Doğan Tarkan
8 Eylül 2009, Marmara Bölgesi'nde etkili olan sel felaketinin görüntüleri bütün televizyon kanallarında. Yıkılan evler, ağaçlar, sularda kilometrelerce sürüklenen arabalar, evlerinde çaresizce kurtarılmayı bekleyen insanlar. Sel sularına kapılıp yaşamını yitiren Selimiye'de 4, Çatalca'da 6 kişi, son açıklamalar göre 31 kişi öldü. Yine selde telef olan çok sayıda hayvan. Selin ardından tarumar olmuş, çamur içindeki yaşam alanları. Milyarlarca lira maddi kayıp.. Bir günlük bile diyemeyeceğimiz "doğal afet"in bilânçosu.
Bu bir afet değil, bir cinayet.
Her zamanki gibi yoksulları vuran bir cinayet.
Ölen kamyon işçileri. Sorumlusu kim? Biryandan iklim değişikliği ama bir yandan da dere yatağına TIR parkı yapılmasına onay veren belediye yetkilileri.
İşlerine gitmek için tabuta benzeyen servis aracında yedi kadın işçi sıkışıp öldü. Sorumlusu kim?
Küçücük bir kâr için tabuta benzeyen servis aracını tutan patron. Servis araçlarını denetlemeyen yetkililer.
Gerekli altyapının hazırlıklı olmasıyla, dere yatağı olan bölgelerin rant uğruna imara açılmamasıyla, halkın önceden uyarılmasıyla ölümlerin ve büyük orandaki maddi hasarın önüne geçilebilirdi.
Hem sel öncesi bu bölgelerde özellikle TOKİ eliyle yapılaşmanın yapılması, hem de var olan yapıların 'muhtemel yıkım alanı' olarak değerlendirilmesi nedeniyle altyapı hizmetinin götürülmemesi felaketin bu boyutlara ulaşmasına neden olmuştur.
Halkı uyarmayan yetkililerin yanı sıra kurtarma seferberliği emrini vermeyen asker ve polis amirleri de bu cinayetin sorumluluğunu üstlenmelidir.
AKP hükümeti, iklim değişimine ilişkin uyarıları hiçbir biçimde ciddiye almadığı için de ayrıca ve bir kez daha sorumludur.
Yaşanan sel felaketi, iklim değişikliğinin geleceğin değil bugünün sorunu olduğuna ilişkin sadece ufak bir örnek. Yıllardan beri yüzlerce bilim insanın yayınladıkları raporlarda yer alan uyarılarına denk düşen bir gelişme. Ani hava olayları, seller, kuraklık, salgın hastalıklarda artış, türlerin hızlı yok oluşu. Hepsi ama hepsi çok hızlı bir biçimde gerçekleşiyor. Geçen ay Karadeniz Bölgesi'ndeki yaşanan sel, Ege Bölgesi'ndeki arıların toplu ölümü, domuz gribi, mevsim ortalamalarının üstünde seyreden sıcaklık seviyeleri.
Hükümetin küresel ısınmanın yaratacağı olumsuz etkilere yönelik hiç bir politikası yok. Küresel ısınmanın durdurulmasına yönelik ciddi hiç bir girişimi yok. Hükümetin enerji politikalarını belirleyen gerekçeler, "enerji bağımsızlığı ve güçlü bir ekonomi." Yani şirketlerin kar güdüsü. Hiçbir şekilde küresel ısınmanın durdurulması için gerekli olan yenilenebilir enerji kaynaklarına hızla yönelmek, fosil yakıtlardan vazgeçmek, enerji verimliliği ve tasarrufu gibi bir politikaları yok. Biraz nükleer, biraz hidrolik, doğalgaz ve vazgeçilmez olarak gördükleri kömür.
Bütün bunlar Hükümetin küresel ısınma sorununu ciddiye almadığının göstergeleri.
İklim değişimine karşı tedbir almayan, iklim değişimini görmezden gelen, şirketlerin kar hırsı için fosil yakıta dayalı enerji politikalarını güçlendirenler, her zaman yoksulları, emekçileri vuran ve şiddeti artarak gelişen doğal olayları "felaket" olarak nitelemeye devam ediyor.
Bu bir doğal felaket değil.
Tedbir almayanların, binlerce bilim insanının uyarısını görmezden gelenlerin, altyapıyı gözetmeksizin inşaat yapan ve bu inşaatlara izin veren yetkililerin, dere yataklarına akıl dışı bir şekilde inşaat izni verenlerin, halkı önceden uyarmayanların, kurtarma girişimlerine derhal başlamayanların, tek kelimeyle halkı, yoksulları ve yaşamı önemsemeyen bir devlet mantığı tarafından göz göre göre işlenmiş bir cinayettir.Sorumlular mutlaka hesap vermelidir.