AKP’nin önde gelen kadroları arasında dışarıdan fark edilebilen ilk ayrışma, Gezi sürecinde başlamıştı. Tayyip Erdoğan Afrika turundayken, Türkiye’de olan Abdullah Gül ve Bülent Arınç gibi isimler direnişin aktivistlerine karşı ılımlı bir tutum takınmaya çalışmış; Erdoğan ise dönünce havaalanlarında mitingler yaparak saldırıya geçmiş ve tabanını bir dizi komplo teorisinin desteğiyle Gezi direnişine düşman etmek için seferber olmuştu.

 

17-25 Aralık operasyonları sonrasında Gülen cemaatiyle yaşanan ayrışma ise beklenen etkiyi yaratmamış, “paralelcilik” hükümet taraftarları arasında her tür kötülüğün üzerine yıkılabileceği şeytani bir konuma getirilmişti.

Büyü bozuldu

Asıl kriz ise 2014 yılında Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi ve başbakanlığa Davutoğlu’nun getirilmesiyle başladı. Yıl sonunda AKP içinden farklı sesler birbirlerine karşı yazılar yazdı, kimileri Erdoğan’ı eleştirdi. 7 Haziran’a gidilen süreçte, bakanlar kurulunda yaşandığı iddia edilen saflaşma, Merkez Bankası ile yaşanan faiz indirimi krizi ve Erdoğan’ın Dolmabahçe mutabakatına karşı çıkışıyla birlikte gerilim oldukça yükseldi. Bu dönem, 7 Haziran’da AKP’nin oylarının beşte birini kaybetmesiyle devam etti. Abdülkadir Selvi’nin deyimiyle “AKP’nin büyüsü bozuldu”.

1 Kasım seçimlerinde istikrar vaadiyle %50 oy alındı ve muhalif sesler bir süreliğine sustu. Ancak bu durum çok uzun sürmedi. Arınç’ın eleştirel açıklamalarına Ömer Çelik, Sadullah Ergin ve Suat Kılıç gibi isimler eklendi. Bu dönemde, AKP yanlısı bütün gazetelerde kavgalar yeniden baş gösterdi. Erdoğan’ın Abdullah Gül ve Bülent Arınç gibi isimlerle görüşme trafiği dahi çatlağı gidermeye yetmedi. Öyle ki, liderlikten dışlanan önemli isimlerin yeni bir parti kurma hazırlığında olduğu dahi iddia edildi.

Bölünme yaratan faktörler

AKP’de yaşanan iç kavgaları yalnızca çıkar çatışmalarıyla açıklamak mümkün değil. Erdoğan’ı eleştirenler, sürekli olarak partinin kurucu prensiplerine geri dönüşten söz ediyorlar. Hüseyin Çelik, bir röportajında meselenin kendisinin yönetimin dışında kalmasıyla değil temel politikalarla ilgili olduğunu söylerken, “memleketin beş sorunu” olarak şunları sayıyor: 1- Kutuplaşma, 2- Dış politika, 3- Ekonomi, 4- Kürt sorunu, 5- Paralelle mücadelenin paranoyaya dönüşmesi.

AKP iktidara gelirken 3Y ile (yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar) mücadele vadediyordu. Bu söylem partiyi 2002’de iktidara taşıdı. 2007’de ise darbe tehdidi ile %47’lik oy oranına ulaştılar. Ergenekon ve benzeri darbe davalarıyla askerin siyaset dışına itildiği, Ermeni sorununda normalleşme eğiliminin belirginleştiği ve Kürt sorununda çözümün vadedildiği dönemde AKP, toplumdaki her iki kişiden birinin oyunu almayı başardı.

Ancak özellikle 2010 referandumundan sonra, Erdoğan dümeni bütünüyle sağa kırdı. Ekonomik büyümeden işçilerin pay alamaması yoksulluk sorununun devam ettiğini ortaya koydu. Yolsuzluk operasyonlarının yalan olduğuna AKP tabanı ikna edilemedi. Yasaklar ise Twitter’la kapışmaya, Zaman gazetesine el koymaya kadar vardı.

AKP çözümü Ergenekon’la uzlaşmada buldu

Üstelik AKP, Gezi direnişinin ve 17-25 Aralık operasyonlarının yarattığı atmosfer sonucu, TSK ile itişmeyi de bıraktı ve Ergenekoncularla ittifak kurdu. Bu birliktelik, Sedat Peker gibi ülkücü bir mafya liderinin Erdoğan fanatiği hâline gelmesine, Doğu Perinçek’in muhafazakârlarla vatan cephesi kurarak “en mutlu günlerini yaşamasına”, Tuncay Özkan’ın ise “Cumhuriyet mitinglerinde korkuttukları insanlar” nedeniyle özür dilemesine yol açtı.

AKP-Ergenekon ittifakı, Suriye’de olası bir Kürt bölgesi oluşmasını engelleme amacıyla çözüm sürecinin rafa kaldırılmasıyla pekişti. Erdoğan ve Davutoğlu “millî ve yerli” eksenini yerleştirmeye çalışırken, Kürdistan’daki savaş koşullarında TSK, siyasete müdahale etme konusundaki eski yeteneğini yeniden kazanmaya başladı. “Vesayeti yıkma” iddiasıyla AKP’ye destek veren kitleler açısından bu birliktelik de çatlağı derinleştiren bir gelişme oldu.

Nasıl bakmalı?

AKP’deki bu gerilime ne gereğinden fazla anlam yüklemek ne de bunu küçümsemek doğru olur. Gül-Arınç-Çelik birlikteliği, partiyi bölme yoluna gitseler dahi, ortaya bir tane daha muhafazakâr ve neoliberal bir sermaye partisi çıkar. AKP’nin bu şekilde zayıflaması, tek başına işçi sınıfı ve ezilenler açısından kazanımlar elde edilmesine yol açacak bir dinamizm yaratmaz.

Ancak bu çatışmalar, Kürt savaşı sebebiyle şekillendirilmeye çalışılan Türk milliyetçisi atmosferin güç kaybetmesine, “istikrar” vaadi etrafında yaratılan algının yıkılmasına ve Erdoğan’ın başkanlık hayallerinin bir kez daha suya düşmesine neden olabilir.

Başkanlık istenmiyor

Tayyip Erdoğan, başkan olduğundan beri rejimin fiilen değiştiğini söylemişti. Şimdi bunu resmileştirmek istiyor. Davutoğlu ise kendisini anlamsız hâle getireceği için bu öneriye çok sıcak bakmadığını belli etmişti. 1 Kasım’dan sonra Erdoğan bu tartışmada güç kazanmış gibi gözüküyordu, ancak işler istediği gibi gelişmedi. AKP yanlısı gazetelerde zaman zaman başkanlık aleyhine yazılar yazılıyor. Şamil Tayyar gibi bir Erdoğan tutkunu dahi “Başkanlık yerine güçlü başbakanlığı düşünebiliriz” sözünü ağzından kaçırdı. Daha önemlisi, halk, Erdoğan’ın bu ısrarını anlamlandıramıyor ve bunun üzerinden yarattığı gerginliğe karşı çıkıyor. 7 Haziran öncesi Erdoğan’ın meydanlara inerek başkanlık kampanyası yapması felaketle sonuçlanmıştı. Metropoll’ün geçtiğimiz günlerde yaptığı bir ankete göre ise onca propagandaya rağmen hâlâ halkın %60’ı başkanlığı istemiyor.

Çözüm mü, savaş mı?

AKP liderliği, üç yıl önce üçte ikisi çözüm sürecini destekleyen Türkiye toplumunu, hem de HDP bundan birkaç ay önce 6 milyon kişinin oyunu almışken, şimdi savaşa ikna etmeye çalışıyor. Bu yüzden AKP yanlısı medyada her türlü yalan haber ve çarpıtma mübah görülüyor. 2015 yazında savaş yeniden başladığında, belki ilk kez, ölen TSK askerlerinin cenazelerinde faşistlerin intikam “protestolarının” yanına barış yanlısı sesler de eklenmişti. AKP buna aldırmadı, Kürt kentlerini abluka altına alıp ezip geçmeye, yakıp yok etmeye devam etti. Ancak yeniden saldırgan savaş politikalarına dönüş, hem çözüm sürecinin yarattığı huzur ortamının bozulması hem de istikrar söyleminin anlamsızlaşmasıyla AKP tabanındaki çatlaklardan birini oluşturuyor.

Yüzde 50'deki sınıf kavgası

AKP içindeki kapışma ve çatlakların bizim lehimize olabilmesi için ise Sosyalist İşçi’nin yıllardır dikkatle altını çizdiği bir yere odaklanmaya ihtiyacımız var. AKP liderliği, 657 sayılı kanunda yapacağı değişiklikle memurların iş güvencesini ortadan kaldırma, kıdem tazminatını “fona devretme” adı altında gasbetme, memurların “terörist” veya “paralelci” olma gerekçeleriyle işsiz kalma ve güvencesiz çalışanların istihdam büroları yoluyla iyiden iyiye köleleştirilmesi gibi bir dizi saldırıya hazırlanıyor. Hem bu saldırılar, hem de Cerattepe direnişinde görüldüğü gibi neoliberalizmin yaşam alanları ve doğa üzerinde yarattığı tahribat, doğrudan yoksulları, dolayısıyla AKP tabanının en büyük bölümünü oluşturduğu bir sosyal tabakayı hedef alıyor.

Soma’dan beri ivme kazanan işçi hareketinin de en belirgin özelliğini, AKP’nin egemen sınıfa hizmet eden yöneticileriyle AKP’ye oy veren sıradan insanları karşı karşıya getirmesi oluşturuyordu. Bu kavganın büyüyeceğini düşünmek için çok sayıda nedenimiz var. Yapmamız gereken ise, bu kavgada ezilenleri, greve çıkan işçileri ve Artvin’de görüldüğü gibi mücadele etmeye hazır tüm insanları AKP’den kopararak başka bir alternatife yöneltecek siyasi müdahalelerde bulunmak. Ve böylesi kampanyaların sonucunda kitlesel bir antikapitalist partiyi inşa etmek.


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası