sol olarak adlandırılan bu üç yaklaşım, farklı hatta birbirine zıt kesimler tarafından savunulsa da aralarında güçlü bir bağ var. Bu yaklaşımların merkezinde işçi sınıfı ve yoksullar durmuyor.
Bu üç çizginin sahipleri, tarihin ve toplumsal gelişmelerin aşağıda yürütülen mücadelelerle değil yukarıda, egemen sınıfın partileri/kurumları/devletleri arasındaki kavga ile belirlendiğini zannediyor.
Biz ise her bir olayda gözümüzü aşağıdakilere çevirip, devletleri karşımıza alıyoruz.
Aşağıdan sosyalizmin penceresinden bakıldığında geçen hafta gördüğümüz, ne Kürtlerin ne de Batı’da yaşayan emekçilerin 90’lara geri dönüşe izin vermeyeceğidir. Filistin ve Suriye halkının zalim rejimlere karşı özgürlük için direndiğidir. Avrupa işçi sınıfının patronların örgütü AB’yi reddettiğidir. Yeni bir dünya umudunun, milyonların aşağıdan mücadeleleriyle büyütüldüğüdür.