Konuyla ilgili Sosyalist İşçi’ye konuşan, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi’nden Doç. Dr. Ferda Keskin “bence AKP hükümeti toplumun değil kendi güvenliğini sağlamak üzere yasayı yasaklayıcı bir sistem olarak yeniden kurguluyor” dedi. Tasarının yasalaşması halinde ciddi bir geriye dönüş yaşanacağını vurgulayan Keskin, “bu yasağın içinde hem düşünce özgürlüğüne hem de emeğe karşı çok ciddi bir şiddet var” diyerek tasarının işçilerin kazanılmış haklarına saldıran yönüne dikkat çekti.
"Yasakları direnişle aşacağız"
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi olan Can Irmak Özinanır ise torba yasanın memurlara uygulanmak istenen yasaya çok benzediğini ve hükümetin bunu her alanda yaygınlaştırmaya çalışacağını düşünüyor. “10 Ekim’den sonra grevlere katıldığı için birçok öğretmen görevinden alınmış durumda. Benzer bir şeyi üniversite için de yapacaklar.” “Hem iş güvencesini ortadan kaldıran hem de siyasi herhangi bir muhalefetin oluşmasını engelleyen bir yasa tasarısı. Üniversitelere gönderilen çeşitli yazılarla ‘bölücü faaliyetlere dönük hangi çalışmaları yapacaksınız’ gibi sorular soruluyor. Mesela ‘çalışma yapmayacağım’ diyen biri fişlenebilir. Siyaset bilimi dersi bile nasıl verilebilir bu yasayla bilmiyorum. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kapatmak gerekir bu yasaya göre.” “Durdurabiliriz” Devletin yerli ve milli ekseninin dışında kalan her türlü siyasi faaliyeti cezalandırmayı amaçlayan tasarı öğretim elemanı olan işçilerin grev hakkına da saldırıyor.
“Böyle uygulamalar aslında her dönemde denendi ama ortadan kalktı” diyen Özinanır KESK’in kuruluş sürecini hatırlattı. “Sendika yasağını 1990’lı yıllarda memurlar direnerek aşmıştı.” Özinanır sürecin zorlu olduğunu ama aşılacağını düşünüyor. Hükümetin 657 sayılı yasada değişiklik, kıdem tazminatını kaldırılması gibi işçi sınıfına yönelik topyekun saldırısının bir parçası olan bu tasarıyı sendikaların ortak mücadelesi durdurabilir. Henüz Eğitim-Sen’de konuyla ilgili bir çalışmanın olmadığını belirten Özinanır, üniversite şubelerinin harekete geçeceğini düşündüğünü söyledi ve ekledi “yasayı durdurmak sadece bizim başarabileceğimiz bir şey değil.”Barış için Akademisyenler’e dönük saldırılara karşı farklı kesimlerden ve meslek alanlarından gelen destek açıklamalarını hatırlatan Özinanır bu tasarıya karşı da daha geniş ağların destek vermesinin önemini vurguladı.
“Kamusal alan daraltılıyor”
Nil Mutluer de torba yasa tasarısının ilk olmadığı görüşünde. Barış için Akademisyenler metnine imza verdiği için Nişantaşı Üniversitesi Sosyoloji bölümündeki görevinden atılan Yrd. Doç. Nil Mutluer; Gezi direnişinden beri geçen yasaları hatırlattı. “Aslında bu yasa 2013’ten bu yana çıkartılanların devamı niteliğinde. İletişim özgürlüğünü hedef alan internet yasası veya iç güvenlik paketini hatırlayın. Bunlar kamusal alanı daraltan, insanların bir araya gelmelerini, örgütlenmelerini kısıtlayan yasalar zinciri.” Bu tasarının son nokta olmadığını düşünen Mutluer, önümüzdeki süreçte sivil topluma yönelik saldırgan yasalar da beklediğini söyledi.
“Gördüğünü söylemek akademisyenin toplumsal yükümlülüğüdür. Akademisyenin vazifesinden onu geri almaya çalışıyorlar. Yerine bilimsel anlayışı olmayan veya ezber bilimselliği olan birilerini istiyorlar. Böyle nöbetçi bilim insanları var tabiki, biz bunu daha önceki dönemlerde de gördük.” Üniversitelerin toplumla konuşan bir akademi yerine tek düze dershaneye dönüşeceğini vurgulayan Mutluer hükümetin yeni terörist tanımına da dikkat çekti. “Kamusal alanı daralttık, bilimsel alanı da daraltıyoruz, artık bizim verdiğimiz kadar alanınız var, dışına çıkarsanız teröristsiniz diyorlar. Birbirimizle bilimsel, sanatsal, eleştirel olarak, aktivist olarak bir araya gelme ve buradan siyaset üretme alanımız kapatılıyor. Bunu yapmazsan benden değilsindir, o zaman da teröristsin deniliyor.”
"YÖK'ü mumla ararız"
Avukat Sennur Baybuğa, hükümetin torba yasa taslağını Sosyalist İşçi için değerlendirdi. Memurlara yönelik olarak benzer şeylerin uygulanmaya başladığını ve memurların sosyal medya hesaplarının denetim altına alındığını hatırlatan Baybuğa yasa tasarısını tek kelimeyle ‘facia’ olarak tanımladı. “Daha önce de akademisyenleri denetim altına almaya çalışmışlardı. YÖK yasasına ek olması için bir yönetmelik çıkarmışlardı. O yönetmeliği anayasa mahkemesi iptal etti. Şimdi by pass gibi yeni bir yasayla aynı şeyi yapmak istiyorlar. Askeri suçlardaki yasalar gibi yapmışlar, çok ağır bir tasarı.
YÖK başkanına süper soruşturma yetkisi veriliyor. Disiplin soruşturmasıyla cezai sonuçlara varan kararlar veriyorlar ve alanı çok ağır. Terör örgütlerine ‘destekçilik’ kapsamı o kadar geniş tutulmuş ki, akademisyenlerin sosyal hayata dair bütün fikirleriyle ilgili, sürekli olarak denetim altında tutulmaları söz konusu.Çok ağır bir sopa bindiriliyor akademisyenlerin üzerine. Kaldırılsın dediğimiz YÖK mumla arayacağımız hâle getirilmiş. Ceza hukuku, suç tiplerini somut olarak tanımlar. Bir suç tipinin maddi manevi unsurları tek tek sınırlanır. Tanımlanabilir olur yani yoruma açık bırakılmaz. Ama burada suç alanı olarak tanımlanan fiiller son derece muğlak. Zaten şikayetçi olduğumuz bir yargı sorunu varken, bir de ceza hukuku eğitimi almayan YÖK üyelerine verilen yetkilerle, kendi inisiyatifleriyle, kendi ideolojik dünyaları doğrultusunda, bir hocayı işinden, yıllarca biriktirdiği emeğinden, üretiminden uzaklaştırmak çok korkunç.”